Geçmişten Günümüze Mahremiyetin Dönüşümü: Baskı, Kültürel Benimseme ve Dürtünün Merkezileşmesi

“Eskiden bastırılan” şey neydi? Neden bastırılıyordu?
“Mahremiyet” neden toplumsal bir değerdi?
Ve bugün neden bu kadar dürtü odaklı bir kültürel yapıya sürüklendik?


1. Eskiden bastırılan neydi? Ve neden bastırılıyordu?

Freud’a göre toplumsal yaşamın temeli, bireysel arzuların bastırılmasıyla mümkündür. Toplum kuralları, bireyin sınırsız haz arayışını denetim altına alır.
İnsanın saldırganlık, cinsellik ve kıskançlık gibi dürtüleri, medeniyetin “bedeli” olarak sınırlanır. Bu sınırlama, otorite figürleri (anne-baba, devlet, din) tarafından içselleştirilerek süregelir.

Neden bastırılıyordu?
Çünkü dürtünün denetimi, hem bireyin hem toplumun uzun vadeli güvenliği ve ilişkisel istikrarı için temel görülüyordu.
Cinsel ya da saldırgan dürtülerin “her an” ifadesi, çatışma, ihlal ve kaos doğurur.
Dolayısıyla bastırma, sadece baskı değil, kültürel yapının istikrarını sağlayan bir filtreydi.


2. Mahremiyet neden ahlaki bir değerdi?

Mahremiyet, hem bireysel sınırları hem de toplumsal düzeni koruyan bir etik çerçeveydi.
Çünkü toplumun sağlıklı işleyişi, bireylerin birbirine “mesafe” koyabilme yetisiyle mümkün olur.
Bu sınırlar:

  • Ne zaman susulacağını,
  • Ne zaman paylaşılacağını,
  • Nerede durulacağını öğretirdi.

Mahremiyet, yalnızca utanmak değil; ötekini “ihlal etmeme” etikasıydı.
Beden, duygu, cinsellik ve güç gösterisi mahremiyet içinde sınırlanarak hem bireyin onurunu korur hem de ötekine saygıyı garanti ederdi.


3. Peki dürtü neden bu kadar merkeze taşındı?

🔻 a. Neoliberal kültür: Dürtüyü metaya dönüştürdü.

Pazarlama dili, insan arzularını hedef alır. Tüketim, hazla bağ kurar.
Bu nedenle “istiyorum, şimdi, hemen” diyen dürtüler teşvik edilir.
Reklamlar, sosyal medya, beden pazarı, dijital flört ekonomisi: Hepsi dürtüsel yapıyı ekonomik kâr nesnesine dönüştürür.

🔻 b. Dijital kültür: Mahremiyetin altını boşalttı.

Instagram, TikTok, YouTube gibi mecralarda mahrem olan şeyler, görülmek uğruna paylaşılır hâle geldi.
“Özel” olan, “kişisel” olmaktan çıkarak gösterinin konusu hâline geldi.
Bu da bastırma değil, “ifşa etme” kültürünü öne çıkardı.

🔻 c. Otoritenin yıkılması: Dürtünün rehbersiz kalması

Aile, okul, din, ideoloji gibi “klasik otoriteler” meşruiyetini kaybettikçe, bireylerin dürtüleri yönsüz kaldı.
Ancak bu özgürleşme değil—kaotik bir iç dünya doğurdu.
Kendi kendini regüle edemeyen birey, sürekli “duygu boşaltımı” yapan, sınır ihlalini fark edemeyen bir kimliğe dönüştü.


🔚 Sonuç:

Bugün bastırmıyoruz çünkü:

  • “Bastırma = baskı” gibi yanlış bir kodlamayla her iç denetimi reddediyoruz.
  • “Mahremiyet”in etik değil “geri kalmışlık” olduğunu düşünüyoruz.
  • Dürtü, artık yalnızca yaşanmıyor, gösteriliyor ve alkışlanıyor.

Oysa etik bastırma, bir yoksunluk değil; bir saygı biçimidir.
Mahremiyet ise utanmak değil; ötekinin sınırına temas etmemeyi bilmektir.


“Bir zamanlar bastırılan dürtüler, yalnızca utançla değil; toplumsal huzur, ötekine saygı ve bireysel sınır bilinciyle ilişkilendirilirdi. Bugün ise bu dürtüler, hem ekonomik hem dijital sistemin teşvikiyle denetimsiz bir şekilde merkeze taşınmış, etik zeminlerinden koparılmıştır.”