Felsefenin ve bilimlerin teolojiden ayrışması hangi gereksinimlere yanıt olarak ne zaman gerçekleştirildi?

İnsanların doğaları, birbirleriyle ve manevi güçlerle olan ilişkileri, yarattıkları ve içinde yaşadıkları toplum yapıları üzerinde zihinsel çalışma yapabileceğimiz düşüncesi, en az yazılı tarih kadar eskidir. Ayrıca kuşaktan kuşağa kulaktan aktarılıp tarihin bir aşamasında yazıya geçirilmiş sözlü bilgeliği de unutmamalıyız.
Bugün sosyal bilimler dediğimiz şey bu bilgeliğin mirasçısıdır. Ne var ki, sosyal bilim kendini bilinçli olarak vahiy yoluyla inmiş ya da akılla çıkarsanmış doğrulardan öte doğruları aramak diye tanımladığı için, onu bilgeliğin uzak ve çoğu zaman kadir bilmez bir mirasçısı gibi görmek gerekir. Sosyal bilim modern dünyaya ait bir girişimdir. Kökleri, onaltıncı yüzyıldan beri tam olgunluğa erişen, kuruluşunda onun da kendine düşeni yaptığı ve parçası olduğu modern dünyada, gerçeklik hakkında, bir biçimde ampirik olarak doğrulanan sistemli, dünyevi bilgi üretme çabasına dayanır. Bu çabaya, aslında sadece bilgi demek olan, scientia adı verildi. Bilim zamanla, her zaman her yerde doğru olanın, doğanın evrensel yasalarını aramak şeklinde tanımlandı.

Çağdaş bilimin doğuşu
Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllardaki biçimiyle doğa bilimleri öncelikle gökyüzü mekaniğinin incelemesinden yola çıkılarak kuruldu. Deneysel, ampirik çalışmalar bilimin vizyonunda merkezi bir yer edindikçe, felsefe, doğa bilimcilerine giderek, gerçek hakkında a priori, deneye tabi tutulamayan önermeler geliştirmekle suçlanan teolojinin yerini alan bir dal olarak görünmeye başladı. Ondokuzuncu yüzyıla doğru, bilgideki bu ayrışma iki dalın “ayrı ama eşit” oldukları yolundaki eski anlamını yitirdi ve yerini, en azından doğa bilimcilerinin gözünde, kesin olan bilgiyi (bilim), hayal edilen, giderek hayali (bilim olmayan) olandan üstün gören bir hiyerarşiye bıraktı. Nihayet, ondokuzuncu yüzyıl başında bilimin üstünlüğü dilde de tescil edildi. Tanımlayıcı bir sıfat taşımadan kullanıldığında bilim, öncelikle (hatta sadece) doğa bilimi anlamına kullanılır olmuştu.
Modern devletin kararlarını dayandırabileceği daha kesin bilgiye duyduğu gereksinim daha onsekizinci yüzyılda yeni bazı bilgi kategorilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Fakat bu kategorilerin tanımları ve sınırları henüz kesin olmaktan uzaktı. Sosyal filozoflar “sosyal fizik”ten söz ediyor, Avrupalı düşünürler dünyada çok çeşitli sosyal sistemlerin varolduğunu farketmeye başlıyorlardı. Bu çeşitlilik açıklanmaya muhtaçtı. Üniversite (daha önceleri Kilise ile fazla içli dışlı olduğu için onaltıncı yüzyıldan beri ölmeye yüz tutmuş bir kurumdu) işte bu bağlamda, onsekizinci yüzyılın sonu ile ondokuzuncu yüzyılda, bilginin yaratıldığı başlıca kurumsal yer olarak yeniden canlandı.
Gulbenkain Komisyonu Raporu’ndan

50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem
Editör: Alâeddin Şenel
Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Mayıs 2012