Dostoyevski, romanlarında insanlığın doğasını kaotik mi görür?

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin romanlarında insan doğası özünde kaotik, çelişkili ve paradoksal bir yapıdadır. Onun edebi ve düşünsel evreninde insan, ne tamamen akılla açıklanabilir ne de sabit bir ahlaki ya da ideolojik kategoriye indirgenebilir. Bu karmaşık doğa, Dostoyevski’nin romanlarının temel çatışmalarını oluşturur.


1. Kaotik İnsan Doğasının Ontolojik Temelleri

Dostoyevski’nin insan anlayışı, Batı Aydınlanması’nın rasyonalist, pozitivist ve ilerlemeci insan modeline radikal bir eleştiridir. Özellikle Yeraltından Notlar adlı eserde yer alan yeraltı adamı figürü, bu eleştirinin sembolüdür. Yeraltı adamı, insanın yalnızca akıl ve çıkar temelinde hareket eden bir varlık olmadığını; aksine kendi çıkarına bile aykırı davranabilecek, hatta sırf “özgür olduğunu ispat etmek için” kendine zarar verebilecek bir varlık olduğunu ilan eder:

“İnsan bazen, sırf iki kere iki dört eder değildir diye, ona karşı gelmek ister.”

Bu ifade, insanın doğasında irrasyonel bir isyan, bireysel bir özerklik tutkusu ve kendisini rasyonel sistemlere hapsetmeme arzusu bulunduğunu gösterir. İnsan, Dostoyevski’ye göre sistemlere sığmayan, hatta sistemleri yıkmaya meyilli bir varlıktır. Bu durum, insan doğasının temelinde kaosun, yani düzenle çatışan bir içsel karmaşanın bulunduğunu ortaya koyar.


2. Politik Kaos: Devrim, Nihilizm ve Kolektivizmin Çöküşü

Ecinniler (Besy) Üzerinden

Dostoyevski’nin politik felsefesinin en keskin örneklerinden biri Ecinniler adlı romandır. Bu eser, 19. yüzyıl Rusya’sında yükselen devrimci ve nihilist hareketlerin Dostoyevski tarafından nasıl algılandığını çarpıcı biçimde ortaya koyar. Romanda yer alan devrimci gençler (Stepan Trofimoviç, Verhovenski, Pyotr vb.), Batı menşeli ideolojileri benimsemiş, insan doğasını yeniden “düzenlemek” isteyen figürlerdir. Ancak Dostoyevski’ye göre bu tür ideolojiler, insanın kaotik, irrasyonel ve metafizik yönünü göz ardı ettikleri için trajik bir başarısızlığa mahkûmdurlar.

Pyotr Verhovenski karakteri, bireyi birey olmaktan çıkarıp, onu soyut bir “kolektivist” düzene uydurmak ister. Ama bu düzenin içi boştur, çünkü temeli insana dair yanlış bir ontolojik varsayıma dayanır: insanın sistemleştirilebilir, öngörülebilir ve mutlakça yönlendirilebilir bir varlık olduğu varsayımı.

“Biz tanrının yerini alacağız. Ve sonra, düzeni getireceğiz.”

Ancak bu düzende bireysel özgürlük, ahlaki sorumluluk ve ruhsal çatışma yer bulamaz. Sonuç: anarşi, cinayet, intihar ve nihilist çöküştür.


3. Bireysel Kaosun Teolojik Yansıması: Tanrı’nın Reddi ve Ahlaki Boşluk

Karamazov Kardeşler Üzerinden

The Brothers Karamazov’da Ivan Karamazov’un Tanrı’ya dair reddiyesi, insan doğasındaki kaotik eğilimleri açığa çıkaran başka bir mihenk taşıdır. Ivan, “Tanrı yoksa her şey mubahtır” diyerek ahlaki düzenin Tanrı inancına bağlı olduğunu iddia eder. Bu durum, Dostoyevski’nin inancına göre, Tanrı’nın olmadığı bir dünyada insanın iyilik ve kötülük arasında seçim yapma kapasitesinin anlamsızlaştığını ve bunun nihai sonucunun kaos ve ahlaki çöküş olduğunu ima eder.

Ivan’ın felsefi nihilizmi, Smerdyakov’un işlediği cinayetle pratik bir gerçekliğe dönüşür. İnsan doğasının özgür iradeyle birlikte taşıdığı ahlaki sorumluluk duygusu, Tanrı’nın varlığıyla anlam kazanır. Eğer Tanrı reddedilirse, insan içgüdülerine, çıkarlarına ve güç arzusuna yenilir. Bu da Dostoyevski’ye göre insanlığın politik ve toplumsal düzlemde yıkıma sürüklenmesidir.


4. Kaos ve Özgürlük Arasındaki Ontolojik Bağ

Büyük Engizisyoncu Efsanesi

Büyük Engizisyoncu bölümü, insan özgürlüğü ve kaos ilişkisini metafizik bir düzlemde işler. İsa, insana özgürlüğü vermekle onu sonsuz bir sorumluluğa da mahkûm etmiştir. Engizisyoncu ise bu özgürlüğü alıp yerine düzen, itaat ve güvenlik vaat eder. Ona göre insanlar özgürlükle başa çıkamaz; acı çeker, günaha düşer, suç işler. İsa’yı yargılarken şöyle der:

“Sen insana özgürlüğü verdin ama o bu yükü taşıyamaz!”

Dostoyevski’nin bu alegorik anlatımı, şunu savunur: İnsan özgür olabildiği ölçüde insan kalır, ama bu özgürlük onun içinde daima kaotik eğilimleri de taşır. Dolayısıyla, insan doğası hem ilahi özgürlük potansiyeline hem de şeytani yıkıcılığa eş zamanlı açıktır.


5. Toplumsal Yapının Kaotik Temeli: Suç ve Ceza Üzerinden

Raskolnikov’un işlediği cinayet, insanın “üstün birey” olma arzusu ile ahlaki sorumluluk arasındaki kaotik çatışmanın ürünüdür. Raskolnikov, Napoléon gibi bir figür olabileceğini düşünür: yani kan dökme hakkına sahip bir “üst-insan”. Ancak cinayet sonrasında yaşadığı vicdan azabı, Dostoyevski’nin temel tezini ortaya koyar: insan ne kadar ideolojik ve rasyonel gerekçeler üretirse üretsin, içinde bastırılamayan etik bir kaos taşır.

Bu çatışma, yalnızca bireyin iç dünyasında kalmaz; aynı zamanda toplumun adalet, hukuk ve ceza mekanizmaları üzerinde de sarsıcı etki yapar. Modern hukuk sistemlerinin insanı bir istatistik ya da suç makinesi gibi görmesine karşılık, Dostoyevski insanın ruhsal karmaşasını merkeze alır. Bu nedenle onun romanlarında adalet asla salt yasa ile sağlanmaz; ruhun içsel hesaplaşması, yargı sisteminden daha büyük bir dönüşüm yaratır.