Macabéa’nın Yoksulluğu ve Levinas’ın Öteki Etiği Üzerine Bir İnceleme
Macabéa’nın Varoluşsal Boşluğu
Clarice Lispector’un Saatler Yıldızı adlı eserinde Macabéa, yoksulluğun yalnızca maddi bir durum olmadığını, aynı zamanda varoluşsal bir boşluk olarak kendini gösterdiğini ortaya koyar. Macabéa’nın yoksulluğu, onun farkındalıksızlığı ile derinleşir; o, kendi eksikliklerini sorgulamaz, toplumsal normların ona dayattığı sınırları fark etmez. Bu durum, Levinas’ın Öteki etiği bağlamında, bireyin kendi varoluşunu Öteki üzerinden tanımlama sorumluluğunu göz ardı etmesi olarak okunabilir. Macabéa, kendi benliğini inşa etme fırsatından yoksundur çünkü Öteki ile karşılaşması, onun kendi yoksunluğunu görmesini sağlayacak bir ayna sunmaz. Levinas’a göre, Öteki ile yüzleşme, etik bir sorumluluğu doğurur; ancak Macabéa’nın dünyasında bu karşılaşma, toplumsal ve bireysel yalıtılmışlık nedeniyle imkânsız hale gelir. Onun hayatı, sürekli bir eksiklik ve görünmezlik döngüsünde sürer. Bu, Levinas’ın etik sorumluluğunun, bireyin kendi varlığını anlamlandırması için bir önkoşul olduğunu düşündüğümüzde, Macabéa’nın trajedisini daha da derinleştirir.
Toplumsal Görünmezlik ve Öteki’nin Yüzü
Macabéa’nın yoksulluğu, toplumsal hiyerarşiler içinde görünmez kılınmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Levinas’ın Öteki etiğinde, Öteki’nin yüzü, bireyi etik bir sorumluluğa çağırır; bu yüz, insanı kendi benmerkezciliğinden uzaklaştırır ve başkasına karşı bir borçluluk hissi uyandırır. Ancak Macabéa’nın hikâyesinde, toplumun ona bakışı bu etik çağrıyı yok eder. O, bir daktilocu olarak işlevsel bir nesneye indirgenmiştir; yüzü, toplum için bir anlam taşımaz. Bu durum, Levinas’ın etik anlayışında bir kırılma noktası yaratır: Öteki’nin yüzü görülmediğinde, etik sorumluluk nasıl ortaya çıkabilir? Macabéa’nın yoksulluğu, yalnızca maddi kaynakların eksikliği değil, aynı zamanda insan olarak tanınma hakkından mahrum bırakılmasıdır. Toplum, onun varlığını bir yük olarak algılar ve bu, Levinas’ın etik sorumluluğunun toplumsal yapılar tarafından nasıl bastırılabileceğini gösterir. Macabéa’nın farkında olmayan yoksulluğu, bu bağlamda, Öteki’ye karşı duyarsızlaşmış bir toplumun aynasıdır.
Dilin Sınırları ve Anlamın Kaybı
Macabéa’nın hikâyesi, dilin hem bir ifade aracı hem de bir yabancılaşma unsuru olarak işlev gördüğü bir alana işaret eder. Levinas’ın etik felsefesinde, dil, Öteki ile ilişki kurmanın bir yoludur; ancak Macabéa’nın dünyasında dil, onun yoksulluğunu daha da görünür kılar. Onun sınırlı kelime dağarcığı, dünyayı anlamlandırma ve ifade etme yeteneğini kısıtlar. Bu, Levinas’ın dil aracılığıyla Öteki’ye ulaşma fikrine ters düşer; çünkü Macabéa’nın dili, onun kendi varoluşunu bile anlamlandırmasına yetmez. Lispector, Macabéa’nın dildeki yetersizliğini, onun toplumsal ve bireysel yalıtılmışlığını vurgulamak için kullanır. Bu, aynı zamanda, yoksulluğun yalnızca maddi bir durum değil, aynı zamanda anlam yaratma kapasitesini yok eden bir durum olduğunu gösterir. Levinas’ın Öteki etiği, dilin etik bir karşılaşma için gerekli olduğunu savunurken, Macabéa’nın hikâyesi, dilin bu işlevi yerine getiremediği bir dünyanın trajedisini gözler önüne serer.
