Göbeklitepe, Karahantepe ve Çatalhöyük: Anadolu’nun İlk Yerleşimlerinin Mezopotamya ile Dansı ve Derrida’nın Yapısöküm Merceği

Anadolu’nun kadim toprakları, insanlığın ilk yerleşimlerinin sahnesi olarak tarih sahnesine çıkarken, Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük ve Nevala Çori gibi merkezler, yalnızca taş ve toprak değil, aynı zamanda insanlığın anlam arayışının, mitolojik haykırışlarının ve toplumsal düşlerin izlerini taşır. Bu yerleşimler, Mezopotamya’nın bereketli hilaliyle kurdukları ilişkiyle, insanlığın ilk büyük sorularını sorar: Toplum nasıl inşa edilir? Eşitlik mümkün müdür? Anıtlar, tapınaklar ve hiyerarşiler olmadan bir dünya hayal edilebilir mi? Jacques Derrida’nın yapısöküm felsefesi, özellikle Çatalhöyük’ün anıtsız, merkezsiz yapısını anlamak için güçlü bir mercek sunar.


Göbeklitepe: İnsanlığın İlk Tapınağı mı, Yoksa Anlam Arayışının İlk Sahnesi mi?

Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın taşlı tepelerinde, yaklaşık 12.000 yıl önce, insanlığın avcı-toplayıcı ruhunun tapınaklarla tanıştığı bir kırılma noktasıdır. T biçimli devasa taşlar, hayvan figürleriyle süslü sütunlar, sanki bir mitolojik tiyatronun dekorları gibi yükselir. Bu yapılar, Mezopotamya’nın erken kültürleriyle bir diyalog kurar; zira buradaki ritüeller, bereketli hilalin tarım devrimine geçiş sancılarını yansıtır. Göbeklitepe, hiyerarşinin ilk tohumlarını mı atıyordu, yoksa kolektif bir anlam arayışının sahnesi miydi? Derrida’nın yapısöküm perspektifinden bakıldığında, bu anıtlar bir “merkez” oluşturuyor gibi görünse de, onların gömülmesi, kapatılması, sanki bir reddediş, bir merkezsizlik jesti gibi okunabilir. İnsanlık, tanrılarla konuşurken bile sabit bir otoriteye teslim olmayı reddetmiş olabilir mi? Göbeklitepe, taşlara kazınmış bir soru olarak durur: İnsan, kendi yarattığı anlam merkezlerini yok ederek özgürleşebilir mi?


Karahantepe: Göbeklitepe’nin Kayıp Kardeşi ve İnsanlığın İlk Hikâyeleri

Karahantepe, Göbeklitepe’nin gölgesinde, ama onunla aynı çağın nefesini paylaşarak, insanlığın erken mitolojik anlatılarının bir başka sahnesidir. Burada da T biçimli taşlar, insan ve hayvan figürleriyle, sanki bir proto-yazı gibi, Mezopotamya’nın mitleriyle akraba bir hikâye anlatır. Karahantepe’nin ritüel alanları, bireysel değil, topluluğun kolektif psişesini yansıtır. Bu alanlar, Derrida’nın “yazı” kavramına benzer bir şekilde, sabit bir anlamı değil, sürekli yeniden yorumlanan bir anlamlar ağını işaret eder. Karahantepe, Mezopotamya’nın Sumer ve Akad kültürleriyle bağlantılı olabilir; zira buradaki semboller, daha sonra yazının doğuşuna zemin hazırlayan bir proto-anlatı gibi görünür. Peki, bu taşlar, insanlığın ilk hikâyesini mi anlatıyor, yoksa unutulmuş bir ütopyanın son yankıları mı?


