Süryani Geleneğinde ve Arap Dilinde Antik Kültür ve Galenos – Maria Conforti
Arap tıbbının ardında tek bir kaynak yatmaz, her bir coğrafi bölgenin ayrı geleneklerinden ve Pers veya Hint uygarlığı gibi eski uygarlıkların tekniklerini devralmış olmasından dolayı Arap tıbbı çok çeşitlilik gösterir; bu alan için asıl dönüm noktası, İskenderiye’nin 642 yılında fethedilmesidir. Bu tarihten itibaren tıp ve bilim alanındakiler de dahil, ilmi eserler ulusal dillere tercüme edilmeye başlar. Tercüme faaliyetlerinin yanı sıra antikçağa ait ve bazıları zaten Süryaniceye tercüme edilmiş olan metinlerin geri kazanılması için gayret gösterilmeye başlanır. Galenosçu tıbbın da zaten eklektik olan karakteri büsbütün vurgulanmış olur.
Arap Tıbbının Kaynakları ve Kuralları
Arap tıbbının özgünlüğü
Arap (veya İslam) tıbbının ardında belli etnik kaynakları veya dini inançları kesin olarak tespit etmek mümkün değildir; bu alan İslamın etki alanına girmiş olan topraklara, halklara ve kültürlere özgüdür. Arap tıbbini tek bir modele indirgemek mümkün değildir, farklı bölgelerden ve kronolojilerden kaynaklanan farklılıklar da göz önüne alınmalıdır. VII ila XVI. yüzyıllar arasında Hindistan’dan Güney İspanya’ya kadar uzanan bölgede üretilmiş metin ve belge zenginliğinden ne yazık ki gereğince faydalanılmamıştır ve özellikle geç dönemin (XI-XII. yüzyıl sonrası) en temel metinlerinin bile eleştirel yayınları gerçekleştirilmemiştir. Arap tıbbının değerlendirilmesi için, hümanizmden itibaren yüzyıllar boyunca yaygın olan ve antikçağdan miras alınmış metinlerin tercümesinde “yeniden doğuşu”nun ve tıp uygulamalarına yenilik getirme kapasitesinin hafife alınmasına neden olan önyargıları aşmak gereklidir. Oysa Müslümanların yönetimindeki bölgenin tıbbı, antikçağa ait metinlerin ortaçağ ve Rönesans devrinde Batı ülkelerine aktarılmasında -ve genelde yenilenmesinde, yorumlanmasında ve yeniden yazılmasında- çok önemli bir rol oynamıştır. Arap tıbbı sadece kitaplara dayalı değildir, metinlerin ve uygulamaların karmaşık ve özgün bir şekilde birbirine örülmesinden oluşur; bu bileşime Pers veya Hint gibi, klasik antikçağda pek tanınmayan kültürlerden de elde edilen katkılar ve birbirlerinden çok farklı olup bir arada yaşayan toplulukların ve etnik grupların -Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Zerdüştçüler ve diğerleri- yaşam biçimlerini tıp alanında standart hale getirme ve kontrol altına alma gereksinimi de dahildir.
Arap yarımadasında sıtma ve glokom gibi bazı hastalıklar tarih boyunca tekrar tekrar görülür, İslam öncesi kültür bazı temel tıbbi ve cerrahi bilgileri içerir ve İslam’ın ortaya çıkışı tedavilerle ilgili inanışlarda ve uygulamalarda büyük bir değişime yol açmaz. Peygamber Hz. Muhammed’in tıp ve temizlik konusundaki doktrini, ona atfedilen, ama aslında VIII. yüzyıl sonu ile IX. yüzyıl arasında derlenmiş gelenek veya öğretiler olan hadislerde yer alır; hadisler daha sonraları
“Peygamber tıbbı” ile “Helenistik,” yani pagan olup şüpheyle bakılan tıp arasındaki kıyaslamada önemli rol oynayacaktır. Bilimsel tıptan edinilmiş bazı kavramlarla kaynaşmış olan dini tıp XIV ila XV. yüzyıllarda kayda değer bir gelişim dönemi geçirir. Hadislerin yorum zorluğunun en ünlü ve ses getiren örneklerinden biri, hastalıkların bulaşıcılığının kabulüyle ilgilidir; bazılarının bu kavramı kabul edip bazılarının reddetmesi, XIV. yüzyılda Akdeniz bölgesinde yayılan karantina ve tecrit uygulamalarının yetkililer tarafından benimsenmesini zorlaştırmıştır.
