Terapötik Süreçlerin Kapitalist Sistem İçinde Ticarileşmesi Ne Demek?

Terapötik süreçlerin kapitalist sistem içinde ticarileşmesi, psikoterapi ve ruh sağlığı hizmetlerinin, piyasa ekonomisinin kurallarına göre işlemeye başlaması ve ticari bir ürün haline gelmesi anlamına gelir. Yani terapi, bireylerin sağlığını iyileştirmeye yönelik bir süreç olmaktan çıkıp, satın alınan bir hizmet, bir “tüketim ürünü” haline gelir.

Bu durumun hem olası fırsatları hem de riskleri vardır. Aşağıda, terapinin kapitalistleşmesi sürecinde yaşanan temel dinamikleri madde madde inceleyelim.


1. Psikoterapinin Meta Haline Gelmesi

  • Günümüzde terapi sadece iyileştirici bir süreç değil, aynı zamanda bir endüstri haline geldi.
  • Örneğin, bireysel psikoterapi seanslarının özel kliniklerde yüksek fiyatlarla sunulması, ekonomik gücü olmayan kişilerin terapiye erişimini kısıtlıyor.
  • “Terapi almak” bir tür statü sembolüne dönüşerek, kendini geliştirme ve kişisel gelişim trendleriyle iç içe geçti.
  • Sosyal medyada ve popüler kültürde, “terapiye giden bilinçli birey” imajı, terapiyi bir tür “lüks tüketim” aracı haline getirdi.

2. Kendi Kendine Yardım Kültürü ve “Hızlı İyileşme” Vaadi

  • Kapitalist sistem, hızlı çözümler ve bireysel başarı odaklıdır. Bu nedenle, psikoterapi süreçleri de bu hıza ayak uydurmak zorunda kalıyor.
  • Kendi kendine yardım (self-help) kitapları, kişisel gelişim kursları ve “pozitif psikoloji” hareketleri, terapinin yerine geçen popüler ürünler olarak piyasaya sürülüyor.
  • “Mutluluğun formülü” veya “travmalarından 10 adımda kurtul” gibi hızlı çözümler vaat eden yaklaşımlar, psikoterapinin derinliğini kaybetmesine yol açabiliyor.
  • “Hızlı iyileşme” trendi, aslında uzun ve karmaşık bir süreç olan ruhsal dönüşümü yüzeyselleştirebiliyor.

3. Ruh Sağlığı Endüstrisi: Büyük Şirketler ve Online Terapi Platformları

  • Son yıllarda büyük şirketler, psikoterapiyi kitlesel bir hizmete dönüştürmeye başladı.
  • BetterHelp, Talkspace gibi online terapi platformları, terapiyi daha erişilebilir hale getirse de, terapistlerin düşük ücretlerle çalıştırılması ve danışan-terapist ilişkisinin piyasa koşullarına göre yönetilmesi gibi sorunlara yol açıyor.
  • Sigorta şirketleri, terapiyi belirli kısa vadeli formatlara (örneğin, 6-12 seanslık yapılandırılmış terapiler) indirerek, daha uzun süren derin çalışmaları desteklemiyor.
  • Şirketlerin çalışanlarına “verimlilik artırıcı” terapi sunması, psikoterapiyi bireyin üretkenliğini artırmaya yönelik bir araç haline getirebiliyor. (Örneğin, “çalışanların stres yönetimi” adı altında sadece iş yerinde daha iyi performans göstermeye yönelik terapiler verilmesi.)

4. Travma ve Zorlukların Piyasa Değeri: Duygusal Kapitalizm

  • Travma ve psikolojik zorluklar, ticarileşen bir endüstri haline geldi.
  • Popüler kültürde “travma pazarlaması” olarak adlandırılan bir akım var: Markalar, kişisel gelişim içerikleriyle ürünlerini pazarlıyor.
    • Örneğin, lüks bir spa merkezi “kendine şefkat göster” sloganıyla satış yapıyor.
    • Bir kozmetik markası “travmalarını iyileştir” diyerek güzellik ürünlerini sunuyor.
  • Psikoterapi kavramları, reklam ve pazarlama dünyasına entegre ediliyor ve bireylerin psikolojik süreçleri, tüketime yönlendirilmek için kullanılıyor.

