Mektupları üzerinden Bilge Karasu’nun yaşam örgüsü

“Bilge Karasu’nun ‘Bütün Mektuplar’ı ayrıca, kronolojik düzene oturtularak birkaç ciltte toplanmalı; kimlere yazmışsa, az ya da çok, her mektubu sıraya koyularak: Bu çabanın ortaya ciddi bir yaşamöyküsel anadamar çıkaracağına inanıyorum.”

Gönderen: Enis Batur’dan “Gönderilen: EB” dizisine, araya İlhan Berk/Ece Ayhan/Bilge Karasu üçlüsünden bağımsız kitaplar girerek bir başına özerk bir mektup adası oluştu külliyemin bir köşesinde – ki yazılar ve gönderilen her şey sonuçta şişede mektuptur.

Gönderen: Enis Batur’da alıkoyulmuş, ulaşmamış, kaybolmuş, açılmamış mektuplardan yola çıkan ‘madde’ler vardı.

Yeni gördüm, Serhan Ada, Radikal’de, 2000 yılında yazmış sunduğum şu yazıyı; sordum, kitaplarına girmemiş:

Sonra o mektup. Üzerinde “15 Ağustos 1984 NY” damgası olan. Hâlâ kapalı bir zarf. “Merkezimize ait değildir” ibaresiyle sahibine geri gönderilmiş ve üstüne mavi tükenmez kalemle çarpılanmış bir adres. “Bilge Karasu P.K. 24 Çankaya…”

O anda açmaya cesaret edemediğim mektubu birkaç hafta sonra serginin küratörleri huzurunda açtım.

“Bilgeciğim, birden içimden sana yazmak geldi. Birden seni ne kadar özlediğimin farkına vardım. Nasılsın eski dost? Nasılsın, gerçekten! Ankara’nın kuru, toprak rengi sıcağında gölge arayarak gidip geliyorsun herhalde.”

Mektup böyle başlıyordu, sahibine hiç ulaşamamış mektup.

Berlin National Galeri’deki sergime –eğer yapabilirsem yetişebilirse vs. – istediğim bir büyük iş var: Miraç. Bu konuyu 400x400x400 bir siyah küp içinde –duvarlar, yer, tavan– işlemek niyetindeyim. Tam 3 yıldır, İslami kökenli bir resim gibi şeyin peşindeyim. Bir türlü kesin kararlaştıramıyorum. Hâlâ şüphe, kararsızlık, yetersizlik içindeyim. Bir de ayrıca bir İspanyol (Art Publisher –sanat yayıncısı– S.A.)’den gelen bir lito işi var elimde. Tam bir yıldır bekliyor aynı nedenlerle: Hallacı Mansur’dan seçmeler. (Şiirler, mektuplar, yazılar, vs.) Ona paralel olarak Massignon’un 4 koca ciltlik Hallacı Mansur’unu okuyorum. (Bilmem okudun mu? Müthiş bir çalışma sonucu, müthiş bir eser. Tavsiye ederim.) Bütün bu konuları konuşabileceğim tek kişi sensin, milyonlarca sebep sonucu.

Benim için bu retrospektif serginin en ‘sıkı’ parçası bu mektup olacaktı. Daha mektubu okurken hissetmiştim. Akyavaş’ın son beş yıllık üretiminin mükemmel bir özeti, en sancılı tarafından. Sergide, mektupta adı geçen işlerini göreceğiz. “Şüphe, kararsızlık, yetersizlik içindeyim”i nasıl aşıp neler yarattığını da. Ama sanatçıyı yapan asıl, Akyavaş’ın hayranlık uyandıran diliyle söylediği o cümle değil mi? Yaratıcı için asıl önemli olan yapıtın kendisinden çok bu ‘bir adım öncesi’ olmalı. Bir de şu. “Bütün bu konuları konuşabileceğim tek kişi sensin…” Paylaşabilmek ama on’larla, yığınlarla değil, tek kişiyle, ‘az’ paylaşabilmek. Birbirini pek de sık görmeyen bu iki dostun, Akyavaş ile Karasu’nun, Erol ile Bilge’nin, ressam ile yazar’ın bazı şeyleri paylaşmaları ve “merkezimize ait değildir” ibaresini taşıyan iki sayfalık bir mektup. Koskoca bir yaratıcılık –yalnızlık– dostluk serüveninin özeti.

