İhsan Oktay Anar Edebiyatı, Eril Anlatı Evreni ve Belli Belirsiz Dişil Semboller Dünyası mıdır?

İhsan Oktay Anar’ın romanlarında kadın karakterlerin azlığı ya da neredeyse tamamen yokluğu, onun edebi dünyasında hem tematik hem de felsefi bir derinlik taşır ve eserlerinin yorumlanmasında çok katmanlı bir tartışma alanı açar.

Anar’ın eserleri, genellikle erkek karakterlerin domine ettiği bir evrende geçer. Bu durum, Jung’un arketipler teorisi bağlamında incelenebilir. Anar’ın romanları, kahramanlık, yolculuk, bilgelik arayışı gibi eril arketiplerle şekillenir. Kadın karakterlerin eksikliği, bilinçli bir tercih olarak, bu arketipsel yolculukların erkek merkezli bir perspektiften anlatılmasını sağlayabilir. Ancak bu, Anar’ın kadınları yok saydığı anlamına gelmez; daha ziyade, onun evreninde kadın figürleri genellikle dolaylı yoldan, bir “anima” (Jung’un tabiriyle, erkeğin içindeki dişil yön) veya sembolik bir varlık olarak belirir. Örneğin, ‘Âmât’ romanında geminin kendisi dişil bir sembol olarak okunabilir; bu, doğurganlık, kaos ve bilinmezlik gibi dişil nitelikleri temsil eder. Bu bağlamda, Anar’ın kadın karakterleri fiziksel olarak az olsa da, dişil enerji, anlatının ruhunda dolaylı olarak varlık gösterir.

Postmodernizm ve Ataerkil Yapının Dekonstrüksiyonu

Postmodern bir yazar olarak Anar, geleneksel anlatı yapılarını sorgular ve altüst eder. Kadın karakterlerin azlığı, modernist edebiyatta sıkça rastlanan cinsiyet rollerini yeniden üretmek yerine, bu rolleri tamamen dışlayarak bir tür dekonstrüksiyon gerçekleştirir. Feminist kuramcılar, özellikle Judith Butler’ın cinsiyet performatifliği kavramı üzerinden bakıldığında, Anar’ın eserlerinde cinsiyetin bir performans olarak ele alınmadığını, hatta cinsiyetin neredeyse görünmez kılındığını söyleyebiliriz. Bu, onun anlatılarında cinsiyet meselesini birincil bir tema olmaktan çıkararak, evrensel insanlık durumlarına odaklanmasını sağlar. Ancak bu durum, aynı zamanda feminist eleştirmenler tarafından bir eksiklik olarak da yorumlanabilir; çünkü kadınların temsil edilmeyişi, patriyarkal bir anlatı geleneğini dolaylı olarak sürdürebilir.

Felsefi Bağlam: Varoluş ve Eksiklik

Anar’ın felsefe eğitimi, onun eserlerinde varoluşsal temaları işlemesine olanak tanır. Kadın karakterlerin azlığı, varoluşsal bir “eksiklik” veya “boşluk” olarak yorumlanabilir. Heidegger’in “varlık” ve “hiçlik” kavramları üzerinden bakıldığında, kadınların yokluğu, anlatıda bir tür “hiçlik” yaratır ve bu, karakterlerin varoluşsal arayışlarını daha keskin bir şekilde öne çıkarır. Örneğin, ‘Puslu Kıtalar Atlası’nda Bünyamin’in yolculuğu, bir anlam arayışıdır ve bu arayışta kadın figürlerinin eksikliği, onun yalnızlığını ve içsel çatışmalarını vurgular. Bu bağlamda, kadın karakterlerin yokluğu, bireyin kendi varoluşsal yalnızlığıyla yüzleşmesini sağlayan bir araç olarak işlev görür.

Tarihsel ve Kültürel Bağlam

Anar’ın eserleri, Osmanlı dönemi gibi eril bir tarihsel bağlamda geçer. Bu bağlamda, kadınların toplumsal hayatta daha az görünür olması, Anar’ın tarihsel gerçekçilik çabasıyla ilişkilendirilebilir. Ancak bu, onun tarihsel gerçekliği birebir yeniden ürettiği anlamına gelmez; çünkü Anar, tarihsel unsurları fantastik ve postmodern bir şekilde yeniden kurgular. Kadın karakterlerin azlığı, belki de Anar’ın tarihsel anlatıyı ironik bir şekilde eleştirme biçimi olarak okunabilir. Bu durum, okuyucuyu, kadınların tarihsel anlatılarda dışlanışını sorgulamaya itebilir.

Okuyucu Yorumuna Etkisi

Kadın karakterlerin azlığı, Anar’ın eserlerinin yorumlanmasını derinden etkiler. Feminist bir perspektiften bakıldığında, bu durum bir eleştiri noktası olabilir; çünkü kadınların temsil edilmeyişi, anlatının kapsayıcılığını sınırlayabilir. Öte yandan, Anar’ın eserleri, cinsiyetten bağımsız evrensel temalar (ölüm, kader, bilgi arayışı) üzerine yoğunlaştığı için, bu eksiklik, okuyucunun dikkatinin bu temalara yönelmesini sağlar. Ayrıca, kadın karakterlerin yokluğu, okuyucunun kendi hayal gücünü devreye sokarak bu boşluğu doldurmasına olanak tanır; bu da postmodern bir okuma deneyimi yaratır.

Mitolojik ve Sembolik Bağlam

Anar’ın eserlerinde mitolojik ve sembolik unsurlar sıkça yer alır. Kadın karakterlerin azlığı, mitolojideki dişil figürlerin (örneğin, tanrıçalar veya sirenler) dolaylı olarak varlığına işaret edebilir. Örneğin, ‘Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri’nde anlatılar, masalsı bir evrende geçer ve kadın figürleri, hikâyelerin ruhunda birer gölge olarak belirir. Bu, Lévi-Strauss’un mitoloji teorisi bağlamında, anlatının yapısal bir unsuru olarak görülebilir; kadınlar fiziksel olarak değil, ama sembolik olarak anlatının dokusuna işlenmiştir.

İhsan Oktay Anar’ın romanlarında kadın karakterlerin azlığı, onun edebi dünyasında hem bir eksiklik hem de bilinçli bir estetik ve felsefi tercih olarak okunabilir. Felsefi açıdan, bu durum, varoluşsal yalnızlık, arketipsel yolculuklar ve tarihsel gerçekliğin ironik bir yeniden kurgusuyla ilişkilendirilebilir. Kuramsal olarak, postmodern ve feminist eleştiriler, bu eksikliği hem bir eleştiri noktası hem de anlatının evrensel temalara odaklanma biçimi olarak görebilir. Anar’ın eserleri, bu boşluğu okuyucunun kendi yorumlarıyla doldurmasına olanak tanıyarak, edebiyatın sınırlarını zorlayan bir deneyim sunar.