Melanie Klein ve D.W. Winnicott Hakkında

Melanie Klein

Melanie Klein, Michael Fordham’ın çalışmalarını etkileyen ve kaynaklarda sıkça bahsedilen önemli bir psikanalisttir. Fordham, Londra’da her iki okul (Jung ve psikanaliz) arasındaki ilişkinin aktif ve üretken olmasından dolayı kendisini şanslı hissettiğini belirtir. Fordham, psikanalistlerin çalışmalarını incelediğini ve onlardan çok şey öğrendiğini ifade eder, tıpkı Jung’un da yaptığı gibi.

  • Unconscious Fantasy (Bilinçdışı Fantezi) ve Arketipler: Klein ve takipçilerinin (Segal, 1964), arketip teorisinin bekleyeceği türden bir erken çocukluk psikolojisi geliştirdiğini belirten Fordham, Klein’ın yakın çalışma arkadaşları Susan Isaacs (1948) ve Paula Heimann’ın (1955) bilinçdışı fanteziyi neredeyse Jung’un arketip tanımıyla aynı terimlerle tanımladıklarını vurgular. Fordham’a göre, Klein’ın fikirleri, bir bebeğin karmaşık bir organizma olduğunu ve başlangıçtan itibaren bilinçdışı fantezi sistemleri teorisinin doğuştan gelen arketipsel formlar fikrine yakın olduğunu varsayar.
  • Sembol Formasyonu (Symbol Formation): Klein, sembollerin tüm yeteneklerin temelinde yattığını ve olgunlaşmada dinamik etkiler olarak büyük önem taşıdığını ileri sürmüştür. Fordham, Klein’ın çocuk gelişiminde sembol formasyonunun rolünü, özellikle kısa bir makalede (1930) grafiksel olarak ifade ettiğini belirtir.
  • Depresif Pozisyon ve Bölme (Splitting): Fordham, Klein tarafından tanımlanan birçok örüntüyü geçerli kabul eder, özellikle bölme süreçlerini (deentegrasyona dayalı) eş zamanlı idealleştirme ve zulüm (persecutory) anksiyetesiyle birlikte, iyi nesnenin yıkımına yönelik özlem (pining) duygularına ve onarıma (reparation) yol açan süreçleri. Fordham ayrıca, bu iki aşamanın sembolik denklemeden gerçek sembol formasyonuna geçiş, iç dünyanın temellerinin gelişimi ve eş zamanlı gerçeklik duyusunun büyümesiyle ilişkili olduğunu düşünür. Fordham, zulüm ve depresif anksiyeteler arasındaki ilişkiyi doğruladığını ve ilkinin ikincisine dönüşmesinin radikal bir terapötik değişikliğe zemin hazırladığını belirtir. Kleinian’ların bu açıdan klinik verileri doğru formüle ettiğini kabul eder.
  • Projektif ve İntrojektif İdentifikasyon: Fordham, projektif ve introjektif identifikasyon kavramlarının kullanışlılığını kabul eder. Projektif ve introjektif identifikasyon teorisinin “sintonik karşı-aktarımı” (syntonic countertransference) açıkladığını ve ona ekstra ve daha dinamik bir boyut kazandırdığını belirtir.
  • Egonun Rolü: Fordham, Klein’ın teorilerindeki süreçlerin tarihlendirilmesinden şüphe duyar ve bunların tümünün ego işlevine bağlanmasının hatalı olduğunu düşünür. Jungian bir geçmişe sahip olmak, bu örüntüleri egodaki süreçlerle düşünmeyi zorlaştırır. Bunun yerine, bu süreçlerin egoya değil, arketipsel bilinçdışındaki karşıtlıkların etkileşim şekline bağlı olarak benliğin deentegrasyonlarının sonucu olduğunu öne sürer. Klein’ın Freud’u takip ederek egonun doğumda var olduğunu varsaydığını belirtir. Fordham’a göre, Klein’ın teorileri, benlik kavramının tanıtılmasıyla daha iyi açıklanabilir.
  • Çocuk Psikanalizi ve Aktarım (Transference): Klein, 1930’lardaki bir tartışmada, çocukluktaki aktarımın yetişkinlerinkinden farklı olmadığını savunmuştur. O, bir bebeğin annesi hakkında gerçeklikle çok az ilişkisi olan karmaşık fanteziler geliştirdiğine ve bunların analiste aktarılabileceğine inanıyordu; bu nedenle ebeveynlerin gerçek varlığı aktarım oluşumu için nispeten önemsizdi. Bu görüş Anna Freud’un görüşleriyle çelişiyordu. Klein, bilinçdışı süreçleri aydınlatmak için yorumlama tekniğini çocukların oyunları üzerindeki gözlemlerle ilk kez birleştirmiş ve bunu şizoid bir çocuğa uygulamıştır.

