Hititlerde Yemek ve Adalet: Antik Toprakların Modern Yankıları

Toprağın Bereketine Tapınış

Hititler, Anadolu’nun bereketli topraklarında, tanrıların sofrasına ortak olmayı kutsal bir denge sayardı. Yemek, yalnızca bedeni değil, ruhu ve toplumu besleyen bir ritüeldi. Tarım, Hitit ekonomisinin belkemiğiydi; buğday, arpa ve üzüm tanrılara adanır, festivallerde paylaşılırdı. Ancak bereketin gölgesinde, açlık korkusu her zaman pusudaydı. Kuraklık ya da savaş, tanrıların öfkesine yorulurdu. Hititler, israfı önlemek için tahıl ambarları inşa eder, stokları titizlikle yönetirdi. Krallar, halkın aç kalmaması için tanrılara kurbanlar sunar, ritüellerle bolluğu çağırırdı. Bu, bir nevi toplumsal sözleşmeydi: Toprak verir, insan korur. Peki, bu düzen her zaman adil miydi? Tanrıların sofrasında herkes eşit mi otururdu?

Kralların Ambarı, Halkın Ekmeği

Hitit toplumunda yemek dağıtımı, hiyerarşinin aynasıydı. Saray ve tapınaklar, tahılın büyük kısmını kontrol eder, köylülere ve işçilere paylarını dağıtırdı. Ancak bu paylaşım, modern anlamda bir eşitlik değil, statüye dayalı bir lütuftu. Zenginler, tanrılara adanan ziyafetlerde bollukla şölen yaparken, alt sınıflar çoğu zaman kıt kanaat geçinirdi. İsraf, sarayın şatafatında değil, ama kaynakların adaletsiz dağıtımında saklıydı. Hitit yasaları, hırsızlığı ve tahıl kaçakçılığını ağır cezalarla engellerken, açlığın kök nedenlerine dair bir sorgulama nadiren yazılı tabletlere yansırdı. Bugünün dünyasında, gıda adaletsizliğinin gölgesinde, bu antik düzen ne kadar tanıdık görünüyor? Milyonlarca ton gıda çöpe giderken, açlık çeken milyonlar, Hitit ambarlarının gölgesinde mi yaşıyor?

Tanrıların Öfkesi, İnsanların Çaresizliği

Hititler, açlığı tanrıların cezası olarak görürdü; bu inanç, toplumu bir arada tutan mitolojik bir çimento işlevi görürdü. Kuraklık ya da kıtlık, kralın ve rahiplerin ritüellerle tanrıları yatıştırma çabasını hızlandırırdı. Ancak bu, aynı zamanda bir ideolojik araçtı: Açlık, bireysel bir başarısızlık değil, kolektif bir günahın sonucu olarak sunulurdu. Böylece, sistem sorgulanmaz, tanrıların iradesine boyun eğilirdi. Modern dünyada ise gıda adaletsizliği, tanrıların öfkesi yerine piyasa dinamiklerine, politik ihmallere ve küresel eşitsizliklere bağlanıyor. Ama değişen ne? Hititlerin ritüelleri, bugünün yardım kampanyalarına mı dönüştü? Kıtlığın suçunu bireylere yükleyen söylemler, antik tabletlerden mi kopyalandı?

Toplumun Sofrasında Adalet Arayışı

Hititlerde yemek, sadece karın doyurmaz, aynı zamanda toplumsal bağları güçlendirirdi. Festivaller, farklı sınıflardan insanları bir araya getirir, ortak bir kimlik yaratırdı. Ancak bu birleşim, geçici bir illüzyon muydu? Zenginler ve yoksullar aynı sofrada buluşsa da, tabaklarındaki porsiyonlar eşit değildi. Bugün, gıda adaletsizliği tartışmaları da benzer bir çelişkiyi yansıtıyor: Gıda yardım programları, açlığı hafifletse de, sistemik eşitsizlikleri çözmüyor. Hititlerin ambarları, modern gıda bankalarına benziyor; her ikisi de acil çözümler sunuyor, ama köklü değişimlere cesaret edemiyor. Peki, adalet, sadece karın doyurmak mıdır, yoksa sofrada eşit oturma hakkı mı?

Antik Topraklardan Günümüze Dersler

Hititlerin yemekle ilişkisi, bolluk ve kıtlık arasında bir denge arayışıydı. Onlar, toprağın cömertliğini tanrılara borçlu bilir, israfı önlemek için sistemler kurardı. Ancak bu sistemler, hiyerarşiyi pekiştiren bir araç olarak da işliyordu. Bugün, gıda adaletsizliği, küresel bir sorun olarak karşımızda duruyor. Milyarlarca dolarlık gıda üretimi, bir yandan obeziteyi körüklerken, diğer yandan açlığı sürdürüyor. Hititlerin tanrılara yalvarışı, bizim teknolojiye ve piyasaya olan inancımıza mı benziyor? Antik ambarların tozlu tabletleri, modern dünyadaki gıda politikalarına ne söylüyor? Belki de asıl soru, sofrayı kimin kurduğudur.