Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Deli Filozof” adlı romanında “Deli” olarak nitelenen karakter, aslında toplumun yanılsamalarını mı görmektedir? Çoğunluğun kabul ettiği şey, gerçekten “doğru” mudur?
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Deli Filozof’undaki “deli” olarak damgalanan karakter, toplumsal normların ve kolektif kabullerin sorgulanması üzerinden derin bir felsefi probleme işaret eder. Bu karakter, görünüşteki irrasyonelliğine rağmen, toplumun kabul ettiği “akılcılık” maskesinin ardındaki yanılsamaları deşifre eden bir tür “hakikat gören” (aletheia) figürüdür. Peki, bu durumda, çoğunluğun mutabık kaldığı şey, hakikatin kendisi midir, yoksa sadece bir konsensüs yanılsaması mıdır?
Toplumsal İnşanın Eleştirisi: Hakikat mi, Yanılsama mı?
“Deli”nin perspektifi, Nietzsche’nin “Çılgın İnsan” (Der tolle Mensch) alegorisiyle paralellik taşır: Toplumun “akıl” dediği şey, aslında tarihsel süreçte kristalleşmiş önyargılar, gelenekler ve iktidarın ürettiği normlardan ibarettir. Bu bağlamda, karakterin “deliliği”, toplumun kutsadığı rasyonalitenin kendisinin bir tür kolektif çılgınlık olduğunu gösteren bir aynadır.
Platon’un mağara alegorisi burada devreye girer: Toplum, mağaranın duvarındaki gölgelere bakarak bunları gerçek sanan mahkûmlar gibidir. “Deli” ise zincirlerinden kurtulup dışarı çıkan ve gerçekliği olduğu gibi gören filozoftur. Ancak mağaraya döndüğünde, gördüklerini anlatma çabası, diğerleri tarafından “sapkınlık” olarak yaftalanır.
Çoğunluğun Hakikati: Sosyolojik Bir Yanılsama mı?
Kierkegaard’ın “kalabalığın yalanı” kavramı, çoğunluğun mutabakatının hakikati temsil etmediğini savunur. Toplum, korkudan, tembellikten veya konformizmden ötürü eleştirel düşünceden kaçar ve “doğru”yu statükoyla özdeşleştirir. Deli Filozof’taki karakterin isyanı, bu kolektif hipnoza karşı bir uyanış çabasıdır.
Ancak burada şu soru belirir: Eğer hakikat çoğunluğun kabullerinden bağımsızsa, onu kim/nasıl tanımlayacaktır? Foucault’nun “deliliğin tarihi” üzerine analizleri, “akıl” ve “delilik” kategorilerinin iktidar tarafından inşa edildiğini gösterir. Bu durumda, “deli”nin hakikati, iktidar söylemlerinin dışında bir yerde mi konumlanır, yoksa o da başka bir tür öznel yanılsama mıdır?
Hakikat Arayışında Trajik Bir Figür
“Deli Filozof”, hakikati toplumsal kabullerin ötesinde arayan bir anti-kahramandır. Onun trajedisi, hakikati gördüğü halde bunu ifade edecek dilin toplum tarafından “anlamsız” addedilmesidir. Bu, Camus’nün Sisifos mitindeki gibi absürt bir çabaya dönüşür: Hakikati söyleme uğraşı, bir tür cezaya dönüşür, çünkü toplum yanılsamalarıyla yaşamayı tercih eder.
Sonuç olarak, çoğunluğun kabul ettiği şey, hakikatin kendisi değil, iktidarın, geleneğin ve korkunun ürettiği bir konsensüstür. “Deli” ise bu yapıyı sarsan, ama aynı zamanda onun tarafından dışlanan trajik bir hakikat avcısıdır. Roman, bize şu temel felsefi soruyu sorar: “Hakikat, rahatsız edici olduğunda bile ona katlanabilecek cesarete sahip miyiz?”