D.W. Winnicott

D.W. Winnicott da kaynaklarda Fordham’ın çalışmalarını etkilediği ve psikanalitik alanda önemli katkıları olduğu belirtilen bir figürdür.

  • Geçiş Nesnesi (Transitional Object): Winnicott, geçiş nesnesine, Klein’ın sembollere verdiği öneme benzer bir anlam yüklemiştir. Geçiş nesnesinin, ‘ego olmayan’ı, başlangıçta ‘benlik olmayan’ (not-self) olduğu zaman olduğu kadar yabancı olmayan bir şekilde keşfetmedeki önemini açıklamıştır.
  • Sembolizasyon ve Gerçeklik: Winnicott’un açıklaması, sembolizasyonun altında yatan süreçlerin gerçekliğin inşası ve keşfi ile psişik gerçeklik ve ‘dış’ gerçeklik arasındaki ayrım için önemli olduğunu düşündürür.
  • Kolaylaştırıcı Çevre (Facilitating Environment): Olgunlaşmanın düzgün ilerlemesi için, Winnicott tarafından uygun bir şekilde adlandırılan bir ‘kolaylaştırıcı çevreye’ ihtiyaç vardır. Normal koşullarda bunu aile, okul ve ebeveynlere çocuk yetiştirmede yardımcı olan artan sayıda kişi sağlar.
  • Doğru ve Yanlış Benlik (True and False Self): Winnicott, Klein’ın çalışmalarını modifikasyonlarla kabul etmiş ve “açıkça Jungian bir tat” taşıyan fikirler getirmiştir, bunlardan en çarpıcısı belki de doğru ve yanlış benliktir.
  • Anne-Çocuk İlişkisi: Winnicott, anneyi Kleinian sisteme Frances G. Wickes tarafından geliştirilen Jung’un formülasyonlarını hatırlatan bir şekilde dahil etmiştir. Fordham’a göre, Winnicott’un bu konudaki açıklamaları, Klein veya Wickes’inkinden daha hassas ve kabul edilebilir bir şekilde anne-çocuk ilişkisi bilgimizi ilerletmiştir.
  • Otizm Üzerine Görüşleri: Winnicott, otizmin çevresel bir kusurdan kaynaklandığını düşünür. Otizmin psikolojik yapısı ve kökenlerine önemli katkılar sağlamıştır. Winnicott’un bir şizofrenik çocuğun iyileşmesini başlatan terapötik danışmanlık örneği (1965) kaynakta “güzel bir örnek” olarak belirtilmiştir. Bu vaka, terapistin gelişmekte olan ego yapılarındaki tutukluk noktasını ortaya çıkarmayı başarması durumunda ortaya çıkabilecek avantajları ve hızlı değişiklikleri göstermektedir.
  • Terapötik Teknikler: Winnicott’un, bir çocuğun güven ilişkisi kurmasına izin verme kapasitesinin olağanüstü olduğu ve bazen tek bir görüşmede çocuğun çatışmasının netleşip çözümünün başlayabildiği belirtilir. O, durumun içeriğini ebeveynlere ileterek ailenin çocuğun iyileşmesini kolaylaştırmasını sağlamıştır. Ancak bu tekniklerin, uzun deneyim ve psikanaliz eğitimi gibi kişisel niteliklere dayandığı ve bunlar olmadan tekrarlanamayacağı vurgulanır. Fordham, hasta John ile yaşadığı bir olayın Winnicott’un çocuğun benliğine “çarpmak” (bumping up against) olarak tanımladığı duruma benzediğini aktarır.

Sonuç:

Sağlanan kaynaklar, Melanie Klein ve D.W. Winnicott’un Michael Fordham’ın düşünsel gelişiminde ve çocukluk psikopatolojisi, özellikle otizm anlayışında önemli roller oynadığını göstermektedir. Fordham, onların çalışmalarından öğrenmiş, bazı kavramlarını (Klein’ın depresif pozisyon, bölme; Winnicott’un geçiş nesnesi, kolaylaştırıcı çevre) kendi Jungian çerçevesine entegre etmiş, bazılarına (Klein’ın süreçlerin tarihlendirilmesi, egonun rolü; Winnicott’un “simbiyoz” terimini kullanımı) ise eleştirel yaklaşmıştır. Her iki analist de çocukların iç dünyasına, fantezilerine ve sembol formasyonuna odaklanarak Fordham’ın kendi “birincil benlik” (primary self) ve deentegrasyon kavramlarını geliştirmesi için zemin hazırlamıştır.