De Sade: Aşkın Suçları İncelemesi – Rüya Topçu
Marquis de Sade’ın Aşkın Suçları eseri, bireyin doğasına ve arzularına dair ezber bozan bir sorgulama sunar. Onun düşüncesinde ahlak, insanın iç dünyasını disipline eden bir kısıtlama değil, aksine doğasına karşı işlenmiş bir şiddet eylemidir. İnsan, toplumun belirlediği sınırlarla şekillendirilmek istenen bir varlık değil, doğasının emrettiklerini özgürce yaşayan bir organizma olmalıdır. Ancak toplumsal düzen, bireyin içsel gerçekliğiyle değil, onun nasıl denetlenmesi gerektiğiyle ilgilenir. De Sade, insanın doğasından kaynaklanan arzuların bastırılmasını bir yozlaşma olarak görür ve bu yozlaşmayı ahlakın kendisinde bulur.
Bireyin arzularını sınırlayan her kural, onu sahte bir kimliğe sürükler. Toplum, insanın “iyi” ve “ahlaklı” bir varlık olmasını beklerken, aslında onun özünden kopmasını teşvik eder. Çünkü ahlak, bireyin iç dünyasından değil, dışarıdan ona dayatılan bir otorite mekanizmasından doğar. De Sade için özgürlük, yalnızca ahlaki kuralları reddetmekle değil, insan doğasını olduğu gibi kabul etmekle mümkündür. İnsan doğası, kendiliğinden gelen arzularla şekillenir ve bu arzuların herhangi bir etik çerçeveye oturtulması, özgürlüğün gasp edilmesi anlamına gelir. Arzu, insanın varoluşunda doğuştan gelen bir güçtür ve onun nasıl yönlendirileceğine dair yapılan her müdahale, doğaya karşı bir şiddet eylemidir.
Ahlak, bireyin özgürce hareket etmesini engelleyen bir denetim mekanizmasıdır. Toplumun “doğru” ve “yanlış” olarak çizdiği sınırlar, aslında hiçbir nesnel temele dayanmaz; yalnızca bireyin nasıl kontrol edileceğini belirleyen yapay kurallardır. De Sade, bu noktada ahlakın keyfî ve çıkarcı doğasını ifşa eder. Toplum, bireyin arzularını bastırmasını, kendini dizginlemesini ve belirli sınırlar içinde kalmasını talep eder. Oysa bu talepler, doğanın işleyişine terstir. Doğa, insanın arzularını özgür bırakmasını, onları bir ahlak filtresinden geçirmeden yaşamasını gerektirir. Ancak toplum, insanın doğasıyla bütünleşmesine izin vermez; aksine, onu bastırarak şekillendirir ve bu bastırma sürecine de ahlak adını verir.
Özellikle aşk ve şehvet söz konusu olduğunda, ahlakın denetleyici mekanizmaları çok daha belirgin hâle gelir. Toplum, aşkı yalnızca fedakârlık, bağlılık ve duygusal derinlikle tanımlayarak onu ahlaki bir çerçeveye oturtur. Oysa De Sade’a göre aşk, saf bir duygudan ibaret değildir; o aynı zamanda bir güç ilişkisidir. İnsanlar, arzularını bastırarak yalnızca kendilerini değil, başkalarını da kontrol etmeye çalışırlar. Oysa aşk, tahakkümden ve arzuların serbestçe ifadesinden ayrı düşünülemez. De Sade için aşk, yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda insanın doğasına uygun bir varoluş biçimidir. Onun özgürlüğü, başkalarıyla kurduğu ilişkilerde de arzularını sınırlandırmamasından gelir. Ancak toplum, bireyin arzularını özgürce yaşamasını “bencil” veya “ahlaksız” olarak tanımlayarak onu disipline etmeye çalışır.
İnsan doğasını olduğu gibi kabul etmek, onun çelişkilerini ve karanlık yanlarını da kabullenmeyi gerektirir. Toplum, insanın “eğitilmesi” ve “kontrol edilmesi” gerektiğini savunurken, De Sade bunun insan doğasına aykırı olduğunu ileri sürer. İnsan ne bir düzen içinde yaşamak zorundadır ne de belirli sınırlarla çevrelenmelidir. İnsan, doğanın bir parçası olarak içgüdüleriyle hareket etmeli, ahlakî kurallara ve toplumsal beklentilere boyun eğmemelidir. Ancak toplum, bu serbestliği tehdit olarak görür ve bireyin özgürlüğünü kısıtlamak için ona ahlakî sorumluluklar yükler. De Sade için bu sorumluluklar yapaydır ve insanı özünden uzaklaştıran birer prangadan başka bir şey değildir.
Aşkın Suçları, bireyin arzuları ile toplumun ona dayattığı ahlak arasında sert bir gerilim yaratır. Bu gerilim, yalnızca bireyin özgürlüğü açısından değil, insanın kendi doğasını nasıl tanımladığı açısından da büyük bir önem taşır. De Sade, insanın arzularının sınırlandırılamayacağını, ahlakın ise doğaya tamamen aykırı bir kavram olduğunu savunur. Onun düşüncesi, düzenin ve uyumun bir gereklilik olduğu fikrine doğrudan meydan okur. Çünkü ona göre gerçek özgürlük, hiçbir sınırın tanınmadığı noktada mümkündür.
Burada kritik bir soru ortaya çıkar: İnsan, gerçekten de ahlakî sınırları olmadan yaşayabilir mi? De Sade için bu sorunun cevabı kesindir: İnsan doğası, kendini kısıtlamaksızın yaşamak zorundadır ve ahlakî yasalar, insanın doğasına yabancılaşmasının en büyük nedenidir. Ancak toplum, varlığını sürdürebilmek için bireyi bastırmak ve denetim altında tutmak zorundadır. De Sade’ın düşünceleri, insanın doğasını anlamak açısından önemli bir provokasyon sunar: Eğer gerçekten özgür olmak istiyorsak, ahlakın ve toplumsal düzenin sınırlarını aşmak zorunda mıyız?
Bu bağlamda, Aşkın Suçları yalnızca bir edebiyat eseri değil, aynı zamanda özgürlüğe, ahlaka ve insan doğasına dair yerleşik fikirlerimize meydan okuyan bir manifestodur. Bireyin arzularını sınırsızca yaşaması, onun gerçek doğasına ulaşmasını sağlar mı, yoksa bu bir kaosa mı yol açar? De Sade, bu soruya net bir yanıt verir: Ahlak, insanın doğasına karşı işlenmiş bir suçtur ve gerçek özgürlük, ancak arzuların kayıtsız şartsız serbest bırakılmasıyla mümkündür.
Rüya Topçu
kendimekatilmiyorum.blogspot.com