Akıl, Bilinçdışı ve Demokrasi

Demokratik Kararlar: Beklenti ve Gerçeklik

Demokratik sistemlerde kararların aklaveriye ve bireysel tercihlere dayandığı varsayılır. Yani, toplumun mantıklı düşünüp rasyonel seçimler yaptığı kabul edilir. Oysa gerçekte toplumlar kararlarını yalnızca mantıkla vermez. İnsanların oy verme ve tercih yapma süreçlerinde duygu, inanç ve derin psikolojik etkenler de rol oynar.

Toplumsal Bilinçdışı Nedir?

Toplumun bilinçaltı (kolektif bilinçdışı), o toplumun yüzeye çıkarmaktan kaçındığı ortak duyguları ve deneyimleri barındırır. Bir toplumun bilinçaltında genellikle şunlar bulunur:

  • Bastırılmış geçmiş: Toplumun unutmak ya da unutturmak istediği tarihsel olaylar.
  • Bastırılmış kimlikler: Görmezden gelinen veya dışlanan grup ve kimlikler.
  • Unutulmuş travmalar: Toplumu derinden etkilemiş ama hatırlanmak istenmeyen acı olaylar.
  • İnkâr edilen gerçekler: Resmî olarak kabul edilmeyen ya da yok sayılan tarihsel gerçekler.

Toplumsal bilinçaltında biriken bu unsurlar normal zamanda görünmez olabilir. Ancak bunlar toplum üzerinde gizliden gizliye etkisini sürdürür ve fırsat buldukça ortaya çıkmayı bekler.

Bastırılanlar Nasıl Yüzeye Çıkar?

Bastırılmış duygu ve düşünceler, genellikle kriz anlarında veya yoğun duygusal dönemlerde yüzeye çıkar. Toplum sadece sakin ve mantıklı zamanlardan ibaret değildir; kimi zaman duygular kabarır ve bastırılanlar ortaya dökülür. Örneğin, ekonomik ya da siyasi bir kriz anında, geçmişte görmezden gelinen öfke ve korkular aniden su yüzüne çıkabilir. Aslında bastırılanlar yalnızca büyük krizlerde değil, günlük hayatta da kendini belli eder:

  • Bir lidere duyulan aşırı bağlılık şeklinde ortaya çıkabilir (mantık dışı ölçüde bir lidere tapınma düzeyinde destek vermek).
  • Bir “düşman”a karşı toplu öfke dalgası olarak kendini gösterebilir (toplumun bir kesimini tüm kötülüklerin kaynağı ilan edip ona karşı birleşmek).
  • Bir protesto gösterisinde atılan sloganlar içinde açığa çıkabilir (geçmişin hesaplaşmasını veya bastırılmış talepleri sloganlarla dile getirmek).

Yani toplumun bastırdığı duygu ve düşünceler fırsat bulduğunda çeşitli şekillerde kendini gösterir. Her politik tercih, aslında derindeki bu psikolojik unsurların da bir yansımasıdır.

“Gölge” Kavramı: Bireyden Topluma

Ünlü psikiyatrist Carl Jung’a göre, bireyin kabul etmeyip bastırdığı özellikler bir süre sonra “gölge” adını verdiği olgu olarak geri döner. Yani bir insan, kendinde görmek istemediği yönleri bilinçaltına iter; fakat bu bastırılan yönler gizliden gizliye o kişinin davranışlarını etkilemeye devam eder. Toplumlarda da benzer bir mekanizma işler. Bir toplumun kolektif olarak bastırdığı özellikler ve sorunlar, toplumsal “gölge” olarak geri döner ve toplumun tutum ile tepkilerinde kendini belli eder.

Toplumun gölgesi farklı kılıklarda karşımıza çıkabilir. Örneğin bastırılmış korku ve öfkeler kendini şu biçimlerde gösterir:

  • Aşırı milliyetçilik: Ülkenin iç sorunları görülmezden gelinir ve tüm dikkat dış bir tehdit algısına yönelir.
  • Komplo teorileri: Gerçek sorunlarla yüzleşmek yerine, her olayın arkasında gizli bir düşman veya komplocu güçler aranmaya başlanır.
  • Linç kültürü: Toplum, kendi içindeki huzursuzluk ve kızgınlığı, hedef seçilen bir kişi veya gruba topluca saldırarak dışa vurur.

Bu örnekler, toplumsal gölgenin dışavurumlarıdır. Toplum kendi çözemediği veya kabullenemediği iç problemlerle yüzleşemeyince, “gölge” bu tür sağlıksız davranışlar olarak açığa çıkar.

İçerideki Sorunu Dışarıya Yansıtmak

Bir toplum, kendi içindeki çürüme veya sorunları kabullenmek istemediğinde, bunları dışarıda bir tehdit varmışgibi yansıtmaya eğilimlidir. Yani toplum, iç problemlerinin sorumluluğunu dış güçlere, farklı görünen gruplara veya kolayca hedef haline getirilen “ötekilere” yükler. Örneğin içeride ekonomik adaletsizlik veya tarihsel bir suç varsa, bunun sorumlusu olarak bir dış düşman veya “hain” ilan etmek yaygın bir tepki olabilir.