Bireysel Yalıtılmışlık ve Etik Sorumluluk
Macabéa’nın yoksulluğu, onun bireysel yalıtılmışlığıyla da bağlantılıdır. Levinas, etik sorumluluğun, bireyin Öteki ile karşılaşmasıyla ortaya çıktığını savunur; ancak Macabéa, bu karşılaşmadan mahrumdur. Onun hayatı, başkalarıyla anlamlı bir ilişki kurma fırsatından yoksun bir şekilde geçer. Sevgilisi Olímpico ile olan ilişkisi bile, onun yalıtılmışlığını derinleştirir; çünkü bu ilişki, karşılıklı bir anlayış veya etik bir bağ kurma yerine, güç dinamikleriyle şekillenir. Macabéa’nın farkında olmayan yoksulluğu, Levinas’ın etik sorumluluğunun önkoşulu olan Öteki ile yüzleşmenin yokluğunda, bir tür varoluşsal körlük olarak ortaya çıkar. Bu durum, yoksulluğun yalnızca maddi bir durum olmadığını, aynı zamanda bireyin insan ilişkilerinden ve anlam yaratma süreçlerinden dışlanmasını da içerdiğini gösterir. Macabéa’nın trajedisi, Levinas’ın etik sorumluluğunun, toplumsal yapıların bireyi yalıtması durumunda nasıl işlevsiz hale gelebileceğini ortaya koyar.
Zaman ve Anın Kırılganlığı
Macabéa’nın hayatı, anın kırılganlığı ve zamanın ona sunduğu sınırlı fırsatlarla tanımlanır. Levinas’ın felsefesinde, Öteki ile karşılaşma, zamanın içinde bir an olarak belirir; bu an, etik sorumluluğun başlangıcıdır. Ancak Macabéa’nın dünyasında, zaman, onun varoluşunu anlamlandırması için bir fırsat sunmaz. Onun hayatı, monoton bir tekrar döngüsünde geçer; her an, bir öncekine benzer ve hiçbir an, onun varoluşsal farkındalığını tetiklemez. Bu, Levinas’ın etik anının, bireyin kendi varlığını sorgulayabileceği bir kırılma noktası olarak işlev gördüğü fikrine ters düşer. Macabéa’nın yoksulluğu, zamanın ona sunduğu anları değerlendirme kapasitesinden yoksun olmasıyla da bağlantılıdır. Onun farkında olmayan yoksulluğu, bu bağlamda, zamanın ve anın potansiyelini kavrayamama durumudur. Lispector, Macabéa’nın hikâyesinde, zamanın yoksullukla nasıl birleştiğini ve insanın kendi varlığını anlamlandırma fırsatını elinden aldığını gösterir.
İnsanlık Durumu ve Evrensel Sorular
Macabéa’nın hikâyesi, insanlık durumunun evrensel sorularına bir pencere açar. Levinas’ın Öteki etiği, insanın Öteki’ye karşı sorumluluğunu merkeze alırken, Macabéa’nın yoksulluğu, bu sorumluluğun toplumsal ve bireysel düzeyde nasıl göz ardı edilebileceğini sorgular. Onun farkında olmayan yoksulluğu, yalnızca bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda insanlığın Öteki’ye karşı duyarsızlaşmasının bir yansımasıdır. Macabéa, kendi varoluşunu sorgulamadan yaşar; ancak bu, onun insanlığından bir şey eksiltmez. Tam tersine, onun hikâyesi, insanlığın en temel sorularını –varoluş, anlam, sorumluluk– yeniden düşünmeye zorlar. Levinas’ın etiği, bu bağlamda, Macabéa’nın hikâyesine bir lens sunar: Öteki’ye karşı sorumluluğumuz, yalnızca bireysel bir eylem değil, aynı zamanda toplumsal yapıların dönüşümünü gerektirir. Macabéa’nın yoksulluğu, bu dönüşümün ne kadar zor olduğunu ve insanlığın bu sorumluluğu üstlenme konusundaki başarısızlıklarını gözler önüne serer.