Üslup, Arzunun Sansürlenmiş Dili Midir?
I. Freudyen Temel: Üslup, Arzunun Sansürlenmiş Dili Midir?
Freud’a göre her insanın dili, arzularının bastırılmış izlerini taşır. Yazı ise bu arzunun bilinçdışı yoluyla deformasyona uğrayarak dışavurumudur:
- Üslup bir rüya gibidir: doğrudan değil, dolaylı anlatır.
- Yazar, yazarken neyi seçtiği kadar, neyi dışarıda bıraktığıyla da yazıyı kurar.
- Süslü ya da sade üslup, cinsellikten suça kadar birçok bastırılmış temayı yansıtma, yüceltme veya inkâr biçiminde dışavurabilir.
🔹 Örnek: Franz Kafka’nın düzyazıdaki sistemli, mekanik anlatımı; babasıyla yaşadığı güç ilişkisi, suçluluk duygusu ve otoriteyle çatışmasını bastıran bir dil kurgusudur.
Yani üslup, bastırmanın biçimidir.
II. Lacancı Perspektif: Üslup = Özne’nin Eksikliğiyle Dansı
Jacques Lacan için insan dilde bölünmüştür. Konuşan özne, her zaman dilin kendisi tarafından belirlenir. Bu durumda:
- Üslup, öznenin eksikliğini kapatma çabasıdır.
- Metin, yazarın “Ben kimim?” sorusuna bilinçdışı düzeyde verdiği cevaptır.
- Her tekrar, her metafor, her kesinti → “jouissance”ın (hazın) işareti olabilir.
Lacancı okuma şunu ima eder:
“Üslup sadece yazarın kimliğini göstermez, kimliğinin yarasını, boşluğunu ve kaybını da görünür kılar.”
🔹 Örnek: Marguerite Duras’nın kırık cümleleri ve parçalı anlatısı, Lacan’ın “bölünmüş özne”sinin tam karşılığıdır. Okuyucu, anlamı tamamlamaya çalışırken yazarın yarasına dokunur.
III. Julia Kristeva’dan Yanaşım: Üslup, Semiotiğin Patladığı Yerdir
Kristeva, yazıyı sadece sözcüklerin taşıyıcısı değil, bedensel ritimlerin ve bilinçdışı itkilerin dansı olarak görür.
Yazı iki eksenlidir:
- Söylemsel (symbolic): Dilin grameri, mantığı, toplumsal yönü
- Semiyotik (semiotic): Ton, ritim, tekrar, boşluklar, bedenin izleri
Kristeva’ya göre:
- Üslup, yazarın anneyle olan ilk ilişkisinin yankılarını taşır.
- Her metinde bir yerde “anlam çöker” ve anlamdan çok ritim konuşur.
- İşte bu nokta, yazarın bilinçdışı arzularının – özellikle pre-Oidipal düzeydeki – sahneye çıktığı yerdir.
🔹 Örnek: Sylvia Plath’in şiirlerindeki ses ve ritim örgüsü, Kristeva’nın semiyotik alanını güçlü biçimde taşır. Orada yalnızca kelimeler değil, öfke, yas ve anneyle çözülmemiş bağlar konuşur.
SONUÇ:
Buffon’un “Üslup insanın ta kendisidir” sözü, psikanalitik açıdan okunduğunda artık şu hale gelir:
“Üslup, insanın hem bastırdığı arzuların hem de kimliğini oluşturma çabasındaki yaraların izini taşır. Yazar, yazarken aynı anda saklar, itiraf eder, döker ve gizler. Her metin bir bilinçdışı tiyatrodur.”