Kontrolden Çıkan Tren ve İstenmeyen Kemancı PHILIPPA FOOT VE JUDITH JARVIS THOMSON

Bir gün yürüyüş için dışarı çıktınız ve kontrolden çıkan bir trenin beş işçiye doğru süratle ilerlediğini gördünüz. Makinist, muhtemelen kalp krizinden dolayı, bilincini yitirmiş durumda. Eğer bir şey yapılmazsa, işçilerin hepsi ölecek. Tren tüm işçileri ezip geçecek. Tren o kadar hızlı geliyor ki, kaçmak için zamanları yok. Ama bir umut var. Tren beş kişiye gelmeden önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makas değiştirip beş işçinin bulunduğu yönden sapmasını ve diğer raydaki tek işçiyi öldürmesini sağlayacak kola yeterince yakınsınız. Bu masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır? Sayılar göz önünde bulundurulursa doğrudur: Bir kişiyi öldürerek beş kişinin hayatını kurtarmış olurdunuz. Bu da mutluluğu en büyük seviyeye çıkarmalıdır. Birçok insana bu yapılması doğru olan şey gibi gelir. Gerçek hayatta treni diğer raya geçirmek ve bunun sonucu olarak bir kişinin ölümünü izlemek oldukça zordur. Ne var ki, tereddüt edip beş kişinin ölümünü izlemek bundan çok daha kötü olacaktır.


Yukarıda sözü edilen, ilk başta İngiliz filozof Philippa Foot (1920-2010) tarafından ortaya konmuş bir düşünce deneyinin bir versiyonudur. Onun ilgilendiği, neden raylar üzerindeki beş kişiyi kazadan kurtarmak kabul edilebilir bir şeyken, kimi farklı durumda, birçok kişinin hayatını kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi kabul edilebilir değildir sorusudur. Hastane koridorlarında yürüyen sağlıklı bir insanı hayal edin. Aynı koridorda, umutsuzca farklı organlara ihtiyaç duyan beş kişi de var. İçlerinden birine kalp nakli yapılmazsa kesinlikle ölecek. Bir başkası karaciğer, diğeri ise böbrek bekliyor vb. Sağlıklı olan kişiyi öldürüp vücudunu parçalara ayırdıktan sonra, sağlıksız olanlara bu şekilde organ sağlamak kabul edilebilir miydi? Çok zor. Hiç kimse, sağlıklı birinin öldürülüp kalbinin, akciğerlerinin, karaciğerinin, böbreklerinin alınıp beş kişiye nakledilmesinin kabul edilebilir olacağına inanmaz. Yine de bu, beş kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmeye örnektir. Bununla kontrolden çıkan tren arasındaki fark nedir?

Düşünce deneyi, belirli bir konudaki hislerimizi ya da filozofların dediği gibi, “sezgilerimizi” ortaya çıkarmak için tasarlanan hayali bir durumdur. Filozoflar bunu çok kullanır. Düşünce deneyleri, bize, söz konusu edilene daha yakından odaklanmamıza izin verir. Buradaki felsefi soru şudur: “Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?” Kontrolden çıkan tren hikâyesi, bu soru hakkında düşünmemize olanak sağlar. Düşünce deneyi, temel unsurları yalıtır ve bize, böyle bir eylemin yanlış olduğunu hissedip hissetmediğimizi gösterir.
Bazıları bu örnekte makası asla değiştirmemeniz gerektiğini söyler, çünkü onlara göre bu, “Tanrıyı oynamak” olacaktır: Kimin yaşayıp kimin öleceğine karar vermek. Gelgelelim birçok kişi makası değiştirmeniz gerektiğini düşünür.

Bununla ilişkili bir örnek hayal edelim. Amerikalı filozof Judith Jarvis Thomson, orijinal problemin bir başka versiyonunu tasarlamıştır. Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan talihsiz beş işçiye doğru ilerlemektedir. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Yeterince ağır olan bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan önce treni yavaşlatacak ve durduracaktır. Diyelim ki bu adamı trenin önüne itecek kadar güçlüsünüz, bunu yapmalı mısınız?

