Asansörler Modern İnsanın Yalnızlığını Gizleyemediği Mağaralar mıdır?

Asansörlerde İnsanlarının Birbirinden Gözlerini Kaçırması Sorunsalı

Asansörlerde insanların birbirinin yüzüne bakmamasının ardında, felsefi, kuramsal, psikolojik ve sosyolojik dinamiklerin bir kesişimi yatıyor.

Felsefi Perspektif

Felsefi açıdan, asansördeki bu davranış, insanın varoluşsal yalnızlığı ve ötekiyle karşılaşma anındaki gerilimle ilişkilendirilebilir. Jean-Paul Sartre’ın “Bakış” (le regard) kavramı burada önemli bir referanstır. Sartre’a göre, ötekinin bakışı, bireyin kendi özünü tehdit eder; çünkü bakış, bireyi nesneleştirir ve özgürlüğünü sorgulatır. Asansör gibi dar bir alanda, yabancı birinin gözlerine bakmak, bu varoluşsal gerilimi tetikleyebilir. İnsanlar, bu rahatsız edici karşılaşmadan kaçınmak için bakışlarını yere, duvara veya telefonlarına yöneltir. Bu, bir tür varoluşsal savunma mekanizmasıdır: Ötekinin varlığını kabul etmeden, kendi öznelliğini koruma çabası.

Ayrıca, Martin Heidegger’in “Dasein” (varlık-burada) kavramı bağlamında, asansördeki bu sessiz an, bireyin otantik olmayan bir varoluş biçimine, yani “herkes” (das Man) içinde kaybolma eğilimine işaret edebilir. Asansörde kimse konuşmaz veya bakmaz, çünkü toplumsal normlar, bireyi anonim bir kalabalığın parçası olmaya zorlar. Bu, modern insanın özgünlükten uzaklaşarak toplumsallaşmış bir kayıtsızlık içinde var olma biçimidir.

Kuramsal Perspektif

Kuramsal olarak, bu davranış, sosyalleşme süreçleri ve toplumsal sözleşme teorileriyle açıklanabilir. Erving Goffman’ın “sivil kayıtsızlık” (civil inattention) kavramı, asansördeki bu durumu anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Goffman’a göre, modern toplumda bireyler, kamusal alanda yabancılarla etkileşime girerken bir tür mesafeli nezaket sergiler. Asansörde göz göze gelmekten kaçınma, bu sivil kayıtsızlığın bir biçimidir: İnsanlar, birbirlerinin varlığını fark ettiklerini gösterir (örneğin hafif bir baş selamı veya küçük bir tebessümle), ancak daha fazla etkileşime girmez. Bu, hem bireysel mahremiyeti korur hem de toplumsal düzenin devamını sağlar.

Ayrıca, Michel Foucault’nun “gözetim” (panoptikon) kavramı da dolaylı olarak bu durumu açıklayabilir. Asansör, bir tür mikro-gözetim alanıdır; herkes birbirini potansiyel olarak izler, ancak kimse bu izlemeyi açıkça belli etmek istemez. Göz temasından kaçınma, bireyin kendini bu görünmez gözetimden koruma çabası olarak görülebilir.

Psikolojik Perspektif

Psikolojik açıdan, asansördeki göz temasından kaçınma davranışı, sosyal anksiyete, mahremiyet ihtiyacı ve bilişsel yükle ilişkilidir. Dar bir alanda yabancılarla birlikte olmak, bireyde hafif bir stres tepkisi yaratabilir. Göz teması, duygusal bir bağ kurma veya çatışma riski taşıdığı için, insanlar bilinçdışı bir şekilde bu riskten kaçınır. Bu, evrimsel psikolojiyle de açıklanabilir: Göz teması, primatlarda genellikle bir tehdit ya da bağ kurma sinyali olarak algılanır. Asansör gibi nötr bir alanda, bireyler tehdit algısını minimize etmek için göz temasından kaçınır.

Ayrıca, “bilişsel yük” teorisi de bu davranışa ışık tutar. İnsanlar, asansör gibi kısa süreli ve sınırlı bir alanda, sosyal etkileşimlerin getireceği bilişsel yükü (örneğin, ne söyleyeceğini düşünme, karşısındakinin tepkisini değerlendirme) taşımak istemez. Bu yüzden, telefonlarına bakmak veya yere odaklanmak gibi otomatik davranışlar, zihinsel enerjiyi korumanın bir yoludur.

Sosyolojik Perspektif

Sosyolojik olarak, asansördeki bu davranış, modern kentsel yaşamın ve bireyselleşmenin bir yansımasıdır. Georg Simmel’in “büyük şehir ve zihinsel yaşam” üzerine yazıları, bu bağlamda önemli bir referanstır. Simmel’e göre, kent yaşamı, bireyleri sürekli olarak yabancı uyaranlarla karşı karşıya bırakır. Bu yoğunluk, bireylerin duygusal ve sosyal mesafe geliştirerek kendilerini korumasına yol açar. Asansör, bu kentsel yabancılaşmanın mikro bir örneğidir: İnsanlar, fiziksel olarak yakın olsalar da sosyal olarak mesafelidir.

Ayrıca, bu davranış, kültürel normlarla da şekillenir. Örneğin, bireyselliğin yüksek olduğu Batı toplumlarında, asansörde göz temasından kaçınma daha yaygınken, toplulukçu kültürlerde (örneğin bazı Asya toplumlarında) bu durum farklı biçimlerde tezahür edebilir. Türkiye gibi hem bireyselliğin hem de toplulukçuluğun bir arada bulunduğu toplumlarda, asansördeki davranış, bireyin o anki sosyal bağlamına (örneğin, apartman sakinleri mi, yabancılar mı) bağlı olarak değişebilir.

Sonuç

Asansörde insanların birbirinin yüzüne bakmaması, felsefi açıdan varoluşsal bir gerilim, kuramsal açıdan sivil kayıtsızlık, psikolojik açıdan stres ve bilişsel yükten kaçınma, sosyolojik açıdan ise kentsel yabancılaşma ve kültürel normların bir yansımasıdır. Bu davranış, modern insanın hem kendisiyle hem de ötekiyle olan karmaşık ilişkisini yansıtan bir mikro-ritüeldir. Asansör, bir anlamda, bireyin hem yalnızlığını hem de toplumsallığını aynı anda deneyimlediği bir araftır.