Gılgamış’ın Ölümsüzlük Arayışı: Aydınlanmanın Diyalektiği ve Modern Mitolojiler

Gılgamış’ın Ölümsüzlük İsteği ve Aydınlanmanın Çelişkileri

Gılgamış Destanı, insanlığın en eski yazılı anlatılarından biri olarak, Mezopotamya’nın derin bir varoluş sorgulamasına işaret eder. Gılgamış’ın, dostu Enkidu’nun ölümüyle tetiklenen ölümsüzlük arayışı, Theodor Adorno’nun “aydınlanmanın diyalektiği” kavramıyla çarpıcı bir diyalog kurar. Adorno, aydınlanmanın aklı yüceltirken doğayı ve insanı nesneleştiren bir tahakküm ürettiğini savunur. Gılgamış’ın doğaüstü güçlere meydan okuyan yolculuğu, bu tahakkümün erken bir biçimini yansıtır: İnsan, doğanın sınırlarını zorlayarak tanrısal bir kudret peşinde koşar, ancak bu çaba kendi kırılganlığını ve mortalitesini daha keskin bir şekilde açığa vurur. Gılgamış’ın destansı çabası, aydınlanmanın akıl yoluyla evreni fethetme arzusunun hem zaferini hem de trajik başarısızlığını önceler. Ölümsüzlük arayışı, insanın kendi sınırlarını reddetme dürtüsünü ve bu reddedişin kaçınılmaz hüznünü taşır.

Transhümanizm ve Gılgamış’ın Modern Yankıları

Modern çağda, Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı, transhümanizm ideolojisiyle yeniden anlam kazanır. Transhümanizm, biyoteknoloji, yapay zeka ve genetik mühendisliğiyle insanın bedensel ve zihinsel sınırlarını aşma vaadini taşır. Ancak bu, Adorno’nun eleştirdiği aydınlanmacı aklın bir uzantısıdır: Doğayı ve insanı “mükemmel” bir forma zorlama girişimi, yeni bir tahakküm biçimi yaratır. Gılgamış’ın Utnapiştim’den ölümsüzlük sırrını öğrenme çabası, bugünün bilim insanlarının yaşlanmayı durdurma veya bilinci dijital bir ortama aktarma projeleriyle paralellik gösterir. Her iki anlatı da aynı soruyu sorar: Ölümsüzlük, insanın özgürleşme rüyası mı, yoksa kendi varoluşsal sınırlarını inkâr eden bir yanılsama mı? Transhümanizm, Gılgamış’ın bitkiyi yitirdiği an gibi, teknolojik bir zaferle bile insanın kırılganlığına teslim olduğunu gizler.

Interstellar ve Mitolojik Yeniden Üretim

Christopher Nolan’ın Interstellar filmi, Gılgamış’ın arayışını modern bir mitolojik metafor olarak yeniden inşa eder. Filmde, insanlık yok olmanın eşiğindeyken, Cooper’ın uzay yolculuğu ve türün hayatta kalması için verdiği mücadele, Gılgamış’ın ölümsüzlük arzusunu anımsatır. Ancak Interstellar, bu arayışı bilimsel bir çerçeveye oturtur: Kara delikler, solucan delikleri ve zamanın bükülmesi, Gılgamış’ın mitolojik yolculuğunun teknolojik bir yorumudur. Film, insanlığın kurtuluşunu vaat ederken, aynı zamanda Adorno’nun eleştirdiği aklın sınırlarını sorgular. Cooper’ın kızı Murph’le kurduğu bağ, Enkidu’nun Gılgamış için taşıdığı duygusal ağırlığı yansıtır; insan, ne kadar evreni fethetmeye çalışsa da, duygusal bağlarının kırılganlığına mahkûmdur. Interstellar, Gılgamış’ın trajedisini bir umut anlatısına dönüştürse de, bu umut, insanlığın kendi sonluluğuyla yüzleşme zorunluluğunu örtbas edemez.

İnsanlığın Çelişkili Doğası

Gılgamış Destanı, transhümanizm ve Interstellar arasındaki diyalog, insanlığın çelişkili doğasını ortaya koyar: Hem tanrısal bir kudret peşinde koşarız hem de mortalitemizin yasını tutarız. Adorno’nun aydınlanmanın diyalektiği, bu çelişkileri çözmek yerine, onları daha görünür kılar. Gılgamış’ın başarısızlığı, insanın sınırlarını kabul etmesiyle bir bilgelik kazanmasını sağlar; ancak modern dünyada, bu bilgelik, teknolojik ilerlemenin gölgesinde kaybolur. Interstellar’ın umut dolu finali bile, insanlığın evrenin uçsuz bucaksızlığında yalnız kalma korkusunu taşır. Bu anlatılar, insanlığın kendi varoluşunu sorgulama cesaretini ve bu sorgulamanın getirdiği hüznü birleştirir. Ölümsüzlük arayışı, belki de insanın en büyük zaferi ve en derin yenilgisidir.