Bilge Karasu’nun Gece’si Karanlık Bir Çağ, Bir Distopya mı?
Bilge Karasu’nun ‘Gece’ romanı, “güvenlik” ve “tehdit” kavramlarını birey-toplum ilişkisinin karmaşık dinamiklerini ele almak için güçlü birer metafor olarak kullanır. Bu kavramlar, romanın distopik atmosferiyle iç içe geçerek, bireyin hem içsel hem de dışsal dünyasında yaşadığı gerilimleri yansıtır.
Güvenlik ve Tehdit: Güvenlik, bireyin bilinçaltındaki sığınma arzusunu, ‘tehdit’ ise bastırılmış korkular ve kaygıları temsil eder. Gece’nin karanlık atmosferi, Jung’un “gölge” arketipini çağrıştırır; birey, toplumsal düzenin dayattığı normlar karşısında kendi gölgesini (korkular, arzular, bastırılmış dürtüler) keşfeder.
Romanın belirsiz ve tekinsiz dünyası, Freud’un “tekinsiz” (uncanny) kavramıyla ilişkilendirilebilir: Güvenlik, tanıdık bir sığınak gibi görünse de, her an tehdide dönüşme potansiyeli taşır. Örneğin, gece vardiyaları ve gizli gözetim mekanizmaları, karakterlerin sürekli bir paranoya içinde yaşamasına neden olur. Bu, bireyin psişik dengesini bozar ve kimlik krizini derinleştirir.
Distopya: Distopik unsurlar, bu psişik gerilimi somutlaştırır. Romanın gece metaforu, bilinçaltının karanlık bir aynası olarak işler; karakterler, hem kendi içsel korkularıyla hem de dışsal otoritenin tehdidiyle yüzleşir. Gece, bireyin zihinsel dünyasında bir sığınak arayışını ve aynı anda bu arayışın imkânsızlığını temsil eder. Bu, distopik bir toplumda bireyin kendi benliğini koruma çabasının sürekli engellenmesini yansıtır.
Güvenlikve tehdit kavramları, Heidegger’in “otantik varlık” ve “otantik olmayan varlık” ikiliğiyle ilişkilendirilebilir. Güvenlik, bireyin toplumsal normlara teslim olarak otantikliğini yitirdiği bir yanılsamadır; tehdit ise bu yanılsamanın kırılganlığını açığa çıkarır.
Sartre’ın “kötü niyet” (mauvaise foi) kavramı, Gece’deki karakterlerin güvenlik arayışında kendilerini kandırmaya çalıştığını, ancak bu çabanın varoluşsal bir boşlukla sonuçlandığını gösterir. Birey, toplumun dayattığı güvenlik vaadine sığınırken, kendi özgürlüğünü ve anlam arayışını feda eder.
Romanın distopik yapısı, bu felsefi gerilimi güçlendirir. Gece, bireyin varoluşsal kaygısının (Kierkegaard’ın “angst” kavramı) somutlaştığı bir alandır. Distopik toplum, güvenlik vaadiyle bireyi kontrol altına alırken, aynı anda sürekli bir tehdit algısı yaratarak bireyin özgürlüğünü kısıtlar. Karasu, bu ikiliği, karakterlerin belirsiz kimlikleri ve parçalı anlatımıyla felsefi bir sorgulamaya dönüştürür; birey, ne tamamen toplumun bir parçası olabilir ne de ondan tam anlamıyla kopabilir.
Politik Boyut: Politik açıdan, “güvenlik” ve “tehdit”, Foucault’nun biyopolitik denetim mekanizmalarıyla ilişkilendirilebilir. Gece’de, görünmez bir otorite (gece vardiyaları, gizli toplantılar, gözetim) bireyin hayatını düzenler ve güvenlik vaadiyle itaati dayatır. Ancak bu güvenlik, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan bir kontrol mekanizmasıdır. Tehdit ise, bu düzenin kırılganlığını ve her an çökebileceğini gösterir.
Roman, totaliter bir rejimin birey üzerindeki baskısını, Hobbes’un toplumsal sözleşmesine ters bir şekilde ele alır; güvenlik, bireyin özgürlüğünü koruyan bir sözleşme değil, onu yok eden bir tuzaktır.
