Bihruz Bey ve Fanon’un Kimlik Bunalımı: Karşılaştırmalı Bir İnceleme

Bihruz Bey’in Kimlik Arayışı

Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası romanında Bihruz Bey, Tanzimat dönemi Osmanlı toplumunda Batı’ya öykünen bir karakter olarak öne çıkar. Zengin bir paşa oğlu olan Bihruz, yarım yamalak eğitimi ve yüzeysel Fransızca bilgisiyle, kendisini Batılı bir aristokrat olarak konumlandırmaya çalışır. Onun kimlik arayışı, lüks arabası, şık kıyafetleri ve Fransızca kelimelerle süslü konuşmaları üzerinden şekillenir. Bu davranışlar, Bihruz’un Osmanlı kimliğinden koparak, Batı’nın yüzeysel imgelerine tutunma çabasını yansıtır. Ancak, bu çaba, derin bir kültürel yersizlik ve aidiyet bunalımıyla sonuçlanır. Bihruz, ne tam anlamıyla Osmanlı ne de Batılıdır; iki dünya arasında sıkışmış bir figürdür. Onun Batı taklitçiliği, kişisel bir gösteriş arzusundan çok, dönemin toplumsal dönüşümünün bir yansımasıdır. Tanzimat reformlarıyla başlayan modernleşme süreci, bireylerde kimlik karmaşasına yol açmış, Bihruz gibi karakterler bu değişimin sancılı sonuçlarını yaşamıştır. Bu bağlamda, Bihruz’un kimlik arayışı, bireysel bir meseleden ziyade, kolektif bir dönüşümün parçası olarak okunabilir.

Fanon’un Sömürge Sonrası Kimlik Çatışması

Frantz Fanon, Siyah Deri, Beyaz Maskeler adlı eserinde, sömürge sonrası toplumlarda bireylerin kimlik bunalımını ele alır. Fanon’a göre, sömürgecilik, yerli halkın kültürel kimliğini tahrip ederek onları kendi kültürlerinden uzaklaştırır ve sömürgecinin kültürel normlarını dayatır. Bu süreçte, sömürgeleştirilmiş birey, kendi kimliğini reddederek sömürgecinin kimliğine öykünür, ancak asla tam anlamıyla kabul görmez. Fanon, bu durumu “beyaz maske” metaforuyla açıklar; siyah birey, beyaz kültüre uyum sağlamaya çalışsa da, bu maske onun gerçek kimliğini gizler ve içsel bir çatışma yaratır. Bihruz Bey’in Batı taklitçiliğiyle Fanon’un bu kavramı arasında belirgin bir paralellik bulunur: Her ikisi de, egemen bir kültürün cazibesine kapılarak kendi köklerinden kopar. Ancak, Fanon’un bağlamında bu süreç, sömürgeciliğin doğrudan baskısı ve ırksal hiyerarşilerle şekillenirken, Bihruz’un durumunda Osmanlı’nın kendi modernleşme projesi ve Batı’yla gönüllü entegrasyonu söz konusudur. Bu fark, iki kimlik bunalımının tarihsel ve toplumsal kökenlerini ayırır.

