Sulukule’nin Mimari ve Toplumsal Dönüşüm Serüveni

Geleneksel Mimari ve Roman Yaşam Biçimi

Sulukule’nin geleneksel mimari yapısı, Roman toplumu’nun tarihsel ve kültürel dinamiklerini yansıtan bir ayna gibi işlev görür. Dar sokaklar, avlulu evler ve organik şekilde gelişen yerleşim düzeni, göçebe bir geçmişle yerleşik yaşam arasında bir denge arayışını ifade eder. Bu mimari, planlı bir kentsel tasarımın ürünü olmaktan çok, topluluğun ihtiyaçlarına ve yaşam pratiklerine göre kendiliğinden şekillenmiştir. Evler, genellikle tek ya da iki katlı, mütevazı yapılar olarak inşa edilmiş; avlular ise komşuluk ilişkilerinin, müzik ve dansın, günlük yaşamın merkezi haline gelmiştir. Bu yapılar, Roman toplumu’nun kolektif belleğini ve dayanışmasını somutlaştırır. Göçebe yaşamın esnekliği, bu mimaride sabit bir mekâna adaptasyonla birleşirken, mahallenin dar sokakları, topluluğun içe dönük ama bir o kadar da canlı sosyal yapısını destekler. Ancak bu organik mimari, modern kentsel dönüşüm projeleriyle keskin bir karşıtlık içine girmiştir. Planlı, standartlaşmış ve genellikle ekonomik rant odaklı kentsel dönüşüm projeleri, Sulukule’nin bu kendiliğinden yapısını yok ederek, yerine bireyselliği ve yalıtımı ön plana çıkaran betonarme yapılar getirmiştir. Bu dönüşüm, yalnızca fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda topluluğun yaşam biçimini ve kültürel devamlılığını tehdit eden bir kırılma noktası olmuştur. Sulukule’nin geleneksel mimarisi, bir anlamda, topluluğun tarihsel varoluşuna dair bir direnç noktasıyken, modern projeler bu direnci kırmaya yönelik bir müdahale olarak okunabilir.

Dar Sokaklar ve Avluların Anlamları

Sulukule’nin dar sokakları ve avlulu evleri, yalnızca fiziksel birer unsur olmaktan öte, Roman toplumu için derin anlamlar taşır. Dar sokaklar, mahallenin içe dönük yapısını ve komşuluk ilişkilerinin yoğunluğunu simgeler. Bu sokaklar, bireylerin birbiriyle sürekli etkileşim halinde olduğu, müziğin, sohbetin ve dayanışmanın spontane bir şekilde ortaya çıktığı alanlardır. Avlular ise, Roman toplumu’nun aile ve komşuluk bağlarını güçlendiren, kültürel pratiklerin yaşatıldığı birer toplanma mekânıdır. Bu alanlar, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve toplumsal bir bağın sürdürüldüğü yerlerdir. Örneğin, avluda yapılan bir düğün ya da müzikli bir toplanma, topluluğun kimliğini pekiştiren ritüellerin sahnesi olur. Bu mimari unsurlar, Roman toplumu’nun kolektif kimliğini ve dayanışmasını güçlendiren bir çerçeve sunar. Ancak kentsel dönüşümle birlikte bu dar sokaklar ve avlular, yerini modern apartmanların soğuk koridorlarına ve bireysel dairelerine bırakmıştır. Bu değişim, yalnızca fiziksel mekânın değil, aynı zamanda topluluğun sosyal dokusunun da parçalanmasına yol açmıştır. Dar sokakların ve avluların yok oluşu, Roman toplumu’nun kültürel belleğinin ve toplumsal bağlarının zayıflamasına neden olmuş; bu da, kimlik ve aidiyet duygusunun aşınmasıyla sonuçlanmıştır.

Kentsel Dönüşüm ve Toplumsal Yansımalar

Sulukule’deki kentsel dönüşüm süreci, modern apartmanların yükselişiyle birlikte, mahallenin tarihsel ve kültürel dokusunu kökten değiştirmiştir. Bu süreç, bir yeniden yapılanma örneği olarak sunulsa da, Roman toplumu için bir yerinden edilme deneyimi olarak yaşanmıştır. Modern apartmanlar, yüksek katlı, standartlaşmış yapılar olarak tasarlanmış; ancak bu yapılar, Roman toplumu’nun geleneksel yaşam biçimine uygun olmayan bir mekânsal düzen sunmuştur. Örneğin, avluların ve dar sokakların sağladığı komşuluk ve dayanışma pratikleri, apartman yaşamında yerini bireysel izolasyona bırakmıştır. Bu durum, Roman toplumu’nun sosyal ve kültürel pratiklerini sürdürmesini zorlaştırmış; müzik, dans ve toplu ritüeller gibi kültürel unsurlar, yeni mekânlarda kendine yer bulmakta güçlük çekmiştir. Kentsel dönüşüm, aynı zamanda ekonomik bir boyut taşımış; yeni yapılan lüks konutlar, Roman toplumu’nun ekonomik koşullarına uygun olmayan fiyatlarla sunulmuş ve bu da mahalle sakinlerinin çoğunun Sulukule’yi terk etmek zorunda kalmasına neden olmuştur. Bu yerinden edilme, yalnızca fiziksel bir göç değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir kopuş anlamına gelir. Modernleşme söylemiyle meşrulaştırılan bu süreç, Roman toplumu için bir tür toplumsal dışlanma ve kültürel erozyon olarak deneyimlenmiştir. Yeni mimari, topluluğun tarihsel bağlarını ve yaşam biçimini yok sayarak, standart bir kentsel yaşam modelini dayatmış; bu da, Sulukule’nin özgün kimliğini ve topluluğun aidiyet duygusunu zedelemiştir.