Diğer yandan distopik unsurlarla beslenen bu politik boyut, Orwell’in ‘1984’ veya Kafka’nın ‘Dava’sındaki gibi totaliter bir gözetim toplumunu çağrıştırır. Ancak Karasu’nun yaklaşımı, daha öznel ve psikolojik bir düzlemde işler. Gece vardiyaları ve belirsiz otoriteler, bireyin sürekli bir denetim altında olduğu hissini pekiştirir.
Bu, politik bir distopyanın birey üzerindeki etkisini, bireyin hem fiziksel hem de zihinsel alanını işgal eden bir tehdit olarak tasvir eder.
Sosyolojik Boyut: Sosyolojik açıdan, “güvenlik” ve “tehdit”, modern toplumun birey üzerindeki çelişkili etkilerini yansıtır. Durkheim’ın “anomi” kavramı, Gece’deki bireylerin toplumsal normlarla bağlarının koptuğunu ve bu kopuşun bir tehdit algısı yarattığını gösterir. Güvenlik, bireyin topluma entegrasyonunu sağlama vaadiyle sunulurken, gerçekte bireyi yabancılaştırır ve yalnızlaştırır. Roman, modern toplumun bireyi hem koruma hem de kontrol etme ikilemini ele alır; güvenlik, bireyin toplumsal rollerle uyum sağlamasını gerektirirken, tehdit, bu rollerin bireyin özünü yok ettiğini gösterir.Romanın yarattığı distopya, sosyolojik düzeyde, birey-toplum ilişkisinin bozulmasını dramatize eder. Gece, toplumsal düzenin hem bir sığınak hem de bir hapishane olduğu bir metafor olarak işler. Karakterlerin belirsiz kimlikleri ve toplumsal roller arasındaki çatışmaları, modern toplumun bireyi standardize etme çabasını ve bu çabanın bireyde yarattığı yabancılaşmayı yansıtır. Distopik toplum, bireyin topluma ait olma arzusunu manipüle eder ve bu arayışı bir tehdit döngüsüne dönüştürür.
Postyapısalcı bir perspektiften bakıldığında ise “güvenlik” ve “tehdit” kavramları, Derrida’nın yapısöküm yaklaşımıyla çözümlenebilir. Bu iki kavram, sabit bir anlam taşımaz; güvenlik, tehdit olmadan var olamaz ve her biri diğerini tanımlar. Baudrillard’ın “simülakr” kavramı, Gece’deki güvenlik algısının bir yanılsama olduğunu gösterir; güvenlik, gerçek bir koruma değil, bireyi manipüle eden bir simülasyondur.
Romanın parçalı anlatımı, bu ikiliğin sabit olmadığını ve sürekli anlam kaymalarıyla yeniden inşa edildiğini vurgular.Bu bağlamda roman, Lyotard’ın “büyük anlatıların sonu” teziyle de ilişkilendirilebilir. Gece’deki toplum, güvenlik gibi büyük bir söyleyişle bireyi kontrol etmeye çalışırken, bu anlatının çöküşü, tehdit algısını güçlendirir. Okur, metnin belirsizliğini çözmeye çalışırken, tıpkı karakterler gibi, güvenlik ve tehdit arasındaki sınırların bulanıklaştığını deneyimler. Distopya, bu anlam kaymasını somutlaştırır ve bireyin sabit bir hakikate ulaşma çabasını boşa çıkarır.
Gece’de “güvenlik” ve “tehdit” kavramları, birey-toplum ilişkisini çok katmanlı bir şekilde ele alır. Bu kavramlar bireyin bilinçaltındaki korku ve sığınma arzusunu yansıtırken, varoluşsal bir ikiliği de sorgular. Totaliter denetim mekanizmalarını eleştirirken, modern toplumlarda bireyin yabancılaşmasına ayna tutar.
Kuramsal olarak ise, anlamın sabit olmadığını ve sürekli bir kayma içinde olduğunu vurgular. Distopik unsurlar, bu kavramları birleştiren bir çerçeve sunar; gece, hem bireyin içsel karanlığını hem de toplumsal baskının tehdidini temsil eder. Karasu, bu kavramları, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla olan çatışmasını derinlemesine işleyerek, distopik bir atmosferde evrensel bir sorgulamaya dönüştürür.