Toplumsal Dönüşüm ve Kimlik Krizi

Bihruz Bey’in Batı taklitçiliği, Tanzimat dönemi Osmanlı toplumunun modernleşme çabalarının bir yansımasıdır. Tanzimat, Batı’nın teknolojik ve idari üstünlüğünü benimseyerek devleti güçlendirmeyi amaçlasa da, bu süreç kültürel bir ikilik yaratmıştır. Bihruz, bu ikiliğin somut bir örneğidir; o, Batı’nın yüzeysel sembollerini (lüks arabalar, moda, Fransızca) benimseyerek modern olduğunu düşünür, ancak bu taklitçilik derin bir kültürel anlama dayanmaz. Fanon’un sömürge sonrası bireyi ise, sömürgecinin kültürel hegemonyası altında kendi kimliğini tamamen reddetmeye zorlanır. Bihruz’un durumunda, Osmanlı’nın kendi iradesiyle Batı’ya yönelmesi, kimlik krizini gönüllü bir özentilikle şekillendirirken, Fanon’un bağlamında bu süreç zorlayıcıdır ve ırksal bir aşağılama içerir. Her iki durumda da, bireylerin kendi kültürlerinden kopuşu, bir tür yabancılaşma ve içsel çatışma yaratır. Ancak, Bihruz’un yabancılaşması daha çok kişisel bir züppelik ve toplumsal statü arayışıyla sınırlıyken, Fanon’un bireyi, sistematik bir kültürel ve ırksal tahakkümle mücadele eder.

Dilin Rolü ve Kimlik İnşası

Bihruz Bey’in Fransızca kelimelerle süslü konuşması, onun kimlik inşasında dilin merkezi rolünü ortaya koyar. Türkçe’yi kaba bulması ve Fransızca’yı bir üstünlük göstergesi olarak kullanması, onun kendi kültürel köklerinden kopuşunu simgeler. Ancak, Bihruz’un Fransızca’sı yüzeyseldir; doğru dürüst şiir çeviremez ve konuşmaları gülünçtür. Bu, onun Batı kültürünü tam anlamıyla içselleştiremediğini gösterir. Fanon’un bağlamında ise, sömürgeleştirilmiş birey, sömürgecinin dilini öğrenerek onun dünyasında kabul görmeye çalışır, ancak bu dil, onun kendi kültüründen uzaklaşmasının bir aracı olur. Fanon, dilin sömürgeci hegemonyanın bir uzantısı olduğunu savunur; sömürgeleştirilmiş birey, bu dili konuşarak kendi kimliğini yok sayar. Bihruz’un dil kullanımı gönüllü bir özentilikten kaynaklanırken, Fanon’un bireyi için bu, hayatta kalma ve kabul görme stratejisidir. Her iki durumda da, dil, kimlik bunalımının bir aynasıdır; ancak Bihruz’un dil kullanımı komik ve yüzeyselken, Fanon’un bağlamında trajik bir boyutu vardır.

Bireysel ve Kolektif Yabancılaşma

Bihruz Bey’in yabancılaşması, bireysel bir züppelik ve toplumsal statü arayışıyla şekillenir. Onun lüks arabası, şık kıyafetleri ve Fransızca konuşma çabaları, kendini Osmanlı toplumunun üst tabakasında konumlandırma arzusunu yansıtır. Ancak, bu çaba, onu ne Batılı ne de Osmanlı yapar; Bihruz, iki dünya arasında bir yersizlik yaşar. Fanon’un sömürge sonrası bireyi ise, kolektif bir yabancılaşma içindedir. Sömürgecilik, sadece bireyi değil, tüm toplumu kendi kültüründen koparır ve sömürgecinin kültürel normlarını dayatır. Bu, bireyin kendi benliğine yabancılaşmasının ötesinde, toplumsal bir kimlik krizine yol açar. Bihruz’un yabancılaşması, kişisel bir seçim ve toplumsal statü arayışıyla sınırlıyken, Fanon’un bireyi, sistematik bir baskının sonucunda kimliğini kaybeder. Bu fark, Bihruz’un trajikomik durumunu, Fanon’un bireyinin trajik durumundan ayırır. Bihruz’un hikayesi, bir bireyin kendi arzuları ve toplumsal baskılar arasında sıkışmasını anlatırken, Fanon’un bireyi, ırksal ve kültürel bir tahakkümle mücadele eder.

