Teknoloji, İktidar ve İnsanın Modern Çıkmazı: Heidegger ve Baker’ın Eleştirel Diyaloğu
Heidegger’de Teknolojinin Metafizik Temelleri
Heidegger’in teknoloji eleştirisi, basit bir araçsallık sorgusunun ötesine geçer. Ona göre modern teknoloji, “Gestell” (çerçeveleme) kavramıyla ifade ettiği bir varoluş tarzını dayatır. Bu, dünyanın sadece bir “kaynak deposu” olarak görülmesi ve her şeyin verimlilik mantığına tabi kılınmasıdır. Antik Yunan’da “techne”nin bir “açığa çıkarma” (poiesis) edimi olduğunu hatırlatan Heidegger, modern teknolojinin ise doğayı ve insanı sömürülebilir bir nesneye indirgediğini savunur. Bu indirgeme, insanın dünyayla kurduğu anlamlı ilişkiyi yok eder; her şey hesaplanabilir, kontrol edilebilir bir malzemeye dönüşür.
Ulus Baker’de İktidarın Mikrofiziği ve Öznellik
Ulus Baker, Foucault’nun izinden giderek iktidarın modern toplumdaki işleyişini inceler. Ona göre iktidar artık sadece baskıcı değil, üretkendir; bireyleri “özgür” sanarken aslında belirli davranış kalıplarına hapseder. Baker’in “kontrol toplumu” analizi, Heidegger’in teknoloji eleştirisiyle paraleldir: her ikisi de insanın kendini gerçekleştirme imkânlarının nasıl daraltıldığını gösterir. Örneğin, sosyal medya algoritmaları bireyleri özgür seçim yaptığını sanarken aslında önceden belirlenmiş bir dünyaya mahkûm eder.
Yabancılaşmanın Çift Boyutu: Teknolojik ve Toplumsal
Heidegger’in “dasein” (orada-olma) kavramı, insanın otantik varoluşunun teknolojik mantık tarafından nasıl tehdit edildiğini anlatır. Modern insan, sürekli bir “acelecilik” içinde kendini unutur. Baker ise bu yabancılaşmayı toplumsal düzlemde ele alır: tüketim kültürü, insanı sürekli bir eksiklik duygusuna sürükleyerek onu pasif bir tüketiciye dönüştürür. Her iki düşünür de, bu süreçlerin insanı kendine yabancılaştırdığını ve eleştirel düşünme yetisini körelttiğini vurgular.
Sanat ve Direniş: Bir Kaçış Olası mı?
Heidegger, teknolojinin hakimiyetini kırmak için sanatı ve şiiri bir kurtuluş yolu olarak önerir. Ona göre sanat, varlığın hakikatinin açığa çıkmasını sağlar. Baker ise direnişin kolektif ve yaratıcı eylemlerde yattığını savunur. Sinema, müzik ve sokak sanatları gibi pratikler, iktidarın dayattığı kalıpları kırabilir. Ancak bu kaçış imkânları, kapitalizmin her direnişi kendi pazarına eklemleme becerisi karşısında ne kadar etkilidir?
Eleştirinin Sınırları: Umutsuzluğa Kapılmak ya da Yeni İmkânlar Aramak
Heidegger ve Baker’in eleştirileri, modern dünyanın çıkmazlarını gösterirken somut çözümler sunmaz. Heidegger’in “bekleyiş” felsefesi, Baker’in “moleküler direniş” kavramı, bir tür radikal umutsuzluk mu yoksa yeni bir başlangıç umudu mu taşır? Belki de cevap, bu eleştirileri salt teorik düzlemde bırakmayıp gündelik hayatta alternatif pratikler geliştirmekte yatar. Örneğin, teknolojiyi araçsallaştırmadan kullanmak, iktidar mekanizmalarını bozmak için küçük ölçekli dayanışma ağları kurmak gibi…
İnsanın Kendini Yeniden Keşfetme Mücadelesi
Heidegger ve Baker, modernliğin getirdiği yıkıcı dinamikleri farklı açılardan ele alırken aslında ortak bir soruya cevap arar: İnsan, kendini anlamlı bir varoluşa nasıl taşıyabilir? Teknolojinin ve iktidarın dayattığı kalıpları aşmak, salt bir teorik mesele değil, pratik bir varoluş mücadelesidir. Bu mücadele, insanın kendini yeniden tanımlamasını ve dünyayla yeni bir ilişki kurmasını gerektirir. Belki de distopya, tam da bu arayışın başladığı yerdir.



