Siyasetçilerin Ölümü ve Toplumsal Yansımalar
Kırılgan İkonların Çöküşü
Siyasetçiler, toplumların hem kurtarıcı hem de günah keçisi olarak yücelttiği figürlerdir. Onların ölümleri —ister suikast, linç, idam, isterse açıklanamayan bir “kaza”— yalnızca bir bireyin kaybı değil, aynı zamanda kolektif bilincin sarsılmasıdır. Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in elektrik akımına kapılarak ölümü, resmi anlatıda bir kaza olarak kayıtlara geçse de, tehdit edildiğine dair iddialar ve sosyal medyada yayılan suikast spekülasyonları, bu olayı bir sır perdesiyle örtmüştür. Foucault’nun iktidar analizine göre “Ölüm, bir siyasetçinin bedenini yok eder, ancak bu yok oluş, iktidarın hem ürettiği hem de tükettiği bir anlatıya dönüşür.” Zeyrek’in ölümü, halkın gözünde bir kurban mı, yoksa bir tesadüf mü? Bu soru, toplumun güven ile şüphe arasında salınan ruh halini yansıtır. Ölüm, bir yandan yas ve kahramanlaştırma doğururken, diğer yandan komplo teorilerini ve öfkeyi körükler. Sosyal medya, bu duygusal dalgalanmayı anında bir nefret söylemi arenasına çevirir; burada hakikat, belki de kimin daha yüksek sesle bağırdığına bağlıdır.
İktidarın Bedendeki Yazıtları
Foucault, bedenin iktidarın yazıldığı bir yüzey olduğunu söyler. Siyasetçilerin ölümü —özellikle suikast ya da linç gibi şiddet içeren yollarla— bu yazıtın en çarpıcı tezahürüdür. Zeyrek’in ölümü sonrası kızı Nehir’in “Babamın kanını yerde bırakmayın” çağrısı, sadece bir yas ifadesi değil, aynı zamanda adalet arayışının toplumsal bir talebe dönüşmesidir. Ancak bu talep, sosyal medyada hızla bir linç kültürüne evrilir. Adorno’nun kültür endüstrisi eleştirisi, bu noktada sosyal medyanın rolünü açıklar: Platformlar, duygusal patlamaları seri üretimle çoğaltır, öfkeyi ve nefreti bir tüketim nesnesine dönüştürür. Her paylaşım, her yorum, bir performanstır; kullanıcılar, adalet arayışını değil, kendi ahlaki üstünlüklerini sergileme yarışını sürdürür. Zeyrek’in ölümü etrafındaki suikast iddiaları, bu performatif öfkenin ateşleyici gücü olur. Toplum, bir yandan gerçeği ararken, diğer yandan kendi önyargılarını ve korkularını bu ölüm üzerinden yeniden üretir.
Anlamın Kaygan Zemini
Derrida’nın yapısöküm lensinden bakıldığında, bir siyasetçinin ölümü, anlamın sabitlenemediği bir metindir. Zeyrek’in ölümü, kaza mı, ihmal mi, yoksa suikast mı? Her anlatı, bir diğerini geçersiz kılar; sosyal medyada dolaşan her iddia, hakikati daha da bulanıklaştırır. Derrida, dilin ve anlamın sürekli ertelenmesini vurgular: Zeyrek’in tehdit edildiğine dair açıklamaları, ölümüyle birleştiğinde, bir “metin” olarak okunur, ancak bu metnin kesin bir yorumu yoktur. Toplum, bu belirsizlikte kendi korkularını ve arzularını yansıtır. Sosyal medya, bu anlam kaymasını hızlandırır; nefret söylemleri, komplo teorileri ve suçlamalar, bir hakikat arayışından çok, kolektif bir anlam yaratma çabasının kaotik yansımasıdır. Zeyrek’in ölümü, bir ayna gibi, toplumun kendi bölünmüşlüğünü ortaya serer: Bir yanda yas tutanlar, diğer yanda suçlayanlar, ama hepsi aynı belirsizliğin içinde kaybolur.
