Epikürcü veya Stoacı felsefe açısından Oblomov’un yaşam tarzı “bilgece” sayılabilir mi?

Oblomov’un edilginliği, gündelik hayattan ve toplumsal beklentilerden kaçışı; yüzeysel olarak bakıldığında, Epikürcü ya da Stoacı bilgenin “içsel dinginlik” arayışıyla benzerlikler taşıyor gibi görünebilir. Ancak bu benzerlik, derin bir felsefi çözümlemeye tabi tutulduğunda yerini önemli ayrımlara bırakır. Epikürcülük ve Stoacılık, her ne kadar dışsal dünyadan belirli bir çekilme önerse de, bu çekiliş bilinçli, etkin ve rasyonel bir öz-kuruluşun sonucu olarak ortaya çıkar. Oblomov’un yaşamı ise pasiflik, iradesizlik ve dağınık bir içe kapanışla karakterizedir.

I. Epikürcülük Açısından Oblomov: Huzurun Karikatürü mü?

Epikür’ün etik sistemi ataraksia (ruh dinginliği) ve aponia (bedensel acının yokluğu) kavramları üzerine kuruludur. Ona göre mutlu yaşam, hazza dayalıdır; ama burada haz, abartılı zevkler değil, acıdan ve kaygıdan arınmış bir sükûnet durumudur. Bu nedenle Epikür’ün bilgesi sade yaşar, aşırılıklardan kaçınır, dünyevi arzularını ölçüyle sınırlandırır. Epikür, gereksiz arzulardan (zenginlik, şöhret, siyasi güç gibi) arınmayı, içe dönük bir yaşamla özdeşleştirir.

Bu noktada Oblomov’un dünyadan çekilişi, bir tür ataraksia arayışı gibi görünebilir. O, devlet işlerine, aşk ilişkilerine, sosyal hayata ve üretkenlik ideolojisine karşı ilgisizdir. Bu haliyle, Epikürcü bilgenin toplumsal gürültüden sakınmasıyla ortak bir tavır sergiler.

Ne var ki, burada temel bir fark doğar: Epikür’ün sükûneti akılcı bir denge hâlidir; Oblomov’unki ise psikolojik bir tükenmişliktir. Epikür’ün bilgesi, neyi niçin istemediğini bilir; yaşamı ölçerek ve değerlendirerek sürdürür. Oblomov ise kendi pasifliğini ne gerekçelendirebilir ne de onunla barışabilir. Onun hayattan çekilişi bir seçimin değil, bir tür akrasia’nın (irade zayıflığının) ürünüdür. O, yaşamdan kaçarken, aslında hazzı da ıskalar; çünkü onda ne ölçülü bir haz arayışı vardır ne de acıdan bilinçli bir kaçış. Bu nedenle, Oblomov’un hali Epikürcülüğün bilinçli sükûnetini değil, onun karikatürleşmiş bir gölgesini temsil eder.

II. Stoacılık Açısından Oblomov: Apatheia mı, Atalet mi?

Stoacılık, evreni logos’un rasyonel bir düzeni olarak görür ve insanı bu düzene uygun yaşamaya çağırır. Stoacı etik, kişinin dışsal olaylar karşısında apatheia (duygulardan arınmışlık) içinde kalmasını, yalnızca kendi kontrolündeki şeylere odaklanmasını ve kaderi amor fati ile kabul etmesini öğütler. Stoacı bilge, dış dünyaya boyun eğmekle birlikte, içsel bir düzen ve metanet geliştirerek gerçek özgürlüğe ulaşır.

Oblomov’un pasifliği, dış koşullara karşı bir tür duyarsızlık gibi görünebilir. O, başına gelen olayları değiştirmeye çalışmaz, mücadele etmez, şikâyet etmez. Bu tavır, ilk bakışta bir apatheia hali gibi algılanabilir. Ne var ki Stoacı bilge, olaylara kayıtsız kalmaz; onlara hükmetme arzusundan vazgeçerek, akılla içsel bir özgürlük yaratır. Yani apatheia, edilginlik değil, bir tür etkin ruhsal disiplindir.

Oblomov ise duygularından arınmış değildir; aksine onların altında ezilir. Korku, kaygı, kararsızlık ve melankoli onun iç dünyasını belirler. O, Stoacı bilge gibi evrensel düzene uygun yaşamaz; evrensel düzene kayıtsız kalır. Bu da onu Stoacı anlamda bilge kılmaktan çok, Stoacı idealle çelişen bir figüre dönüştürür. Stoacı için kader bir onurlu yüktür; Oblomov için kader, yorganın altına gizlenilmesi gereken bir tehdit gibidir.

III. Ortaklıkların Ötesinde: Pasiflik Bilgelik Değildir

Her iki antik felsefe sisteminde de —Epikürcü ya da Stoacı— bilgelik etkin bir çaba, bilinçli bir yaşam disiplini ve ölçülü bir ahlâkî yönelim gerektirir. Her ne kadar bu felsefeler dünyadan kısmi bir geri çekilişi önerseler de, bu çekiliş, yalnızca daha yüksek bir ruhsal dengeye ulaşmak içindir. Oysa Oblomov’un hayata karşı tavrı, seçilmiş bir sadelik değil, kaçınılmaz bir çözülmedir. Onun çekilişi, felsefî bir otarkeia (kendine yeterlik) değil, psikolojik bir atalettir.

Oblomov Bilge Değil, Yarı-Uykudadır

Sonuç olarak Oblomov’un yaşam tarzı, Epikürcü ya da Stoacı bilgeye dıştan benzese de, içsel yapısı ve dayandığı bilinç düzeyi itibariyle bu felsefi ideallerden çok uzaktır. Onun hayattan geri çekilişi, bilgece bir yaşamın değil, iradesiz bir tükenişin belirtisidir. Felsefi anlamda bilgelik, yaşamla kurulan seçici, ölçülü ve bilinçli bir ilişki biçimidir. Oblomov ise yaşamla ilişki kurmaktan dahi acizdir.

Bu nedenle Oblomov’un pasifliği, antik felsefelerde övülen apatheia ya da ataraksia ile karıştırılmamalıdır. O, bilgece bir dinginlik içinde değil, isteme yetisinin karanlık bir buğusu içinde yaşamaktadır.