Pek çok insan bunu daha güç bir durum olarak görür. Hem bu durumda hem de çatallanan ray durumunda, eylemlerinizin sonucu beş kişinin ölmesi yerine bir kişinin ölmesi gibi sizin değiştirebileceğiniz noktalar taşısa da, bu soruya “hayır” cevabını vermeye daha yakındır. Hatta iri adamı köprüden aşağıya itmek, cinayet gibi görünmektedir. Oysa iki durumda da sonuçlar aynıysa, o zaman mesele edilecek bir şey olmamalıdır. Eğer ilk örnekte makas değiştirmek doğruysa, ikinci örnekte iri adamı trenin önüne itmek de şüphesiz doğru olmalıdır. Kafa karıştırıcıdır bu.
Eğer bu hayali durum, yani birini köprüden aşağıya itme fikri akla fiziksel zorlukları getiriyorsa ya da bir kişiyle boğuşarak onu ölümüne göndermenin acımasızlığı sizi rahatsız ediyorsa, bu örnek, köprüde bir kapak olacak şekilde değiştirilebilir. İlk örnekte makası değiştirerek yaptığınız gibi, benzer türde bir kolu kullanarak kapağı açıp bu iri adamı asgari çabayla tren yoluna düşürebilirsiniz. Tek yapacağınız kolu çekmektir. Pek çok insan, bunun ahlaki açıdan çatallanan örneğinden uzak görür.

Peki bu, neden böyledir?

Çatallanan ray ve iri adam örneklerinin neden birbirinden farklı olduğunu düşündüğümüzün bir açıklaması da Çifte Etki Kuralıdır. Bu görüş, sözgelimi birine onu öldürecek kadar sert vurmanın, niyetiniz sadece kendinizi korumaksa ve hafif bir darbe sizi korumaya yetmeyecekse, bütünüyle doğru olabileceğine inanır. İyi niyetle gerçekleştirilmiş bir edimin (bu örnekte kendinizi korumanın) öngörülebilir kötü yan etkileri kabul edilebilir, ancak kasten zarar verme kabul edilemez. Sizi öldürmeyi planlayan birini zehirlemek doğru değildir. Kabul edilebilir bir amacınızın olduğu ilk örnekte, olayın ilerleyişi gereği biri ölmüş olacaktır. İkinci örnekte ise birini öldürmeye niyetlenirsiniz ve bu kabul edilemezdir. Kimileri için bu, problemi çözer. Diğerleri içinse, Çifte Etkinin bu ilkesi bir hatadır.

Bu örnekler, zoraki ve gündelik yaşantıyla ilgisiz görünebilir. Bir bakıma bu doğrudur. Gerçek örnekler olma amacı taşımazlar. Bunlar inançlarımızı netleştirmek için tasarlanan düşünce deneyleridir. Gelgelelim bazen gerçek hayatta da benzer kararlar almamıza yol açan durumlar doğar. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Londra’nın bir bölümünü bombalamaktaydı. Bir Alman casus, İngiltere ile Almanya arasında çift-taraflı çalışmaya başlamıştı. İngilizler Almanlara yanıltıcı bilgiler gönderme ve onlara, bombaların gerçek hedeflerinin kuzeyine, daha uzağa düştüğünü söyleme şansını bulmuştu. Bu olay Almanların hedeflerini değiştirmesine yol açacak; böylece bombalar Londra’nın kalabalık kesimleri yerine, güneydeki Kent ve Surrey’de yaşayan insanların üzerine düşecekti. Başka bir deyişle, daha az insanın ölümüne sebep olacak bilgiyi vermenin olanağı vardı. Bu örnekte İngilizler Tanrıyı oynamamayı tercih etmişlerdi.