Akyavaş mektupta (Edouard Roditi tarafından gönderilen) David Applefield diye birinin Paris’te İngilizce-Fransızca yayınladığı Frank adlı bir dergiden söz ediyor. Siyah-beyaz fotoğraflar göndereceği dergiye Bilge Karasu’nun da yazı vermesini istiyor. Demesine göre Michel Butor da dergiye yazıyor. Akyavaş bu fotoğrafları gönderdi mi –ben kitaplığında dergiye rastlamadım–, mektup eline geçmeyen Karasu bir şey yazdı mı? Bu konuda aralarında sonradan konuşuldu mu? Bilinmiyor. Bilinen ve önemli olan Akyavaş’ın şu cümleleri. “Zira senin Batı’da basılmaman herkes için büyük kayıp, ve herhalde buna hak kazanan tek kişisin Türkiye’de. Tek. Ve ikincisi de ortalıkta bile yok… Şu herife bir şey yolla ne olur.”

Akyavaş’ın kırk yılı aşkın bir süre, bu coğrafyanın uzağında, New York’ta da yaşasa, bu topraklara, bu dile uzak durduğunu kim söyleyebilir? Eserinin en önemli kısmında İslam’ın en aykırı kahramanları ve anlatılarıyla yeniden hesaplaşması bu topraklarda yetişmesinin sonucu değil de nedir? Ömer Madra ve Enis Batur’la aynı yıl yaptığı söyleşide Malatya Devlet Hastanesi ile ilgili bir mimari konkurdan söz ederken vaziyet planında görünen binanın gölgesini; “(o)raya bir not koyduk. Bu gölge değildir; bu Atatürk’ün doğum gününde binanın yere çıkan gölgesidir. Kutupları çizilecek ve içi siyaha boyanacaktır” diye açıklıyor.

Mektubu okumayı zor tamamlayabildim. Serginin baş köşesinde yer alacağı o anda belli olmuştu.”

Durum içimi sızlattı. Candan, dolgun mektup. Erol’dan Bilge’ye. Kim bilir nasıl candan, dolgun yanıt gelecekti New York’a…

Bir defa daha Kafka’nın mektup için hayalet benzetmesi geldi aklıma.

Serhan’ın yazısını yeniden dolaşıma çıkarınca mektup hattı düzelecek kuruntusu kapladı içimi.

Orada kalmadı Akyavaş-Karasu ilişkisine dönüşümün yansımaları. Yeniden “Çapavulun Çattığı Çaparız”ı, modern yazınımızın bana kalırsa en koyu metnini okurken aklıma düştü: “Erol Akyavaş’ın Bir Resmi üzerine Metin” altbaşlığı okurda o resmin aslına, soluk da olsa renkli haline ulaşma arzusu uyandırmıyor mu? Metinle resmi yan yana getirmek, birlikte okumak pekiştirici deneyim.

Söz konusu tabloyu yıllarca Karasu’nun evinin duvarında gördü yazarın yakınları. Ölümünün ardından, vasiyeti gereği, kitaplar ve resimler Eskişehir Anadolu Üniversitesi Müzesi koleksiyonuna katıldı. Tabloya dolayısıyla müzenin web sitesinden ulaşılabiliyor bugün.

Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi, Bilge Karasu koleksiyonu.
“Çapavulun Çattığı Çaparız” hakkında benim açımdan gülünç bir anekdotu aktarmalıyım: Erol Akyavaş portre denemem Cumhuriyet’teki köşemde yayımlandığında ressam hastalığıyla çarpışıyordu. Her zamanki nezaketiyle aradı beni, teşekkür ettikten sonra ekledi: “Kuzum yabanıl kedileri de nereden çıkardınız?!” – Utandığımı unutmadım: Tablodaki çapulcu-yağmacı figürlerini kedilere benzetmeyi nasıl becerdiğimi bilmiyorum; duyabilse Karasu da kahkahayı basardı sanırım.