Ekonomik Zemin ve Kimlik Dinamikleri

Bihruz Bey’in Batı taklitçiliği, ekonomik bir zemin üzerine kuruludur. Babasından kalan servet, onun lüks yaşam tarzını finanse eder ve mirasyedi kimliğini pekiştirir. Ancak, bu servetin tükenmesiyle Bihruz’un kimlik inşası da sarsılır. Onun Batı’ya öykünmesi, maddi bir gösterişle sınırlıdır; lüks arabası ve kıyafetleri, onun kimliğinin temel taşlarıdır. Fanon’un bağlamında ise, ekonomik tahakküm, sömürgeciliğin temel bir unsuru olarak ortaya çıkar. Sömürgeleştirilmiş birey, ekonomik olarak da sömürgecinin kontrolü altındadır ve bu, onun kimlik bunalımını derinleştirir. Bihruz’un ekonomik bağımsızlığı, onun kimlik krizini gönüllü bir özentilikle şekillendirirken, Fanon’un bireyi, ekonomik bağımlılık ve sömürgeci tahakküm altında kimliğini yeniden inşa etmeye çalışır. Bu bağlamda, Bihruz’un kimlik krizi, bireysel bir savurganlıkla sınırlıyken, Fanon’un bireyi, sistematik bir ekonomik ve kültürel baskının sonucunda kimlik bunalımı yaşar.

Toplumsal Cinsiyet ve Kimlik Performansı

Bihruz Bey’in kimlik performansı, toplumsal cinsiyet normlarıyla da şekillenir. Onun şık kıyafetleri ve lüks arabası, dönemin erkeklik anlayışına uygun bir gösteriş arzusunu yansıtır. Ancak, Bihruz’un Periveş Hanım’a olan platonik aşkı, onun kimlik inşasında romantik bir boyut ekler. Bu aşk, Bihruz’un kendi kafasında idealize ettiği bir kadın figürüne yöneliktir; Periveş, onun Batılılaşma hayallerinin bir yansımasıdır. Fanon’un bağlamında ise, toplumsal cinsiyet, sömürgeci tahakkümün bir başka boyutudur. Sömürgeleştirilmiş erkek, sömürgecinin gözünde “eksik” bir erkeklik konumuna indirgenir ve bu, onun kimlik bunalımını derinleştirir. Bihruz’un toplumsal cinsiyet performansı, gönüllü bir özentilik ve romantik bir idealizasyonla şekillenirken, Fanon’un bireyi, sömürgeci tahakküm altında erkeklik kimliğini yeniden tanımlamaya çalışır. Bu fark, Bihruz’un kimlik krizinin bireysel ve yüzeysel doğasını, Fanon’un bireyinin sistematik ve derin krizinden ayırır.

Sonuç: Kimlik Bunalımının Evrensel ve Yerel Yüzleri

Bihruz Bey’in Batı taklitçiliği ile Fanon’un sömürge sonrası kimlik bunalımı, bireyin kendi kültürel köklerinden koparak başka bir kültüre öykünmesi noktasında benzerlik gösterir. Her iki durumda da, birey, kendi kimliğini reddederek başka bir kimliği benimsemeye çalışır ve bu süreçte bir yersizlik yaşar. Ancak, bu bunalımın kökenleri ve sonuçları farklıdır. Bihruz’un krizi, Osmanlı’nın modernleşme sürecinde gönüllü bir özentilikle şekillenirken, Fanon’un bireyi, sömürgeciliğin sistematik tahakkümü altında kimliğini kaybeder. Bihruz’un trajikomik hikayesi, bireysel bir savurganlık ve toplumsal statü arayışıyla sınırlıyken, Fanon’un bireyi, ırksal, kültürel ve ekonomik bir baskının sonucunda derin bir yabancılaşma yaşar. Bu karşılaştırma, kimlik bunalımının evrensel bir mesele olduğunu, ancak yerel bağlamların bu bunalımı nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar. Bihruz Bey, Tanzimat’ın çelişkili modernleşme sürecinin bir sembolü olarak, Fanon’un evrensel kimlik bunalımı teorisine Osmanlı’ya özgü bir perspektif sunar.