Deleuze’ün Arzu Kavramının Freud’un Libidinal Teorilerine Meydan Okuyuşu

Arzunun Yeniden Tanımlanışı
Deleuze, Freud’un libidoyu bireysel bilinçdışına ve cinsel dürtülere bağlayan yaklaşımını eleştirir. Freud, libidoyu bireyin içsel bir enerjisi olarak tanımlar ve bu enerjiyi ailevi çatışmalar (Oedipus kompleksi) ve bastırma mekanizmalarıyla ilişkilendirir. Deleuze ise arzuyu, bireyin ötesine uzanan, toplumsal ve maddi üretim süreçleriyle iç içe bir kuvvet olarak yeniden kurgular. Arzu, onun için, yalnızca cinsel bir dürtü değil, hayatın her alanında yaratıcı bir akıştır. Bu, Freud’un libidonun sınırlı ve patolojik yönlerine odaklanan görüşüne karşı, arzunun sınırsız ve üretken bir potansiyelini vurgular.

Bireyden Kolektife Geçiş
Freud’un teorisi, libidoyu bireysel psişenin bir özelliği olarak ele alırken, Deleuze arzuyu toplumsal bir makine olarak görür. Ona göre arzu, bireysel arzuların toplamından ibaret değildir; toplumsal yapılar, kurumlar ve güç ilişkileriyle şekillenir. Freud’un Oedipus kompleksi, arzuyu aile üçgenine hapsederken, Deleuze bu çerçeveyi reddeder ve arzunun toplumsal üretim süreçlerinde nasıl işlediğini araştırır. Bu, Freud’un birey merkezli modeline karşı, kolektif bir üretim anlayışını öne çıkarır ve arzunun bastırılmaktan ziyade yönlendirildiğini savunur.

Yaratıcılık ve Üretim Odaklılık
Deleuze’ün arzu anlayışı, Freud’un libidoyu eksiklik ve yoksunluk üzerinden tanımlamasına meydan okur. Freud’da libido, tatmin edilmemiş bir ihtiyaçtan kaynaklanır ve bu ihtiyaç tatmin edildiğinde sönümlenir. Deleuze ise arzuyu bir eksiklikten değil, bir üretim sürecinden doğan olumlu bir kuvvet olarak tanımlar. Arzu, onun için, yeni bağlantılar, anlamlar ve gerçeklikler üreten bir makinedir. Bu bakış açısı, Freud’un arzuyu bir gerilim boşaltımı olarak gören indirgemeci yaklaşımına karşı, yaratıcı ve dönüştürücü bir vizyon sunar.

Kurumsal Güç ve Arzunun Yönetimi
Deleuze, arzunun toplumsal düzenlemelerle nasıl şekillendirildiğini ve yönlendirildiğini inceler. Freud’un teorisi, arzunun bastırılmasını bireysel bilinçdışında ararken, Deleuze bu bastırmanın toplumsal kurumlar aracılığıyla gerçekleştiğini öne sürer. Kapitalist sistem, arzuyu belirli kalıplara yönlendirerek üretkenliğini kontrol altına alır. Bu, Freud’un libidoyu bireysel nevrozlarla sınırlayan görüşüne karşı, arzunun toplumsal ve ekonomik düzenlemelerle nasıl manipüle edildiğini ortaya koyar.

Dil ve Temsilin Sınırları
Deleuze’ün arzu anlayışı, Freud’un libidoyu dil ve semboller üzerinden açıklamaya çalışan yaklaşımını da sorgular. Freud, bilinçdışını dilbilimsel bir yapı olarak ele alır ve rüyalar ile semboller aracılığıyla libidoyu çözümler. Deleuze ise arzunun dilin ötesine uzandığını ve maddi akışlarla ifade edildiğini savunur. Ona göre arzu, dilin temsil sistemlerine indirgenemez; bu, Freud’un sembolik ve dilbilimsel çerçeveye olan bağımlılığına bir eleştiridir.