Yalnızlığın Ötekiyle Sınavı: Hakkâri’de Bir Mevsim ve Buber’in Ben-Sen İlişkisi

Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim adlı eserinde öğretmenin yalnızlığı, Martin Buber’in “ben-sen” ilişkisi felsefesiyle kesişen derin bir varoluşsal sorgulamaya açılır. Öğretmenin ıssız bir coğrafyada, insan ilişkilerinin sınırlarında gezinen deneyimi, bireyin ötekiyle bağ kurma arzusunun hem trajedisini hem de imkânsız bir arayışın anlamını sorgular. Bu metin, öğretmenin yalnızlığını Buber’in felsefesi üzerinden ele alarak, bireyin ötekiyle karşılaşmasının zorluklarını, insanlığın bağ kurma çabasını ve bu çabadaki kırılganlıkları çok katmanlı bir şekilde inceler.

Issızlığın Sessiz Ağıtı

Öğretmenin Hakkâri’deki yalnızlığı, yalnızca fiziksel bir yalıtılmışlık değil, aynı zamanda varoluşsal bir kopuşun ifadesidir. Uzak bir köyde, dilini ve kültürünü tam anlamıyla paylaşamadığı insanlarla çevrili olan öğretmen, Buber’in “ben-sen” ilişkisinin özüne, yani ötekiyle sahici bir karşılaşmaya hasret kalır. Buber’e göre, “ben-sen” ilişkisi, bireyin ötekiyi bir nesne (“o”) olarak değil, bir özne olarak tanıdığı, karşılıklı saygı ve anlayışla şekillenen bir bağdır. Ancak öğretmen, bu bağı kurmakta zorlanır; çevresindeki insanlar, dil bariyerleri, kültürel farklılıklar ve coğrafi izolasyon nedeniyle ona birer “sen” olmaktan çok, anlaşılması güç birer “o” gibi görünür. Bu durum, yalnızlığın yalnızca bireysel bir durum olmadığını, aynı zamanda ötekiyle bağ kuramamanın yarattığı bir boşluk olduğunu gösterir. Öğretmenin sessizliği, bu bağ kurma arzusunun bastırılmış bir çığlığıdır; ne kadar çabalasa da, ötekiyle tam anlamıyla birleşememenin acısı, onun varoluşunu bir labirente dönüştürür.

Karşılaşmanın Kırılganlığı

Buber’in felsefesinde, “ben-sen” ilişkisi, bireyin ötekiyle karşılaşmasında otantik bir diyalog kurabilmesine bağlıdır. Ancak bu diyalog, her zaman kırılgandır; çünkü birey, kendi öznelliğinin sınırlarına hapsolabilir. Hakkâri’de Bir Mevsim’de öğretmenin ötekiyle karşılaşma çabası, bu kırılganlığın somut bir yansımasıdır. Köydeki insanlarla iletişim kurmaya çalışırken, dilin yetersizliği ve kültürel uzaklık, onun “sen” ile buluşmasını engeller. Öğretmen, öğrencileriyle, köylülerle ya da doğayla bağ kurmaya çalışırken, Buber’in idealize ettiği karşılıklılığın yerini çoğu zaman tek taraflı bir çaba alır. Bu çaba, öğretmenin kendi varoluşunu sorgulamasına yol açar: Ötekiyi anlamak, onunla bir olmak mümkün müdür, yoksa insan her zaman kendi yalnızlığına mahkûm mudur? Bu soru, öğretmenin trajedisini derinleştirir; çünkü o, ötekiyle bağ kuramamanın ötesinde, kendi “ben”liğini de tam anlamıyla inşa edememenin sancısını çeker.