5. Sosyal Medyada Terapi ve Psikolojik Bilginin Yüzeyselleşmesi

  • Instagram, TikTok ve YouTube gibi platformlarda, psikoloji alanında eğitim almamış kişiler bile terapi ve psikolojik konular hakkında içerik üretiyor.
  • 30 saniyelik TikTok videolarında “kendini iyileştirmenin 5 yolu”, “bağımlı ilişkiden nasıl çıkarsın?” gibi içerikler üretiliyor.
  • Sosyal medyada “terapi dili” yaygınlaşırken, bu terimler bazen yanlış veya eksik kullanılıyor (örneğin, “narsist” ve “manipülatör” kelimelerinin yaygın ve yanlış kullanımı).
  • Bu durum, terapiye dair yanlış beklentiler oluşturabiliyor: “Bir travmayı birkaç seansta çözmeliyim”, “Terapistim bana direkt çözüm sunmalı” gibi hızlı ve yüzeysel beklentiler doğuyor.

6. Terapiye Erişimde Sınıfsal ve Ekonomik Engeller

  • Özel terapiler pahalı olduğu için, terapiye erişim sınıfsal bir ayrıcalık haline geliyor.
  • Devlet destekli veya ücretsiz terapilerin sayısı az, uzun bekleme süreleri var.
  • Online terapiler bir çözüm gibi görünse de, birçok kişi için birebir terapi kadar etkili olmuyor.
  • Kapitalist sistemde psikoterapi, aslında toplumsal eşitsizlikleri daha da görünür hale getiriyor: Ekonomik gücü olmayan bireyler genellikle daha az etkili, kısa vadeli çözümlere yönelmek zorunda kalıyor.

Çözüm: Terapötik Sürecin Ticarileşmesine Karşı Alternatifler

Peki, terapinin tamamen ticarileşmesini engellemek ve onu daha erişilebilir hale getirmek için neler yapılabilir?
İşte bazı alternatif çözümler:

  1. Toplum temelli terapi modelleri geliştirmek:
    • Psikolojik desteğin sadece bireysel terapi değil, grup terapileri, destek grupları ve toplumsal dayanışma ağları içinde de sunulmasını teşvik etmek.
  2. Terapinin kamusal hizmet haline gelmesi:
    • Devlet destekli, ücretsiz veya düşük maliyetli terapi seçeneklerinin artırılması.
    • Örneğin, İskandinav ülkelerinde ruh sağlığı hizmetleri devlet tarafından karşılanıyor.
  3. Psikolojik bilgiyi yüzeyselleştirmeden yaygınlaştırmak:
    • Bilimsel dayanağı olan psikoterapi yöntemlerinin popüler kültürde ve sosyal medyada daha doğru aktarılmasını sağlamak.
    • Psikoloji eğitimi almamış kişilerin terapi hakkında yanlış bilgiler yaymasını önlemek için denetim mekanizmaları oluşturmak.
  4. Terapötik sürecin bireysel verimlilik ve performansa indirgenmemesi:
    • Şirketlerin çalışanlarına sunduğu psikolojik desteklerin sadece “daha verimli çalışmak” üzerine değil, bireyin gerçekten iyileşmesine odaklanmasını sağlamak.

Sonuç: Terapi Satın Alınan Bir Ürün mü, Yoksa Bir Hak mı?

Kapitalist sistemde psikoterapi, giderek tüketilebilir bir meta haline gelirken, asıl amacı olan bireyin ruhsal iyiliği bazen geri planda kalıyor.
Özellikle sosyal medya, büyük şirketler ve kendi kendine yardım endüstrisi terapiyi hızlı bir iyileşme aracı gibi sunarken, terapötik süreçlerin aslında uzun, karmaşık ve bireysel olduğunu unutmak büyük bir risk.

Önemli soru şu:
Ruh sağlığı hizmetleri herkesin erişebileceği temel bir hak mı, yoksa parayla satın alınabilen bir ayrıcalık mı olmalı?

Bu sorunun cevabı, ruhsallığın demokratikleşmesi ve terapi süreçlerinin özüne sadık kalması için kritik bir öneme sahip.