VII. Yüzyıl: Yunan Kültürünün Yayılması
Yunancadan tercümeler
Arap biliminin tamamında olduğu üzere, tıp alanının da dönüm noktası VII. yüzyılda gerçekleşir: 642 yılında İskenderiye fethedilir, ama ünlü felsefe-bilim okulu bir yarım yüzyıl daha faal olmaya devam eder. Ancak o ana kadar kültürel ve dilbilimsel anlamda Akdeniz bölgesine egemen olmuş olan Yunanca, Arap fethinden sonra ortadan kalkar ve ilmi eserleri ulusal dillere tercüme etme ihtiyacı hissedilir. Yunan kültüründen tercümeler, önce Hıristiyanlar sonra da Müslümanlar tarafından daha kolaylıkla özümsenen felsefe, bilim ve tıp eserlerini kapsamıştır.
İslamın Helenleşmesi Abbasi halifeliği ve Bağdat’ın kurulmasıyla (762) başlar ve IX. yüzyılda zirveye ulaşır. Halife el-Memun (786-833), bilim adamları ve filozoflar için bir akademi olan Hikmet Evi’ni kurar; çalışmalarını burada yürüten tercümanlar arasında en ünlüsü olan Huneyn bin Ishak (809-873/877) Hıristiyan (Nasturi) bir Arap olup Yunanca, Arapça ve Süryanice bilgisiyle İslam dünyasında var olan kültürel etkilerin çeşitliliğine bir örnek oluşturur. Müslümanların yönetimindeki bölgelerde hekimlerin büyük kısmı gayri Müslim azınlıklara ve özellikle Hıristiyan ve Yahudi toplumlarına üyedir. Gerçek anlamda bir hekim olmamasına rağmen Huneyn bin İshak, İslam tıbbının ilk temsilcisi sayılır. Tercümeler döneminden önce yaşamış hekimler veya şifacılar hakkında fazla bir şey bilinmemektedir; örneğin el-Razi (864-925/930) tarafından sözü edilmiş olan ve Yunan veya Yahudi olduğu sanılan gizemli Ahrun, Paulus Aegineta’dan (y. 620-y. 680) önce yaşamış olabilir veya çağdaşı olabilir. Arapçaya tercüme edilmiş eseri günümüze ulaşmayan Ahrun’un çiçek hastalığının ilk kesin tanımlamalarından birini yaptığı ve hastalıkları, semptomlarının doğru ilişkilendirilmesi yoluyla, çok kesin bir şekilde birbirinden ayırarak sınıflandırdığı sanılır, dolayısıyla Bizans döneminin diğer ansiklopedik derleme yazarlarından oldukça farklıdır.
Bilimsel Arapçanın icadı
Huneyn bin İshak son derece incelikli bir tercüme yöntemi kullanır. Güvenilir bir metin elde etmek için farklı elyazmalarını bir araya getiren bin İshak’ın ünü o kadar yayılır ki -daha sonraları Arap metinlerinin Batıya aktarılmasıyla olacağı üzere- ona ait olmayan tercümeler de ona atfedilir. Çalışmalarının en kayda değer sonuçlarından birini hem anlam hem de sözdizimsel alanda bilimsel Arapçanın icadı oluşturur. Tercümeleri arasında sayı ve önem açısından
Galenos’un eserleri öne çıkar; bin İshak, Galenos’un 129 yazısının içeriğini özetler ve Arapça ve Süryaniceye tercüme edilmiş olanları sıralar. Bergamalı hekimin -bazıları ona atfedilen, ama ona ait olduğu sanılmayan- tüm çalışmaları böylece IX. yüzyılda Arapça olarak erişilebilir hale gelir ve günümüze ulaşandan daha da kapsamlı bir külliyat oluşturur.