Akyavaş-Karasu diyaloğunun bir kolu da Narla İncire Gazel’dedir: “Üç Tanımlık Ara Söz”ün II.’si “Erol Akyavaş’ın kimi resimlerini anarak…” 1978, II. tanıma ek 1993 tarihini taşır.[1]

Açık söylemek gerekirse kesin bir eşleştirme yapabileceğimi düşünmüyorum. Kütüphanemdeki Akyavaş kataloglarını inceledim. Karasu’nun anlatımını destekleyen imgesel öğelere çok sayıda tabloda rastladım. Kaldı ki, yazarın “anarak” vurgusu öylesine seçilmiş bir ifade olmasa gerek: Bir dönemin benzer izlekli (ur, sur, yumurta, piramit) yapıtlarını göz önünde tutarak gerçekleşmeli koşut-okuma.

“… yazmağa yeniden başlamak.”

Bilge Karasu’nun yapıtı ve kişiliği üzerine, yakını olmuş bir tanık olarak, yazmaktan çok konuştuğumu biliyorum zaman içinde. Yazdıklarım, konuştuklarım, kurmaya kalkışıp yazamadıklarım bir çatı altında toplandı; ileride, ‘benden sonra’ gerçekleştirilmesini öngördüğüm “Yamalı Bohça”da[2] yer alan, Apaçık Radyo’muz için Seval Şahin hocanın benimle yaptığım söyleşide (ve yanılmıyorsam Metis etkinliğindeki konuşmamda) ortaya attığım savı önemli saydığım için yineleyeceğim burada:

Erol Akyavaş
Bilge Karasu’nun “Bütün Mektuplar”ı ayrıca, kronolojik düzene oturtularak birkaç ciltte toplanmalı; kimlere yazmışsa, az ya da çok, her mektubu sıraya koyularak: Bu çabanın ortaya ciddi bir yaşamöyküsel anadamar çıkaracağına inanıyorum.

Akyavaş-Karasu köprüsünden geçeli çok olmamıştı, bambaşka amaçla raftaki yerinden çıkardığım (27 yıl olmuştu okuyalı) İlhan Mimaroğlu’nun Karşı Köşe’sinde (İyi Şeyler, 1996) unuttuğum “Bilge Karasu” yazısıyla karşılaştım. O kısa ama yoğun ve gamlı denemede, besteci ilişkilerinin geçmişine ve kendi deyişiyle ‘yenileniş’ine yönelik değerli bilgiler veriyor. Karasu’nun son mektuplarından birini okuyoruz yazıda – ürpertici belge:

İlhancığım,

Mektubunu çok net bir sancının içindeyken aldım. Okuduğum en güzel mektuplardan biriydi. Sağol. ‘Lune de fiel’ pankreas kanseri ameliyatı oldu sonunda; pek kısa sürmeyecek. Tedavi 6 aylık… Ama ara sıra yazışırsak çok sevinirim. Denemeler’i çıkar çıkmaz yollayacağım.

Deniz’e de sevgiler. Mektubu kendi elimle yazamadım. Bağışla. İnşallah, bir dahaki sefere.

B.

İlhan Mimaroğlu
Karasu’nun son dönem mektuplarından biri bu. Hemen öncesine ilişkin bazı mektuplarını (1991-1993) Geceyazısı dergisinde (2003, sayı 3) Murat Yalçın yayımlamıştı.

