Terapistin İktidar Sahnesi: Foucault’nun Merceğinden Danışan İlişkisi

Michel Foucault’nun iktidar kavramı, insan ilişkilerinin her katmanında görünmez bir ağ gibi işler; terapist-danışan ilişkisi de bu ağın yoğun bir düğüm noktasıdır. Foucault’ya göre iktidar, yalnızca baskıcı bir otorite değil, aynı zamanda bilgi üretiminin, söylemin ve bireylerin kendilerini nasıl algıladığının bir biçimlendiricisidir. Terapistin odası, bu bağlamda, sadece iyileşme mekânı değil, aynı zamanda bir iktidar sahnesidir. Burada, terapist tarafsız bir rehber mi, yoksa farkında olmadan bir iktidar figürü mü?

İktidarın Görünmez Dokusu

Foucault’nun iktidar anlayışı, klasik hiyerarşilerden uzak, akışkan ve yaygın bir yapı sunar. İktidar, bir kralın tahtında ya da bir generalin emrinde değil, günlük pratiklerde, söylemlerde ve ilişkilerde gizlidir. Terapist-danışan ilişkisinde bu, terapistin kullandığı dil, sorduğu sorular, hatta sessizliğiyle kendini gösterir. Terapist, danışanın anlatısını yönlendiren bir “bilgi üreticisi”dir. Danışan, kendi hikâyesini terapistin çerçevelediği sorular üzerinden inşa ederken, farkında olmadan bir öz-denetim sürecine girer. Bu, Foucault’nun “biyopolitik” kavramına yakındır: Birey, kendi benliğini bir otoritenin rehberliğinde şekillendirir. Peki, terapist bu süreçte ne kadar tarafsızdır? Tarafsızlık, bir ideal mi, yoksa bir yanılsama mı?

Terapistin Bilgi Tahtı

Terapist, modern toplumda bir tür “hakikat bekçisi” olarak konumlanır. Foucault’nun “bilgi-iktidar” bağıntısı burada devreye girer: Terapist, psikolojik bilginin taşıyıcısı olarak, danışanın ruhsal dünyasına dair bir hakikat üretir. Bu hakikat, bilimsel bir çerçevede sunulsa da, ideolojik bir boyut taşır. Örneğin, terapist hangi “normal” tanımına dayanır? Toplumun, kültürün ya da psikoloji disiplininin dayattığı normlar, terapistin tarafsızlığını gölgeler mi? Danışan, kendi acısını anlatırken, farkında olmadan bu normlara uyum sağlamaya mı çalışır? Bu, terapist odasını bir ahlaki sahneye dönüştürür; burada iyileşme, bazen bireyin kendi öznelliğini bir kalıba dökmesi anlamına gelebilir.

Anlatının Sahneleme Sanatı

Terapist-danışan ilişkisi, bir tiyatro sahnesine benzer: Danışan, kendi hikâyesini anlatırken bir performans sergiler; terapist ise bu performansı yönlendiren bir yönetmen gibidir. Foucault’nun söylem analizi, bu sahnelemenin nasıl bir iktidar dinamiği içerdiğini açığa çıkarır. Terapistin kullandığı yöntemler –psikanaliz, bilişsel davranışçı terapi ya da başka bir ekol– birer söylem biçimidir ve her biri, danışanın kendini nasıl ifade edeceğini belirler. Bu, mitolojik bir anlatıya da benzetilebilir: Danışan, kendi ruhsal yolculuğunda bir kahraman gibi görünse de, hikâyesinin çerçevesini terapist çizer. Peki, bu çerçeve özgürleştirici midir, yoksa bireyi belirli bir anlatıya hapseder mi?

Politik ve Tarihsel Miras

Terapistin odası, modern toplumun bir mikrokozmosudur ve tarihsel bağlamdan bağımsız düşünülemez. Foucault, modern kurumların (hastane, okul, hapishane) bireyleri disipline etme aracı olduğunu savunur. Psikoterapi, bu bağlamda, bireyi “iyileştirme” kisvesi altında topluma uyumlu hale getirme aracı olabilir mi? 19. yüzyılın akıl hastanelerinden bugünün terapi odalarına, ruhsal sağlık pratikleri her zaman politik bir boyut taşımıştır. Terapist, bu tarihsel mirasın farkında mıdır? Danışanın “anormal” addedilen davranışlarını düzeltme çabası, ideolojik bir projeye hizmet edebilir mi? Bu, terapist-danışan ilişkisini distopik bir düzleme taşır: İyileşme, bireyin özgünlüğünü yitirmesi anlamına gelebilir mi?

Metaforik İyileşme Arzusu

Terapi, yüzeyde bir iyileşme vaadi sunar, ancak bu vaad, alegorik bir derinlik taşır. Danışan, terapistten bir kurtarıcı, bir bilge ya da mitolojik bir rehber figür bekler. Foucault’nun gözünden bakıldığında, bu beklenti, bireyin kendi öznelliğini bir otoriteye teslim etme arzusudur. Terapist, bu rolde, tarafsız bir ayna olmaktan çok, bir anlam yaratıcısıdır. Danışanın anlattığı her hikâye, terapistin yorumuyla yeniden şekillenir. Bu süreç, sanatsal bir yaratım gibi görünse de, aynı zamanda bir iktidar pratiğidir. Terapistin tarafsızlığı, bu yaratım sürecinde ne kadar mümkün olabilir? Danışanın kendi hakikatini bulması, terapistin rehberliği olmadan mümkün müdür?

Son Bir Düşünce

Foucault’nun iktidar kavramı, terapist-danışan ilişkisini bir güç mücadelesi olarak tanımlamaz; ancak bu ilişkinin, iktidarın ince ve görünmez yollarla işlediği bir alan olduğunu gösterir. Terapistin tarafsızlığı, ne mutlak bir gerçekliktir ne de tamamen bir yanılsama. Belki de asıl mesele, tarafsızlığın mümkün olup olmadığı değil, bu dinamiğin nasıl bir iyileşme ürettiğidir. Terapist, danışanın öznelliğini özgürleştiren bir rehber mi, yoksa farkında olmadan onu bir söylemin içine hapseden bir figür mü? Bu soru, terapinin hem ütopik hem de distopik potansiyelini açıkta bırakır.