Galenos’tan Dioskourides’e
Dolayısıyla Batı tıbbı tarafından devralınmış olan Galenosçu sistem aslında bir Arap icadıdır ve VI ila VII. yüzyıl arasında Galenos’un teorilerini özetlemek amacıyla İskenderiye’de yazılmış olan Summaria Alexandrinorum [İskenderiyelilerin Özetleri] eserinin etkisini taşır. Bu eser, Iohannitius’a atfedilen İsagoge gibi, Batıyı derinden etkileyecek olan eserlerdeki Galenosçu etkiyi gözler önüne serer. Galenos’tan Arap tıbbına miras kalanlar arasında dört sıvı teorisi, metabolizmanın fizyolojisi, üç sindirim teorisi ve kan dolaşımının şeması, ilaçların dört dereceli etkisi kavramı, organların teleolojik-işlevsel yorumu ve genel anlamda akılcılık vardır, İslam dünyası tarafından devralınıp daha sonra Batıya aktarılmış olan Hipokrat da aslında Galenos veya İskenderiyeli yorumcular tarafından okunup yorumlanmış olan Hipokrat’tır; Hipokrat Yemini bilinir ve hekimlerden istenir; Hipokrat’ın metinlerinin kime ait olduğuyla ilgili mesele bilinir, ama külliyatının çok azı tercüme edilir ve örneğin jinekoloji alanındaki incelemeler tercüme edilmez. Aphorismos’un [Özdeyişler] ve başka eserlerinin elyazmaları mevcuttur, ama bunlar genelde Hipokrat’in kendi eserleri olmayıp Galenos tarafından getirilmiş yorumlardan bölümlerdir.
Yunancadan yapılan tercümeler Galenos’un eserleriyle sınırlı değildir: Dioskourides’in 77 yılı civarında yazdığı ve antikçağda ilaç özelliği taşıyan maddeler konusundaki en geniş kapsamlı eser olan De materia medica’nın [îlaç Özelliği Olan Maddeler Üzerine] hem beş özgün kitabı hem de bu esere atfedilen, ama ona ait olmayan ve zehirli bitkilerle hayvanları konu alan iki kitabı daha tercüme edilir ve metinlerin yanı sıra ayrı bir bölümde çok ayrıntılı minyatürler yapılır. Ama Galenos’tan kaynaklanmayan, hatta bazı durumlarda Galenos’un sistemine alternatif oluşturan eserler de tercüme edilir: Bunların arasında İmparator Traianus (53-117) zamanında yaşamış olan Efesli Rufus’un kitapları; IV. yüzyılda yaşamış olan Philagrius’un iç hastalıklar konusundaki eserleri; Kriton’un (I-II. yüzyıl) cilt hastalıklarını konu alan Kosmetika eseri; II. yüzyılda yaşamış olan cerrah Antillus’un kitapları; Galenos’tan önce yaşamış olan cerrah Platon’un eserleri ve üroskopi konusunda çeşitli kitaplar vardır.
Derleme yazarları
Oribasios (y. 325-403), Aetios Amidenos, Alexander Trallianos (525-605) ve Paulus Aeginata gibi büyük Bizans derleme yazarlarının tercümeleri daha da büyük öneme sahiptir; bu yazarlar Araplar arasında sistematik inceleme, patoloji ve cerrahi alanındaki bazı problemlerle Alexander Trallianus örneğinde olduğu üzere, büyü alanındaki merakı uyandırır. Dolayısıyla IX. yüzyılda Yunan kaynaklı Arap kütüphanesi tıp alanında toplamda yüzlerce eser içerir: Bu sayı, göreceli olarak kısa sayılabilecek bir süre için olağanüstü bir sonuç demektir. En önemli eksiklikler arasında ise İskenderiyeli büyük anatomistlerin (Erasistratos, Herophilos) metinleri ile Aretaeus ve Efesli Soranus’un eserleri vardır.