Bu durumda yabancı ya da farklı olan herkes, toplumun ortak öfkesinin hedefi haline gelir. Oysa toplumun ötekileştirdiği bu kişiler veya gruplar, aslında o toplumun kendi içinde inkâr ettiği özellikleri yansıtır. Toplum kendi tarihsel hatalarını, sınıfsal eşitsizliklerini ve kültürel dışlamalarını bastırdıkça, bunların ağırlığı psikolojik bir gölge olarak içerde büyür. Sonunda da bu yükü hafifletmek için suçlayacak bir “öteki” aranmaya başlanır. Kendi içimizdeki sorunları çözmediğimiz sürece, sorunların kaynağını hep dışarıda zannetmeye devam ederiz.

Liderlere Körü Körüne Bağlılık

Günümüzde pek çok insan, bazı politik liderlere adeta körü körüne bağlanıyor. Bu bağlılık çoğunlukla mantıklı bir değerlendirmeden değil, derin psikolojik ihtiyaçlardan kaynaklanıyor. İnsanlar kaotik ve belirsiz zamanlarda içsel bir güven arayışıyla bir “baba”, “kurtarıcı” veya “kahraman” figürüne yöneliyor. Bu nedenle bir liderin kişisel özelliklerinden ziyade, onun temsil ettiği sembol önem kazanıyor.

Bir lider, toplumun bilinçaltında birikmiş özlem ve sembolleri temsil ettiğinde, o lidere duyulan sadakat sorgulanamaz hale geliyor. Artık bu bağlılık, akıl veya mantık ile açıklanamaz bir noktaya ulaşıyor. Çünkü lidere duyulan sadakat, düşünsel değil, tamamen psikolojik bir bağlanmadır. Lider ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin destekçileri için o sözler tartışılmaz kabul ediliyor.

Bu durumun temelinde, toplumdaki birçok bireyin içsel olarak kendini güvende hissetmemesi yatıyor. Pek çok insan, hayatı boyunca yeterince takdir edilmediğini veya değer görmediğini düşünüyor; kendi öz gücüne erişemediğini hissediyor. İşte bu iç boşluk ve güvensizlik, güçlü görünen bir lidere sığınarak doldurulmaya çalışılıyor. O lider, bu bireylerin bilinçaltındaki kurtarıcı kahraman hayalini somutlaştırmış oluyor ve bu yüzden de eleştirilmesi neredeyse imkânsız hale geliyor.

Gerçek Demokrasi Yüzleşmeyle Başlar

Toplum, sağlıklı bir demokrasiye ulaşmak istiyorsa önce kendi gölgesiyle yüzleşmek zorundadır. Sorunları sürekli dış güçlere veya “o parti, bu grup, şu kişi” gibi dış hedeflere yükleyerek gerçek bir çözüm bulunamaz. Asıl mesele, toplumun kendi içinde yüzleşmekten kaçındığı gerçeklerdedir. Bir toplum, bastırdığı geçmişle, inkâr ettiği hatalarla ve ötekileştirdiği insanlarla hesaplaşmadıkça, gerçek bir dönüşüm yaşayamaz.

Gerçek demokrasi işte bu yüzleşmeyle başlar. Kendi hatalarımızı, korkularımızı ve bastırdığımız değerleri kabul ettiğimizde, artık sorunların kaynağını dışarıda aramaktan vazgeçeriz. Böyle bir yüzleşme olmadan yapılan her seçim aslında bir tekrar olur. Toplum, ismen yeni ama özünde aynı liderleri seçip durur; aynı korkular ve önyargılar etrafında dönen kısır bir döngü devam eder. Ancak toplum kendi gölge yönleriyle yüzleştiğinde, gerçekten özgürce ve bilinçli tercihler yapabilecek olgunluğa erişir.

Değişim Zihniyette Başlar

Hiçbir toplumsal sistem, toplumun zihniyeti değişmeden kökten dönüşemez. Değişim sadece kanunlarda veya kurumlarda değil, insanların zihinlerinde ve ortak hayal gücünde başlamalıdır. Toplumun ortak hayalleri ve beklentileri değişirse, siyasi sistem de zamanla buna uyum sağlar.

Kısacası, demokrasi sadece sandık ve oy demek değildir; aynı zamanda bir toplumun kendi zihinsel altyapısını yenileme cesaretidir. Eski alışkanlıklar ve kalıplar sorgulanmadıkça yeni bir düzen inşa edilemez. Bu yüzden, gerçek değişim önce insanların düşünce yapılarında, değerlerinde ve birbirlerine bakışlarında başlar.

Sonuç: Gençlik, Çeşitlilik ve Yenilik

Toplum kendiyle yüzleşmeye başladığında, yeni ve yaratıcı enerjiler ortaya çıkar. Nitekim son yıllarda meydanlar, farklı tepki biçimleri ve alternatif protestolarla dolup taşıyor. Özellikle genç nesil, birbirinden bağımsız ama yaratıcı enerjisini ortaya koyarak toplumsal hareketlere yön veriyor. Sokaklar ve meydanlar, mizah, sanat ve yenilikçi fikirler içeren eylemlere sahne oluyor. Bu çeşitlilik ve renklilik, toplumun içinde gizli kalmış yenilik potansiyelinin bir göstergesidir.

Çeşitliliğin ve yaratıcılığın değeri anlaşıldıkça, eski korkuların yerini yeni umutlar alıyor. Gençlerin getirdiği taze bakış açısı ve farklı yöntemler, toplumun kendi gölgesiyle yüzleşmesine ve onu dönüştürmesine yardımcı oluyor. Sonuç olarak, gerçek demokrasi ve kalıcı değişim ancak iç barışını sağlamış, geçmişiyle hesaplaşmış ve çeşitliliğini kucaklamış bir toplumda filizlenebilir.