“Yetersiz Anne, Öfkeli Çocuk: Aktarımda Rol Değişimleri”

Terapi odasının en canlı, en zorlayıcı ve en dönüştürücü dinamiklerinden birini, yani geçmişin hayaletlerinin sadece ortaya çıkmakla kalmayıp, rollerin sürekli değiştiği bir tiyatro oyununa dönüştüğü anları işaret ediyor.

Psikanalitik terapi, geçmişin bugünü nasıl şekillendirdiğini anlamak üzerine kuruludur. Ve hiçbir geçmiş, erken dönem anne-çocuk ilişkisi kadar bugünün üzerinde kalıcı bir iz bırakmaz. Anne “yetersiz” olduğunda – yani duygusal olarak ulaşılamaz, depresif, narsisistik, tutarsız veya ihmalkâr olduğunda – çocuk, bu eksikliği ve yarattığı boşluğu doldurmak için bir dizi savunma geliştirir. Bu savunmaların en başında ise öfke gelir.

Ancak bu basit bir öfke değildir. Bu, bir protestodur; “Neden burada değilsin?” diye bağıran bir çığlıktır. Bu, çaresizliğe, korkuya ve terk edilme dehşetine karşı geliştirilmiş bir zırhtır. Ve en önemlisi bu, “Ben varım ve sana ihtiyacım var” demenin en canlı yoludur. İşte bu “Yetersiz Anne, Öfkeli Çocuk” dramı, yıllar sonra terapi odasında, aktarım ilişkisi içinde yeniden sahnelenir. Ancak bu oyunun en ilginç yanı, rollerin sabit kalmaması, sürekli olarak oyuncular arasında yer değiştirmesidir.

I. İlk Sahne: Aktarımın Klasik Yüzü (Hasta = Öfkeli Çocuk, Analist = Yetersiz Anne)

Bu, dinamiğin en sık karşılaşılan ve en kolay tanınan perdesidir. Hasta, çocukluğunda karşılanmamış ihtiyaçlarını ve hayal kırıklıklarını bilinçdışı olarak analiste yöneltir. Analisti, kendisine yetemeyen, onu anlamayan, ihmal eden “yetersiz anne” rolüne yerleştirir.

  • Seansın zamanında bitmesi, annenin onu terk etmesi gibi hissedilir ve öfke yaratır.
  • Analistin tatile çıkması, annenin kendi ihtiyaçlarını çocuğun önüne koymasının acı verici bir tekrarı olur.
  • Analistin nötr duruşu ve öğüt vermemesi, annenin duygusal soğukluğu ve ilgisizliği olarak deneyimlenir.
  • Hastanın taleplerinin karşılanmaması (“Daha sık görüşelim,” “Bana bir tavsiye verin”), onu öfkelendiren, reddedilmiş ve hayal kırıklığına uğramış çocuğa dönüştürür.

Bu sahnede analist, kendi karşı-aktarım duygularında genellikle yetersizlik, çaresizlik, beceriksizlik ve hatta hastanın bitmek bilmeyen talepleri karşısında tükenmişlik hisseder. Yani, hasta tarafından kendisine atfedilen “yetersiz anne” rolünü kendi içinde hissetmeye başlar.

II. Rol Değişimi: Hastanın Analisti “Çocuklaştırdığı” Anlar (Hasta = Yetersiz Anne, Analist = Öfkeli Çocuk)

Terapinin en karmaşık ve en verimli anları, bu rollerin tersine döndüğü anlardır. Hasta, o acı veren, pasif “öfkeli çocuk” rolünde kalmaktan kurtulmak için, bilinçdışı bir manevrayla “saldırganla özdeşleşir”. Yani, çaresiz çocuk olmak yerine, güçlü ama “yetersiz” olan anne rolüne geçer. Bu, acıdan kaçmanın ve kontrolü ele almanın en etkili yoludur.

Bu roldeyken hasta:

  • Analistin yorumlarını küçümser veya değersizleştirir: “Bu çok basit bir yorum,” “Beni hiç anlamıyorsunuz.” Bu tavırla analisti, bir şeyler anlatmaya çalışan ama bir türlü anlaşılmayan “çocuk” pozisyonuna sokar.
  • Seansları “unutur”, geç gelir veya ücreti geciktirir: Bu, bir zamanlar kendisine yapılan ihmalkârlığı, bu sefer analiste yaparak onu bekleyen, hayal kırıklığına uğrayan ve öfkelenen “çocuk” rolüne iter.
  • Aşırı yetkin ve “sağlam” bir duruş sergiler: Kendi sorunlarını kendisinin çözdüğünü, aslında terapiye pek de ihtiyacı olmadığını ima ederek, analisti işe yaramaz, gereksiz ve hatta muhtaç hissettirir.
  • Analisti “ebeveynleştirir”: Ona akıl verir, onu teselli etmeye çalışır ve kendi duygusal ihtiyaçlarını tamamen gizler.

Bu anlarda analist, karşı-aktarımında kendini şaşırtıcı bir şekilde öfkeli, hırçın, talepkâr ve hayal kırıklığına uğramış bir çocuk gibi hisseder. İşte bu his, hastanın kendi “öfkeli çocuk” parçasını analistin içine yansıttığının (projektif identifikasyon) ve kendisinin de “yetersiz anne” rolünü oynadığının en net kanıtıdır.

III. Terapötik Fırsat: Rolleri Anlamak ve Anlamlandırmak

Bu rol değişimleri bir engel değil, paha biçilmez bir fırsattır. Terapistin görevi, kendisine atfedilen bu rollerin içinde kaybolmak yerine, tüm bu oyunu dışarıdan gözlemlemek ve sahnenin tamamını hastaya yorumlamaktır.

Analist, bu dinamiği fark ettiğinde şöyle bir yorumda bulunabilir:

“İlişkimizde ilginç bir rol değişimi fark ediyorum. Bazen bana, size yetemeyen ve sizi hayal kırıklığına uğratan bir anneye duyduğunuz gibi bir öfke yöneltiyorsunuz. Ama bazen de, tam tersi oluyor. Bugün olduğu gibi, siz güçlü ve mesafeli bir duruş sergileyip benim çabamı küçümsediğinizde, ben kendimi size bir türlü ulaşamayan, çaresiz ve hırçın bir çocuk gibi hissediyorum. Belki de bu, sizin için çok tanıdık bir roldür ve o acı veren çocuk rolünde kalmamak için, zaman zaman o güçlü ama ulaşılmaz anne rolünü üstlenmek zorunda kalıyorsunuz.”

Bu tür bir yorum, hastanın kendi içindeki her iki parçayla da – hem öfkeli çocuk hem de o çocuğa yetemeyen anne – temas kurmasını sağlar. Bu, artık bu rolleri dışarıdaki insanlara atamak yerine, bu dinamiğin kendi içinde nasıl işlediğini anlaması için bir kapı aralar.

Sonuç olarak, “Yetersiz Anne, Öfkeli Çocuk” dinamiği, terapi odasında sürekli yer değiştiren bir danstır. Bu rol değişimlerini anlamak, hastanın sadece çocuklukta ne yaşadığını değil, o deneyimle başa çıkmak için bugün nasıl bir içsel yapı kurduğunu da ortaya koyar. İyileşme, bu rollerden birini seçmek değil, hem içindeki o sonsuz ihtiyaç sahibi öfkeli çocuğu hem de o çocuğa bir türlü yetemeyen ebeveyn parçasını şefkatle anlayıp bütünleştirebilmektir.