Farkı Kültürlerin Karşılaşması: Suriye ve İran
Ancak Araplar Yunanca eserleri tercüme etmekle yetinmez, Yakındoğu’nun başka dillerine tercüme edilmiş olan ve tıp alanına ait -Yunancadan veya başka ülkelerden kaynaklanan- metinlerin kurtarılmasına ve sonraki nesillere aktarılmasına katkıda bulunur. Nitekim Yunanca metinlerin büyük kısmı zaten Süryaniceye tercüme edilmiştir. Bu tercümanların arasında İskenderiye’de eğitim alıp Galenos’a ait çok sayıda metini tercüme etmiş olan Reshainah Sergius (?-536) göze çarpar. VIII. yüzyılda yine bir tercüme dalgası yayılır. Birçok Yunanca metin bu şekilde Süryaniceden yeniden Arapçaya tercüme edildiği için kavram ve aktarım sorunları yaşanır. Süryanice yazılmış özgün metinler arasında sonradan Arapçadan Latinceye tercüme edilmiş olan Practica Joannis Serapionis [Yahya bin Sarafyun’un Uygulamaları] vardır. Araplar aynı zamanda Pers İmparatorluğu’nun, yüzyıllar boyunca Yunan tıp kültürüyle sıkı bağlantıları olmuş, Pehlevi dilindeki zengin dilbilimsel ve kültürel gelenekten de yararlanır: Klasik Yunan döneminde yaşamış olan Achaemenides’in sarayında önemli bir rol oynamış Yunanlar arasında Krotonlu Democedes (VI. yüzyıl) ve Knidoslu Ktesias (V. yüzyıl) vardır. Sasani dönemindeyse, I. Şapur (241-272) hem Hindistan hem de Doğu Roma imparatorluğu kaynaklı tıp ve bilim kitapları toplar. Bu arada Pers tıp kültürü, dört sıvının Zerdüştçülüğün klasik ikili sistemine göre kutuplaştığını öngörür.
Sasani İmparatorluğu
Saldırgan fetih politikasına Maniheist ve Yahudi toplumlarına karşı hoşgörünün eşlik ettiği Sasani Imparatorluğu’nda farklı kültürler ve etkiler -Bizans, Roma ve Arap- bir araya gelir ve Doğuda özellikle Hint dünyasına doğru bir yönelme gözlenir. Bu bölgeden kaynaklanan birçok eser ilaç alanını ve tıbbı konu alır. Arapçaya tercüme edilmiş eserler arasında Pythagoras adlı Yunan bir hekim tarafından yazıldığı sanılan bir Succedanea (ikame tedaviler) listesi; Hindistan’dan gelen ve Yunanların bilmediği, muz gibi ilaçlardan söz edilen bir “basit çözümler” kitabı; el-Razi tarafından söz edilen ve “antik tıbbı” konu alan bir kitap, yine Hindistan kaynaklı bilgiler içeren bir elkitabı ve I. yüzyılda yaşamış olan Afrodisiaslı Ksenokrates’in yazdığı “sempatik” büyü kitabı bulunur. Ali bin Sehl el-Tabari’nin 850 yılında ayrıntılı bir şekilde tarif ettiği, ama kabul etmediği Hint tıbbı, Yunan ve Arap tıbbından farklı olarak beş element, üç sıvı ve altı temel maddeden oluşur. El-Tabari’nin bilgileri Arapça ve Pehlevi diline tercüme edilmiş Hint kaynaklarına dayanır.
Ancak bilgilerin alınması ile özümsenmesi arasındaki etkileşim, özellikle ilaçlarla ilgili konularda anlaşmazlıklara neden olabilir. Ayrıca dini kuralları -örneğin beslenme rejimi meseleleri (domuz etinin veya şarabın tedavi amaçlı kullanımı)- konu alan metinlerin İslamlaştırılmasıyla ilgili sorunlar da söz konusudur.
Dolayısıyla IX. yüzyıl Arap tıbbı oldukça karmaşık, ama verimli bir görünüm sunar ve zaten eklektik bir özelliğe sahip olan Galenosçu tıp, farklı kültürel bölgelerden gelen yazarlardan alınma yeni unsurların da eklenmesiyle daha da eklektik bir hal alır. Buna rağmen Galenos tıp alanında en üstün otorite sayılmaya
devam eder ve deneysel tedavi uygulamalarına yoğun ilgi duyulmasına rağmen gerçek anlamda bir bilgi “dağarcığı” olan geleneklere mümkün olduğu kadar uyulmaya çalışılır (Ullmann).
Bkz. Bilim ve Teknik: Metinden Uygulamaya: İslam Dünyasında Farmakoloji, Klinik Tıp ve Cerrahi, s. 497; Uygulamadan Metne: Arap Tıbbının Hocaları, s. 502; Simya ve Kimya -Arap Simyası, s. 516; İslam Teknoloji Kültürü: Yeni Teknikler, Tercümeler ve Üretim Harikaları, s. 539
EDİTÖR
UMBERTO ECO
ORTAÇAĞ
BARBARLAR * HIRİSTlYANLAR * MÜSLÜMANLAR
Çeviri: Leyla Tonguç Basmacı
ALFA TARİH