Din, Toplum ve Psişenin Çatışmaları: Freud’un Totem ve Tabu Perspektifinde Tarım Devrimi
Psişenin Üç Harekâtı: İd, Ego ve Süperego
Sigmund Freud’un psişik evreninde insan, id’in ilkel dürtüleri, ego’nun uzlaştırıcı aklı ve süperego’nun ahlaki baskısı arasında sıkışmış bir varlıktır. İd, dizginsiz arzuların kuyusu; ego, bu arzuları toplumsal gerçeklikle dengeleyen bir akrobat; süperego ise vicdanın ve normların kırbacıdır. Freud’a göre din, süperegonun en güçlü silahlarından biridir; toplumu bir arada tutmak için bireyin içsel kaosunu dizginler. Ancak tarım devrimiyle birlikte din, sadece bir kontrol mekanizması mıydı, yoksa bireyin kaybettiği özgürlüğün yankısı mıydı? Bu sorunun cevabı, Freud’un “Totem ve Tabu” teorisindeki ilkel baba figürünün gölgesinde, Göbeklitepe’nin T biçimli sütunlarının sessiz çığlıklarında aranabilir.
Tarım Devrimi: Toprağın Zincirleri
Tarım devrimi, insanlığın avcı-toplayıcı özgürlüğünden yerleşik düzene geçişinin dönüm noktasıdır. Toprak, insanı hem besledi hem de esir aldı. Bu geçiş, Freud’un psiko-politik merceğinden bakıldığında, bireysel arzuların (id) toplumsal normlarla (süperego) çatışmasının başlangıcıdır. Göbeklitepe, tarihin en eski tapınak kompleksi olarak, bu çelişkinin taşlara kazınmış bir yansımasıdır. T biçimli sütunlar, antropomorfik figürleriyle, belki de bir baba figürünün otoritesini simgeliyordu; belki de toplumu birleştiren bir mitin, bir totemik anlatının ilk tohumlarını ekiyordu. Ancak bu tapınaklar, özgürlüğün kaybına karşı bir başkaldırının mı, yoksa kolektif bir teslimiyetin mi izlerini taşıyor?
Totem ve Tabu: Baba Figürünün Hayaleti
Freud’un “Totem ve Tabu” eserinde, ilkel toplulukların baba figürünü hem yücelttiği hem de öldürdüğü bir mit yatmaktadır. Baba, hem korkulan hem de tapınılan bir otoritedir; onun ölümü, suçluluk duygusuyla birlikte toplumu birleştiren tabuların doğuşuna yol açar. Göbeklitepe’nin T biçimli sütunları, bu baba figürünün taşlaşmış bir temsili midir? Bu sütunlar, tarım toplumunun hiyerarşik düzenini meşrulaştırmak için mi dikildi, yoksa avcı-toplayıcı ruhun, toprağın zincirlerine karşı son bir çığlığı mıydı? Freud, dinî ritüellerin bu suçluluk duygusunu yatıştırmak için ortaya çıktığını savunur; ritüeller, bireyin id’ini bastırırken süperegonun otoritesini pekiştirir. Ancak bu ritüeller, aynı zamanda, bireyin kaybolan özgürlüğüne duyduğu özlemin alegorik bir ifadesi olabilir mi?
Dinî Ritüeller: Birleşme mi, İsyan mı?
Göbeklitepe’nin tapınakları, dinî ritüellerin toplumsal bir çimento olarak işlev gördüğünü düşündürür. İnsanlar, toprağa bağlı yaşamın zorluklarını paylaşmak için bir araya geldi; belki de T biçimli sütunlar, bu birleşmenin simgesiydi. Ancak Freud’un gözünden bakıldığında, bu ritüeller aynı zamanda bir isyanın bastırılmış yankılarıdır. İd’in özgür ruhu, tarım toplumunun dayattığı kurallara boyun eğmek zorunda kalmış, ancak bu boyun eğiş sessizce kabul edilmemiştir. Din, bu çatışmayı çözmek için bir ayna sunar: Hem toplumu birleştiren bir baba figürünü yüceltir hem de bireyin içsel isyanını ritüellerle sakinleştirir. Göbeklitepe’nin taşları, bu ikilemin sessiz tanıklarıdır; ne birleşmenin ne de isyanın tam zaferi, sadece insan psişesinin karmaşasının bir yansımasıdır.
Mitoloji ve Tarih: Taşlara Kazınan Anlatılar
Mitoloji, insanlığın tarihsel yaralarını sarmak için kullandığı bir sanattır. Göbeklitepe’nin T biçimli sütunları, belki de bir mitin, bir anlatının taşlaşmış halidir. Freud’un teorisine göre, bu mitler, ilkel babanın öldürülmesiyle doğan suçluluk duygusunu telafi etmek için yaratılmıştır. Ancak tarım devriminin bağlamında, bu mitler aynı zamanda toprağın bereketine duyulan umudu ve özgürlüğün kaybına duyulan hüznü yansıtır. Sütunlardaki oymalar, belki de bir ütopik geçmişi özleyen avcı-toplayıcıların son şarkısıdır; belki de distopik bir geleceğin, yani yerleşik düzenin, ilk habercisidir. Din, bu anlatıları birleştirerek toplumu hem bir arada tutmuş hem de bireyin içsel çatışmalarını susturmuştur.
Ahlaki ve Felsefi Çıkmaz: Özgürlük mü, Düzen mi?
Din, Freud’un gözünde, bireyin özgürlüğünü feda ederek toplumsal düzeni koruyan bir mekanizmadır. Ancak bu düzen, ahlaki bir ikilem doğurur: İnsan, özgürlüğünü mü teslim etmeli, yoksa toplumu mu reddetmeli? Göbeklitepe’nin tapınakları, bu sorunun taşlaşmış bir ifadesidir. T biçimli sütunlar, bir baba figürünün otoritesini yüceltirken, aynı zamanda bireyin id’inin bastırılmış çığlıklarını taşır. Felsefi açıdan, din hem bir kurtarıcı hem de bir gardiyandır; hem toplumu birleştirir hem de bireyi zincirler. Bu çelişki, insanlığın tarım devrimiyle başlayan ve günümüze dek süren bir çıkmazıdır.
Taşların Sessiz Soruları
Göbeklitepe’nin T biçimli sütunları, Freud’un totem ve tabu teorisi ışığında, ne yalnızca bir baba figürünün yüceltilmesi ne de bireysel özgürlüğün isyanıdır; her ikisinin de taşlaşmış bir diyaloğudur. Din, tarım toplumuna geçişte hem birleştirici hem de bastırıcı bir rol oynamıştır. Psişenin çatışmaları, toplumun zincirleri ve mitolojinin anlatıları arasında, insanlık kendi hikâyesini yazmaya devam eder. Peki, bu taşlar bize ne anlatır: Birleşmenin zaferini mi, yoksa özgürlüğün sessiz yenilgisini mi?