Bir çınar ağacının gölgesinde, Yunus Emre ile Baruch Spinoza otursalar nelerden bahsederler?
Yunus Emre ile Spinoza’nın Felsefi Diyaloğu
Bir bahar akşamı, Anadolu’nun bereketli topraklarında, ulu bir çınar ağacının gölgesinde Yunus Emre ile Baruch Spinoza karşılaşır. Yunus, elinde sazı, gönlünde ilahi bir sevda; Spinoza, aklın berrak ışığında, evrenin düzenini düşünür. Rüzgâr, yapraklar arasında usulca fısıldarken, iki bilge birbiriyle sohbete dalar.
Yunus Emre: (Sazını kucağına yaslayarak, gözlerini ufka diker) Üstad, söyle bana, bu âlem nedir? Ben bir dervişim, derim ki her zerrede bir aşk var. Bu dağlar, bu nehirler, bu gökyüzü… Hepsi Hakk’ın nuruyla doludur. Sen bu âlemi nasıl bilirsin?
Spinoza: (Düşünceli, sakin bir sesle) Yunus, senin sözlerin gönlü ısıtır, lakin ben bu âlemi aklımla tartarım. Âlem, tek bir tözden ibarettir; adına Tanrı diyelim, yahut Doğa. Bu töz, kendi kendisinin sebebidir, ezeli ve ebedidir. Dağlar, nehirler, gökyüzü… Hepsi bu tözün sıfatları ve halleridir. Senin aşk dediğin, belki bu tözün kendini açığa vuruşudur.
Yunus Emre: (Hafifçe gülümser) Öyleyse, bu aşk neden içimi yakar? Bir âşık, niçin bu âlemde kaybolur, üstad? Gönlüm, bir an bir kuşun kanadında uçar, bir an dertle dolar. Bu hal, hakikate varmak mıdır, yoksa ondan uzaklaşmak mı?
Spinoza: Gönlünün yanışı, aklının henüz tam özgür olmayışındandır, Yunus. İnsan, tutkularının esiri olduğu sürece kaybolur. Sevinç, keder, arzu… Bunlar, doğanın kanunlarını anlamadıkça insanı zincire vurur. Lakin akıl, bu kanunları kavradığında, insan özgürleşir. Tanrı’yı sevmek, onun ebedi düzenini anlamaktır. Senin kuşun kanadındaki uçuş, belki bu düzenin bir yansımasıdır.
Yunus Emre: (Sazının teline dokunur, düşünceli) Anlamak, diyorsun. Ama ben, bilmekten çok sevmeyi seçtim. Bir çiçeğin kokusunda, bir çocuğun gülüşünde Hakk’ı bulurum. Bu sevda, akıldan öte değil mi? Gönül, aklı aşmaz mı?
Spinoza: (Başını hafifçe sallar) Sevmek ve anlamak, birbirinden ayrı değildir, Yunus. Senin çiçekte bulduğun güzellik, doğanın ezeli düzeninin bir tezahürüdür. Akıl, bu düzeni kavrar; sevgi, ona hayranlık duyar. Gönlün, aklı aşmaz; aksine, akıl gönlü özgür kılar. Zira gerçek sevgi, bilgisizce bir tutku değil, hakikatin berrak bir kavrayışıdır. Tanrı’yı sevmen, onun doğasını anlamanla derinleşir.
Yunus Emre: (Derin bir nefes alır) Hakikat dedin, üstad. Peki, bu hakikat bir yolda mıdır, yoksa her yol ona varır mı? Benim yolum aşk, seninki akıl. İkimiz de mi hakikate ereriz, yoksa biri diğerinden üstün mü?
Spinoza: Hakikat tektir, Yunus, ama yolları çoktur. Senin aşkın, benim aklım, aynı gerçeğe, o sonsuz tözün birliğine yürür. Ne senin yolun benimkinden eksik, ne benimki seninkinden üstün. Önemli olan, nefsini tutkuların zincirlerinden kurtarıp bu birliği görmektir. Sen, aşkınla bu birliği hissedersin; ben, aklımla onu ispat ederim. İkimiz de aynı sonsuzluğa dokunuruz.
Yunus Emre: (Gözleri parlar) Güzel söyledin, üstad. Lakin insan, bu birliği nasıl görür? Nefis dediğin, bu âlemde bir perde midir, yoksa hakikatin bir parçası mı?
Spinoza: Nefis, doğanın bir parçasıdır, zira her şey o tek tözün içindedir. Lakin insan, kendini ayrı bir varlık sanarak yanılır. Bu yanılgı, onu tutkulara, korkulara, hırsa sürükler. Özgürlük, bu yanılgıdan kurtulmaktır. Kendini doğanın bir parçası olarak gördüğünde, ne keder seni yıkar, ne arzu seni köle eder. Her şey, Tanrı’nın zorunlu düzeninde yerini bulur.
Yunus Emre: (Başını sallar) Biz dervişler de deriz ki, “Ölmeden evvel öl.” Nefsi öldürmek, belki senin dediğin gibi, kendini âlemin bir parçası bilmektir. Ama söyle, üstad, bu yolda insan yalnız mıdır? Yoksa Hakk, ona yoldaş mıdır?
Spinoza: İnsan, hakikati ararken yalnız değildir, zira Tanrı her yerdedir. Ama bu yoldaşlık, bir dostun elini tutmak gibi değildir. Tanrı, senin içindeki akıldır, doğanın kanunlarında saklı olandır. Ona ulaşmak için, kendi aklını rehber edinmelisin. Dua etmek, belki senin dilinde aşktır; ama benim dilimde, evrenin düzenini anlamaya çalışmaktır.
Yunus Emre: (Gülümser, sazını eline alır) Öyleyse, üstad, bir türkü söyleyeyim. Belki bu nağme, aşk ile aklı birleştirir. Sen de dinle, bakalım gönlün ne der.
Spinoza: (Tebessüm eder) Söyle, Yunus. Nağmen, doğanın bir başka dili olsun. Belki senin türkün, benim aklımın sustuğu yerde konuşur.
Yunus, sazını tıngırdatır ve bir türkü mırıldanır:
“Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni,
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni…”
Spinoza, sessizce dinler, gözlerinde evrenin sonsuz düzenine dair bir pırıltı. Türkü bittiğinde, bir anlık sessizlik olur. Çınarın yaprakları rüzgârda usulca sallanır. İki bilge, o an, hakikatin bir anlık parıltısında birleşir. Yunus, aşkın dilinde; Spinoza, aklın berraklığında. Ama ikisi de, aynı sonsuzluğun gölgesinde.



