Toplumsal Acımasızlığın Psikodinamiği: Nihal Candan Olayı Üzerinden Bir Analiz

Nihal Candan ve benzeri olaylarda ortaya bilindik bir kitlesel linç ve acımasızlık arzusu ortaya çıktı. Bunu sadece sosyolojik veya ahlaki bir yerden okumak yetersiz kalır. “Neden?” sorusunun cevabı, psikodinamiğin karanlık ama aydınlatıcı koridorlarında yatıyor. Toplumun bu “hevesi”, bireylerin ve kolektif bilincin derinlerindeki mekanizmalarla doğrudan bağlantılıdır.

Bir yanda “yargılama, ölüme azmettirme ve aşağı çekme hevesi”, basit bir ahlaki tepkiden çok daha fazlasıdır. Bu, aynı zamanda kolektif ruhun kendi içsel çatışmalarından ve bastırılmış duygularından kurtulmak için bir günah keçisi bulduğu, ilkel bir ayindir. Bu ayinin arkasındaki temel psikodinamik mekanizmalar şunlardır:

1. Yansıtma (Projection): “Onda Gördüğümüz, Kendimizde Katlanamadığımızdır”

Bu, en temel ve en güçlü mekanizmadır. Yansıtma, kendi içimizdeki kabul edilemez, karanlık ve “günahkâr” bulduğumuz dürtüleri, arzuları ve özellikleri karşımızdaki birine atfederek ondan nefret etme eylemidir. Nihal Candan figürü, toplumun birçok bastırılmış arzusunun üzerine yansıtılabileceği mükemmel bir tuval sunar:

  • Bastırılmış Materyalizm ve Kolay Yaşam Arzusu: Toplum bir yandan materyalizmi ve lüksü arzularken, diğer yandan “alın teri”, “emek” gibi ahlaki değerleri yüceltir. Nihal Candan’ın temsil ettiği iddia edilen “kolay kazanılmış şöhret ve zenginlik”, birçok insanın içten içe arzuladığı ama ahlaken kendine itiraf edemediği bir fantezidir. Bu fanteziyi onda somutlaştırıp cezalandırarak, aslında kendi içlerindeki bu “ahlaksız” arzuyu cezalandırmış ve ondan arınmış olurlar. Ona yönelen nefret, kişinin kendi materyalist gölgesine duyduğu nefrettir.
  • Narsisizm ve Gösterişçilik: Sosyal medya çağında herkes bir parça narsisistik bir teşhirin içindedir. Ancak bu durum aynı zamanda “ayıplanır”. Candan kardeşler, bu narsisizmi en uç ve filtresiz haliyle yaşadığı için, toplumun kendi narsisistik eğilimlerini yansıtabileceği bir yüzey haline gelir. Onların “görgüsüzlüğü” olarak etiketlenen şey, aslında izleyicinin kendi içindeki gösteriş arzusunun bir yansıması olabilir.

2. Haset (Envy) ve Almanların “Schadenfreude” Dediği Şey

Haset, kıskançlıktan farklıdır. Kıskançlık, başkasının sahip olduğuna sahip olmayı istemektir. Haset ise daha yıkıcıdır; başkasının sahip olduğu şeyi kaybetmesini istemektir. Nihal Candan’ın düşüşü, onu daha önce hasetle izlemiş olanlar için derin, karanlık ve tatmin edici bir zevk (Schadenfreude) kaynağı olur.

Onun yaşadığı psikolojik çöküntü (anoreksiya gibi), bu haset dolu bakış için bir zafer anıdır. Çünkü bu durum, “Bak, o sahte ve yapay hayatın sonu budur. Benim mütevazı ama ‘gerçek’ hayatım onunkinden daha değerli” düşüncesini doğrular. Onun acısı, izleyenin kendi hayatındaki eksiklikleri ve tatminsizlikleri için bir teselliye, bir pansumana dönüşür. “O acı çekmeyi hak etti” cümlesi, “Onun sahip olduğu mutluluğu ben de hak etmiyordum” düşüncesinin savunmasıdır.

3. Kolektif Üstbenlik (Kolektif Süperego) ve Sadistik Ceza Arzusu

Her toplumun bir kolektif vicdanı veya Freudyen terminolojiyle bir “üstbenliği” vardır. Bu, doğru ve yanlış hakkındaki ortak kurallar bütünüdür. Nihal Candan, iddia edilen suçlarla (dolandırıcılık) ve temsil ettiği yaşam tarzıyla bu kolektif üstbenliğin kurallarını çiğnemiş olarak görülür.

Ancak burada devreye sadistik bir ceza arzusu girer. Tepki, işlenen suçla orantılı bir adalet arayışından çıkar, “ibretlik” bir yıkım arzusuna dönüşür. İnternetin anonimliği, bireylerin normalde bastırdıkları en ilkel saldırganlık dürtülerini (ölüm arzusu, aşağılama) güvenli bir şekilde dışa vurmalarına olanak tanır. Toplum, adeta ahlak bekçisi kesilmiş bir linç güruhuna dönüşerek, kendi içindeki şiddet potansiyelini meşru bir hedef üzerinde boşaltır.

4. Kırılganlıkla Yüzleşmekten Kaçış

Bir insanın, özellikle de “sevimsiz” veya “suçlu” bulunan birinin psikolojik olarak çöktüğünü görmek, izleyicide rahatsız edici bir gerçeği tetikler: Herkes kırılgan ve çökebilirdir. Bu varoluşsal kaygıyla yüzleşmek zordur. Bu kaygıdan kaçmanın en kolay yolu, acı çeken kişiyi “insan-dışılaştırmaktır”.

“O numara yapıyor”, “İlgi çekmeye çalışıyor”, “Zaten o bunu hak etti” gibi yorumlar, Nihal Candan’ın yaşadığı acının gerçekliğini reddeder. Onu, acı çekebilen, korkan, kırılgan bir insan olarak görmeyi reddederler. Çünkü eğer onun acısı gerçekse, bu demektir ki herkesin başına gelebilir. Onu bir karikatür olarak yaftalamak, kendi ruhsal sağlıklarının ve ahlaki üstünlüklerinin kırılgan olmadığına dair kendilerine verdikleri bir güvencedir.

Sonuç olarak, toplumun bu “hevesi”, ahlaki bir üstünlükten değil, derin bir psikolojik zayıflıktan kaynaklanır. Nihal Candan olayı, toplumun kendi gölgesiyle (materyalizm, narsisizm), hasetiyle, bastırılmış saldırganlığıyla ve en önemlisi kendi kırılganlığıyla yüzleşmekten nasıl kaçtığını gösteren bir ayna işlevi görür. Ve ne yazık ki, bu tür bir toplum, aynada gördüğü çirkin surete tahammül edemediği için aynayı kırmayı tercih eder.