Ötekinin Yabancılığı ve İnsanın Sınırları

Buber’in “ben-o” ilişkisi, ötekinin bir nesne olarak algılandığı, araçsal bir karşılaşmayı tanımlar. Öğretmenin köydeki deneyimi, bu tür bir ilişkinin ağırlığını taşır. Köylüler, öğretmen için çoğu zaman birer “o”dur; çünkü onların iç dünyasına nüfuz edemez, onların öznelliklerini tam anlamıyla kavrayamaz. Bu yabancılık, yalnızlığın trajedisini daha da koyulaştırır. Ancak Buber’in felsefesine göre, “ben-sen” ilişkisine ulaşmak, bireyin kendi sınırlarını aşmasını gerektirir. Öğretmen, bu sınırları aşmaya çalışırken, aynı zamanda insan olmanın temel bir gerçeğiyle yüzleşir: Öteki, her zaman bir parça bilinmezdir. Bu bilinmezlik, yalnızlığın kaçınılmaz bir parçasıdır; çünkü insan, ne kadar çabalarsa çabasın, ötekinin tam anlamıyla “sen” olmasına izin veren o kutsal anı yakalamakta zorlanabilir. Öğretmenin trajedisi, bu imkânsızlığın farkına varmasıdır; o, ötekiyle bağ kurma arzusunu taşırken, bu arzunun gerçekleşmesinin önündeki engellerle boğuşur.

Varoluşun Anlam Arayışı

Öğretmenin yalnızlığı, yalnızca ötekiyle bağ kuramamanın trajedisi değil, aynı zamanda varoluşun anlamını sorgulamanın bir yansımasıdır. Buber’in felsefesinde, “ben-sen” ilişkisi, bireyin kendi varoluşunu anlamlandırmasının bir yoludur; çünkü insan, ancak ötekiyle sahici bir bağ kurduğunda kendi “ben”liğini tam anlamıyla keşfeder. Ancak Hakkâri’de Bir Mevsim’de öğretmen, bu keşfi gerçekleştiremez. Onun yalnızlığı, Buber’in idealize ettiği otantik ilişkinin eksikliğiyle daha da derinleşir. Köydeki hayat, öğretmen için bir ayna gibidir; bu aynada, kendi varoluşsal yetersizliklerini, ötekiyle bağ kuramamanın boşluğunu ve insan olmanın kırılganlığını görür. Bu durum, yalnızlığı bir trajedi olmaktan çıkararak, aynı zamanda insanın kendi sınırlarını tanıma sürecine dönüştürür. Öğretmen, bu süreçte, belki de Buber’in “sen”ine ulaşamasa da, kendi “ben”liğini yeniden inşa etme çabasının içinde bir anlam bulur.

İnsanlığın Ortak Yazgısı

Öğretmenin yalnızlığı, bireysel bir deneyim olmanın ötesinde, insanlığın ortak bir yazgısını yansıtır. Buber’in “ben-sen” ilişkisi, ideal bir insanlık durumunu tasavvur eder; ancak gerçek dünyada, bu ideal çoğu zaman ulaşılmazdır. Hakkâri’de Bir Mevsim, bu ulaşılmazlığın hikâyesini anlatır. Öğretmenin köydeki çabaları, insanlığın ötekiyle bağ kurma arzusunun hem yüceliğini hem de trajikliğini ortaya koyar. Bu bağ kurma çabası, dilin, kültürün, coğrafyanın ve bireysel sınırların ötesine geçmeyi gerektirir; ancak insan, bu sınırların içinde hapsolmuş bir varlıktır. Öğretmenin yalnızlığı, bu hapishanın bir metaforudur; o, ötekiyle bağ kuramamanın acısını çekerken, aynı zamanda bu acının insan olmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu fark eder. Bu farkındalık, yalnızlığı bir trajediden çok, insanlığın ortak bir arayışının parçası haline getirir.

Hakkâri’de Bir Mevsim’deki öğretmenin yalnızlığı, Buber’in “ben-sen” ilişkisi üzerinden okunduğunda, bireyin ötekiyle bağ kurma çabasının hem imkânsızlığını hem de bu çabadaki derin anlamı ortaya koyar. Öğretmenin trajedisi, yalnızca ötekiyle bağ kuramamanın değil, aynı zamanda bu arayışın kendisinin insan varoluşunu tanımlayan bir unsur olduğunun göstergesidir. Bu yalnızlık, bir yandan insanın sınırlarını hatırlatırken, diğer yandan bu sınırları aşma çabasının bitmeyen bir yolculuk olduğunu fısıldar.