Arzu ve Kaosun Dansı
Deleuze, toplumları arzuların akışıyla işleyen makineler olarak görür. Bir siyasetçinin ölümü, bu akışın hem patlama noktası hem de yeniden düzenleyici bir anıdır. Zeyrek’in ölümü, Manisa’da ve ötesinde, bir arzu patlaması yaratır: adalet arzusu, intikam arzusu, hakikat arzusu. Ancak sosyal medya, bu arzuları kaotik bir makineye dönüştürür; nefret söylemleri, suçlamalar ve komplo teorileri, bu arzuların taşkın bir ifadesidir. Deleuze’ün “şizoanaliz” kavramı, bu taşkınlığın toplumun bastırılmış gerilimlerini nasıl dışa vurduğunu açıklar. Zeyrek’in tehdit edildiğine dair iddialar, toplumun zaten var olan güvensizliklerini ve öfkelerini yüzeye çıkarır. Bu, bir distopya değil, toplumun kendi kaotik doğasının bir yansımasıdır: Herkes bir suçlu arar, ama kimse aynaya bakmaz. Sosyal medya, bu kaosu hem üretir hem de tüketir; kullanıcılar, nefretle dolu paylaşımlarıyla, kendi arzusunun hem efendisi hem kölesi olur.
İdeolojinin Perdesi
Žižek, ideolojinin gerçekliği örten bir perde olduğunu söyler. Zeyrek’in ölümü etrafındaki suikast iddiaları, bu perdeyi hem kaldırır hem de yeniden örter. Toplum, bir yandan “sır perdesini” aralamak ister, diğer yandan bu perdeyi kendi önyargılarıyla yeniden dokur. Sosyal medya, bu ideolojik oyunun sahnesidir: Kimi CHP’yi suçlar, kimi devleti; kimi Zeyrek’i kahramanlaştırır, kimi onu bir kurban olarak görmez. Žižek’in “gerçeğin çölü” metaforu burada anlam kazanır: Hakikat, sosyal medyanın gürültüsünde kaybolur, geriye sadece ideolojik fanteziler kalır. Zeyrek’in ölümü, bir olgudan çok, toplumun kendi bölünmüşlüğünü ve travmalarını yansıtan bir aynaya dönüşür. Nefret söylemleri, bu aynada kendi yansımasını görenlerin çığlığıdır: Kendi korkularını, kendi suçluluklarını ötekine yansıtırlar.
Tarihin Tekerrürü
Siyasetçilerin ölümü, tarihin bir leitmotifidir. Antik Yunan’da Sokrates’in baldıran zehriyle idamı, Roma’da Sezar’ın suikastı, modern çağda Gandhi ya da Kennedy’nin vurulması —her biri, toplumun hem tapındığı hem lanetlediği liderlere karşı ikircikli tutumunu yansıtır. Zeyrek’in ölümü, bu uzun zincirin yalnızca bir halkasıdır. Sosyal medya, bu tarihsel motifi hızlandırır ve çoğaltır; linç, artık fiziksel değil, dijital bir arenada gerçekleşir. Foucault’nun biyopolitik kavramı, burada idamdan suikasta, linçten nefret söylemine uzanan bir süreklilik sunar: İktidar, bedeni yok ederek ya da itibarı çökerterek kendini yeniden üretir. Zeyrek’in ölümü, bu biyopolitik oyunun güncel bir sahnesidir; sosyal medya, bu sahnenin hem oyuncusu hem seyircisidir.
Toplumun Yaralı Bilinci
Siyasetçilerin ölümü, toplumun yaralı bilincini açığa vurur. Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözü, bu yaranın derinliğini hatırlatır. Zeyrek’in ölümü sonrası sosyal medyada yayılan nefret söylemleri, toplumun kendi acizliğiyle yüzleşmek yerine ötekini suçlama eğilimini gösterir. Bu, ahlaki bir çöküş değil, insan doğasının trajik bir yansımasıdır. Deleuze’ün arzular makinesi, burada bir öfke makinesine dönüşür; Derrida’nın anlam kayması, hakikatin yitirilişine; Žižek’in ideolojik perdesi, toplumun kendi yalanlarını örttüğü bir maskeye işaret eder. Zeyrek’in ölümü, bir bireyin kaybından çok, toplumun kendi kırılganlığını, güvensizliğini ve öfkesini açığa vuran bir aynadır. Soru, bu aynaya bakmaya cesaret edip edemeyeceğimizdir.