Çatalhöyük: Eşitlikçi Bir Dünyanın Merkezsiz Düşü

Çatalhöyük, Konya’nın düzlüklerinde, yaklaşık 9.000 yıl önce, anıtsal yapıların yokluğuyla dikkat çeker. Evler, birbirine bitişik, kapısız, çatılardan girilen bir labirent gibi düzenlenmiştir. Bu, Derrida’nın merkezsizlik kavramıyla çarpıcı bir uyum gösterir: Hiçbir ev diğerinden üstün değildir, hiçbir tapınak ya da saray toplumu domine etmez. Çatalhöyük’ün eşitlikçi yapısı, hiyerarşik bir “merkez”in reddi olarak okunabilir mi? Derrida’nın yapısöküm felsefesi, her sabit anlamın, her otorite merkezinin sorgulanmasını önerir. Çatalhöyük’te bu, fiziksel bir gerçekliktir: Toplum, merkezi bir otorite olmadan, kolektif bir uyumla işler. Ancak bu eşitlikçi düş, Mezopotamya’nın hiyerarşik şehir devletleriyle karşılaştırıldığında, bir ütopya mıdır, yoksa kırılgan bir deney mi? Çatalhöyük’ün evlerinde, her bir odada bulunan küçük figürinler, bereket tanrıçaları ya da bireysel ritüeller, bir proto-feminist okumanın mı, yoksa bireysel anlam arayışının mı izleridir?


Nevala Çori ve Mezopotamya: Ortak Bir Mirasın İzleri

Nevala Çölü, Göbeklitepe ve Karahantepe ile çağdaş, ancak daha az bilinen bir yerleşimdir. Buradaki buluntular, özellikle insan figürleri ve ritüel alanları, Mezopotamya’nın erken kültürleriyle doğrudan bir bağ kurar. Nevala Çori’nin taş heykelleri, insanlığın kendisini temsil etme çabasının ilk adımlarıdır. Bu figürler, Mezopotamya’nın daha sonra gelişecek olan tanrı ve kral heykelleriyle akrabadır. Derrida’nın perspektifinden bakıldığında, bu heykeller, sabit bir “benlik” ya da “otorite” imgesi yaratma çabasını değil, sürekli değişen bir anlamlar ağını temsil eder. Nevala Çori , Göbeklitepe ve Karahantepe ile birlikte, Mezopotamya’nın mitolojik ve toplumsal mirasına bir köprü kurar. Bu yerleşimler, insanlığın ilk büyük sorusunu sorar: Toplum, birey ve tanrı arasındaki ilişki nasıl tanımlanır?


Mezopotamya ile Anadolu: Bir Karşılaşma mı, Bir Akış mı?

Anadolu’nun ilk yerleşimleri, Mezopotamya ile bir karşılaşmadan çok, bir akışın parçasıdır. Göbeklitepe ve Karahantepe’nin ritüel merkezleri, Mezopotamya’nın bereketli hilalindeki tarım devrimiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkar. Çatalhöyük’ün eşitlikçi yapısı, Mezopotamya’nın hiyerarşik şehir devletleriyle tezat oluştururken, Nevala Çori’nin heykelleri, Sumer’in tanrı-kral imgelerine bir önsöz gibi görünür. Derrida’nın yapısöküm merceği, bu ilişkiyi sabit bir “merkez” ya da “köken” arayışından uzaklaştırır. Anadolu ve Mezopotamya, birbirine rakip ya da hiyerarşik bir ilişki içinde değil, bir anlamlar ağının düğümleri olarak okunabilir. Bu düğümler, insanlığın mitolojik, toplumsal ve felsefi hikâyesini dokur. Peki, bu akış, insanlığın eşitlik hayalini mi taşıyordu, yoksa hiyerarşinin kaçınılmaz yükselişini mi?


Son Söz: Merkezsiz Bir Geleceğin Hayali

Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük ve Nevala Çori, insanlığın ilk yerleşimlerinin yalnızca arkeolojik kalıntıları değil, aynı zamanda felsefi ve mitolojik bir sorgulamanın izleridir. Derrida’nın yapısöküm perspektifi, özellikle Çatalhöyük’ün merkezsiz yapısını, hiyerarşiye karşı bir direniş olarak okumaya olanak tanır. Ancak bu direniş, Mezopotamya’nın hiyerarşik düzenine karşı bir yenilgiyle mi sonuçlandı, yoksa insanlığın eşitlik hayalini yeniden hayal etme şansı mı sunuyor? Bu yerleşimler, taşlara kazınmış bir soruyla bizi baş başa bırakır: İnsanlık, merkezsiz bir dünya düşleyebilir mi, yoksa her toplum, sonunda kendi anıtlarını mı inşa eder?