Gerçek hayatın içinden daha farklı bir durumdaysa, olaya müdahil olanlar harekete geçmeye karar vermişti. 1987 yılındaki Zeebrugge felaketinde, bir arabalı vapur batıp da düzinelerce yolcu buz kaplı denizden kurtulmaya çalışırken, genç bir adam bir ip merdivene tıkanarak kendini kurtarmış ama korkudan olduğu yerde kalakalmıştı. O konumda en az on dakika kalmış ve denizden çıkacak başka birine engel olmuştu. Eğer insanlar hızlı bir şekilde denizden çıkmazlarsa, ya boğulacak ya da donarak öleceklerdi. Sonunda, denizdekiler onu merdivenden aşağı çekmiş ve güvenliğe ulaşmayı başarmışlardı. Genç adam ise denize düşmüş ve boğulmuştu. Genç adamı merdivenden çekmek çok acı veren bir karar olmuş olmalıydı, ancak bu aşırı koşullarda, kontrolden çıkmış trende olduğu gibi pek çok kişiyi kurtarmak için birini kurban etmek, muhtemelen yapılacak doğru şeydi.

Filozoflar halen tren örneğini ve nasıl çözümlenmesi gerektiğini tartışıyorlar. Ayrıca Judith Jarvis Thomson (1929 doğumlu) tarafından ortaya atılan bir başka düşünce deneyini de tartışıyorlar. Bu düşünce deneyi, doğum kontrol hapı kullanan ama buna rağmen hamile kalan bir kadının, bebeği doğurmak gibi bir ahlaki ödevinin olmadığını gösteriyordu. Bu kadın, ahlaki olarak yanlış bir şey yapmadan kürtaj olabilirdi. Bu koşullarda bebeğe sahip olmak merhametle yapılmış bir davranıştır, ödev değil. Kürtajın etik olup olmadığıyla ilgili tartışmalar geleneksel olarak ceninin durumuna odaklanmıştı. Thomson’un argümanı, kadının bakış açısına daha çok ağırlık vermesi açısından önemliydi. İşte örnek.

Böbreği hasta olan ünlü bir kemancı var. Hayatta kalması için tek şansı, çok nadir bulunan kan grubuna sahip bir kişiye bağlı olarak yaşaması. Siz de bu kan grubuna sahipsiniz. Bir sabah uyandığınızda, siz uykudayken doktorların onu sizin böbreklerinize bağlamış olduğunu görüyorsunuz. Thomson, böyle bir durumda, tüpleri çektiğiniz zaman onun öleceğini bilseniz bile ona bağlı olmayı sürdürmek gibi bir zorunluluğunuzun olmadığını ileri sürer. Aynı şekilde eğer bir kadın doğum kontrol hapı kullanmış olmasına rağmen hamileyse, rahminde büyüyen ceninin onun vücudunu kullanma hakkına doğrudan sahip olmadığını öne sürer. Cenin bu örnekteki kemancı gibidir.

Thomson bu örneği sunmadan önce pek çok insan can alıcı bir soruyla meşguldü: “Cenin bir kişi midir?” Ceninin bir kişi olduğunu gösterebilirlerse, kürtajın her durumda açıkça ahlakdışı olacağına inanıyorlardı. Thomson’un düşünce deneyi, cenin bir kişi olsa bile, bunun sorunu çözemeyeceğini ileri sürer.

Elbette herkes bu cevaba katılmıyor. Kimileri, böbreklerinize bağlanmış bir kemancıyla uyansanız bile, Tanrıyı oynamamanız gerektiğini düşünür. Keman sesini gerçekten sevmiyorsanız, zor bir hayat olurdu. Bununla birlikte, ona yardım etmeyi seçmiş olmasanız bile, kemancıyı öldürmek yine de yanlış olurdu. Aynı şekilde, hamile kalmayı istememiş ve buna karşı önlemler almış olsanız bile, çok sayıda insan sağlıklı bir hamileliği asla kasten sona erdirmemeniz gerektiğine inanır. Buna rağmen zekice oluşturulmuş bir düşünce deneyinin yaptığı şey, bu anlaşmazlıkların altında yatan ilkeleri ortaya çıkarmaktır.
Siyaset felsefecisi John Rawls da adaletin doğasını ve toplumu düzenlemenin en iyi ilkelerini soruşturmak için bir düşünce deneyini kullanmıştır.

Felsefenin
Kısa Tarihi
Nigel Warburton
Çeviren: Güçlü Ateşoğlu
Alfa Basım Yayım Dağıtım