Sulukule’nin Tarihsel ve Toplumsal Serüveni

Roman Toplumunun Tarihsel Oluşumu

Sulukule, İstanbul’un en eski mahallelerinden biri olarak, Roman toplumuyla özdeşleşmiş bir mekan olarak tarih boyunca kendine has bir kimlik geliştirmiştir. Romanların bu bölgeye yerleşimi, Bizans dönemine kadar uzanır; ancak Osmanlı döneminde mahalle, özellikle sur dışı bir alan olarak, şehir merkezinin karmaşasından uzak, kendine özgü bir toplumsal düzenin merkezi haline gelmiştir. Osmanlı’nın çok kültürlü yapısı içinde Romanlar, genellikle eğlence, zanaat ve küçük çaplı ticaretle ilişkilendirilmiş, ancak bu roller, aynı zamanda onları toplumsal hiyerarşinin alt basamaklarına sabitlemiştir. 19. yüzyılda, Osmanlı’nın modernleşme çabaları ve Tanzimat reformları, Romanların toplumsal statüsünü yeniden şekillendirmeye çalışsa da, bu süreç, daha çok asimilasyonist politikalarla sonuçlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, ulus-devlet inşası, Roman topluluklarını daha görünmez kılmış, Sulukule gibi mahalleler ise bu toplulukların kendi kültürel pratiklerini sürdürebildiği ender alanlardan biri olarak kalmıştır. Bu tarihsel kırılma noktaları, Romanların Sulukule’deki varlığını, hem bir direnç alanı hem de dışlayıcı politikaların hedefi olarak şekillendirmiştir. Soru şu: Bu tarihsel süreç, Romanların kimliklerini koruma çabalarını nasıl bir ikileme sürükledi?

Kentsel Dönüşüm ve Ötekileştirme

2000’li yıllarda Sulukule’de uygulanan kentsel dönüşüm projeleri, mahallenin tarihsel dokusunu ve Roman toplumuyla bağını derinden sarsmıştır. Bu projeler, yüzeyde modernleşme ve kentin “temizlenmesi” hedefiyle sunulsa da, arka planda daha karmaşık dinamikler barındırır. Osmanlı’dan beri süregelen ötekileştirme pratikleri, Romanları şehirlerin çeperlerine itmiş, Sulukule gibi alanları bir tür “iç sürgün” mekanı haline getirmiştir. Ancak, 21. yüzyılın neoliberal kent politikaları, bu ötekileştirmeyi ekonomik bir mantıkla yeniden yorumlamıştır. Sulukule’nin tarihi surlara yakın konumu, onu emlak piyasası için cazip bir hedef haline getirmiş; bu da, yerel halkın yerinden edilmesiyle sonuçlanan büyük ölçekli projeleri tetiklemiştir. Bu süreç, sadece fiziksel bir yer değiştirme değil, aynı zamanda Roman kültürünün görünürlüğünü ve sürekliliğini tehdit eden bir kültürel silme girişimi olarak değerlendirilebilir. Dönüşüm projeleri, Osmanlı’daki dışlayıcı politikaların bir uzantısı mı, yoksa küresel kapitalizmin kent mekanlarını yeniden şekillendirme stratejisinin bir yansıması mı? Bu, Sulukule’nin hikayesindeki en can alıcı sorulardan biridir.

Eğlence Kimliği ve Toplumsal Algılar

Sulukule, tarih boyunca İstanbul’un eğlence hayatının merkezi olarak bilinmiş, Roman kültürünün müzik, dans ve performans pratikleriyle şekillenmiştir. Bu eğlence kimliği, Romanların İstanbul’un kültürel dokusuna katkısını görünür kılmış, ancak aynı zamanda onlara yönelik sınıfsal ve etnik önyargıları pekiştirmiştir. Osmanlı döneminde, Sulukule’deki eğlence evleri, hem elit kesimlerin ilgisini çekmiş hem de ahlaki yargılarla damgalanmıştır. Cumhuriyet döneminde ise bu kimlik, “marjinal” ve “tehlikeli” bir unsur olarak kodlanmış, Romanların kültürel katkıları çoğu zaman folklorik bir süsleme olarak indirgenmiştir. Bu durum, Roman kültürünün İstanbul’un çok katmanlı yapısına entegrasyonunu hem kolaylaştırmış hem de karmaşıklaştırmıştır. Eğlence kimliği, bir yandan Romanlara toplumsal bir alan açarken, diğer yandan onları stereotiplerle sınırlamış ve dışlayıcı söylemlerin hedefi haline getirmiştir. Peki, bu eğlence kimliği, Romanların kültürel özerkliğini güçlendiren bir araç mı, yoksa onları belirli bir toplumsal role hapseden bir kalıp mı?

Kimlik ve Direnç

Sulukule’nin hikayesi, sadece bir mahallenin değil, aynı zamanda bir topluluğun kimlik mücadelesinin de özetidir. Roman toplumu, tarih boyunca dışlayıcı politikalar ve ekonomik baskılar karşısında, Sulukule’yi bir direnç ve dayanışma alanı olarak inşa etmiştir. Ancak, kentsel dönüşümle birlikte bu alanın fiziksel ve kültürel olarak parçalanması, Romanların kimliklerini koruma çabalarını yeni bir boyuta taşımıştır. Mahallenin yıkımı, sadece evlerin değil, aynı zamanda kolektif belleğin ve kültürel pratiklerin de kaybına yol açmıştır. Yine de, Roman toplumu, müzik ve topluluk dayanışması gibi araçlarla, bu kayıplara karşı direnç geliştirmeye devam etmektedir. Sulukule’nin yeniden inşa süreci, aynı zamanda bir topluluğun kendini yeniden tanımlama çabasıdır. Bu süreçte, Romanların tarihsel olarak ötekileştirilmiş kimlikleri, modern Türkiye’nin kentleşme ve kimlik politikalarıyla nasıl bir diyalog kuracak? Bu soru, Sulukule’nin geleceğini anlamak için kritik bir başlangıç noktası sunuyor.