Karşı kefede, ilk dönemine ışık tutan mektupları var elimizde: Gözlerinden Öperim – Turan Erol’a Mektuplar kitabında (Sel Yayıncılık, 2011) aslan payı Karasu’nun gençlik yıllarında (1952-1959) ressam dostuna gönderdiği, bir başına küçük bir kitap oluşturacak (yaklaşık 60 sayfa) mektuplarına ait. Birbirinden değerli yaşamöyküsel verilerle karşılaşıyoruz orada:

– Henüz 23 yaşında: “İçimde ölüm var benim. Hiçbir zaman ölümü bu kadar yakın görmemiş, düşünmemiştim. ‘Ölüm, kardeşim’ diyorum hep.”

– Sıkı duralım: “Pek orijinal bir şey düşündük Vüs’at ile, daha Ankara’da iken. Ortaklaşa bir roman yazıyoruz şimdi; bunu yalnız sen bil. Bitirince ortaya çıkaracağız. Kimseler bilmesin.”

Turan Erol
– Virginia Woolf/Dalgalar’ı çevirmek için MEB Tercüme Bürosu ile kontrat imzalıyor (1953 sonu). “Çevirdiğim Japon öykülerinin bir kitap halinde çıkması da var.” (1959 başı)

– 1954’de “roman” yazdığını söylüyor Turan Erol’a. 1956’da: “Üzerinde çalıştığım iki şey var: Bir roman (belki de iki roman), bir oyun.” Düşündüğü isim: Gövde Karanlığı.

– Resmî görevle iki hafta süren bir Doğu Anadolu gezisinin ardından 1990’larda yerleşmeyi planladığı Antalya’ya vuruluş. (1955)

– Askerlik günleri – “Askerlik günlerimi arıyorum. Orada karşılıklı bir saygı vardı.”

– 1953 başı: “Hem yıldönümü dedikçe ölüm de aklıma geliyor, Cassius’a Shakespeare’in dedirttiği gibi, ‘Hayat başladığı yerde bitiyor’ diye düşünmeye kalkışıyorum. Gene ölüm, değil mi?”

Bunlar benim aradan cımbızla çektiklerim. Turan Erol’a yazdığı mektuplarda başka üzerinde durulmasını gerektiren, yazı ekseninde kafasını kurcalayan sorular ve sorunlar kadar, bir ressamla yazıştığı ve sanat yazıları peş peşe Forum dergisinde çıktığı için kayda değer olan saptamalar var.

Israrlıyım: Karasu’nun mektup yazısı, yapıtının hesaba katılmasını bekleyen koyu gölgesi.

NOTLAR
[1] Bu metnin Karasu tarafından 1988’de Gergedan’da yayımlanan önemli bir bölümünün kitaba alınmadığını anımsatmalıyım.

[2] Mustafa Arslantunalı’nın, Füsun Akatlı’nın editör çalışmasına ilişkin kimi itirazlarını dinledim, onları aktarmak bana düşmez. Benim de “tereke”ye ilişkin sorulu beklentilerim var. Örneğin, kimi ‘özel yaşam’ına ilişkin mektupları yok etmiş olabilir, anlarım; buna karşılık, değer verdiği yazar ve sanatçı dostlarından –sözgelimi Feyyaz Kayacan’dan ya da Turan Erol’dan– gelmiş mektupların yazgısını merak etmemek elde değil. O yönde bir karar almış ve uygulamışsa bile, Akatlı’nın gerekli açıklamayı yapması beklenirdi. Arslantunalı son konuşmamızda, Bilge’nin Öteki Metinler başlığıyla yayımlanan kitabına “Yamalı Bohça” adını koyduğunu dile getirdi. (Yayın dünyasında o başlık altında çıkmış 4-5 kitap var. Bu durum vazgeçilmesine neden olmuştur belki de.)

[EDİTÖRÜN NOTU]: Karasu’nun düşündüğü isim “Yamalı Bohça” değil, “Yama Bohçası”ydı: Yamaların konduğu bohça. “Eskiden böyle bohçalar vardı. Unutulmuş bir şey ama,” demişti, “belki bu sayede hatırlanır.” Farklı metinler için düşünülmüş parçaların, kesiklerin, belki yamaların bir araya getirileceği bir kitap sayesinde…

ENİS BATUR
16 Ocak 2025 k24kitap