Theodor Adorno: Ölümü anlamlandıran düşünceler, totolojik düşünceler kadar beyhudedir.

Ölüm metafiziğinin yozlaşıp ya kahramanca ölüm reklamlarına ya da insanın önünde sonunda öleceği gerçeğinin salt tekrarından ibaret basmakalıp söze dönüşmüş olmasının, bu ideolojik keşmekeşin nedeni, insan bilincinin ölüm deneyimine göğüs germe, hatta ölümü kabul etme konusundaki zayıflığını günümüze kadar sürdürmesidir büyük ihtimalle.

Nesnelerle açık ve özgür bir ilişki kuran kimsenin ömrü, her insanın zihninde potansiyel halinde bulunan her şeyi tamamıyla hayata geçirecek kadar uzun sürmez; hayatla ölüm arasında derin bir gedik açılır.

Ölümü anlamlandıran düşünceler, totolojik düşünceler kadar beyhudedir. Bilinç hayvansı doğasından uzaklaşıp biçimleri içinde süregelen katı bir şeye dönüştükçe, kendi sonsuzluğundan şüpheye düşmesine yol açan her şeye karşı direncini arttırır.

Öznenin tarihte tin olarak tahta çıkarılmasıyla, tinin asla kaybedilmeyecek bir şey olduğu yanılsaması bir bütünlük teşkil eder. Eski mülkiyet biçimlerinin ölümü uzak tutacak büyü pratikleriyle örtüşmesi gibi, bütün insani ilişkiler giderek artan oranda mülkiyet ilişkileri üzerinden belirlendikçe ratio da ölümü tıpkı o eski ritüeller gibi sebatla bertaraf etmek için uğraşır.

Son aşamada ölümün kendisi, bir ümitsizlik hamlesiyle bir mülke dönüştürülür. Ölümün metafizik seviyeye yüceltilmesi insanı ölüm deneyiminden muaf tutar. Halihazırdaki ölüm metafiziği, eskiden ölümü katlanılır kıldığı varsayılan şeyin, yani ölümün çok yönlü hayatla epik bir birlik oluşturduğu hissinin toplumsal değişimler aracılığıyla insanların elinden alınması karşısında toplumun sunduğu çaresiz bir teselliden başka bir şey değildir.

Zaten söz konusu his de, ölümün kudretini, yaşlı ve hayata doymuş, meşakkatli hayatının zaten bir hayat falan olmadığı ve ölüme direnme dirayetini kendinden çaldığı için artık ölmeyi gerçekten hak ettiğini sanan insanların bıkkınlığıyla nurlandırmayı amaçlamaktadır aslında.

Oysa toplumsallaştırılmış toplumda, içkinliğin çıkış vermeyen sıkı dokusunda, insanlar ölümü kendilerinin dışında kalan, yabancı bir şey olarak algılar ve ölümün kendi hayatlarıyla ölçülür bir şey olduğu yanılsamasına kapılmazlar. Önünde sonunda ölmek zorunda oldukları gerçeğini özümseyemezler.

Ters, dağınık bir umut kırıntısı ilişmiştir bu hissiyata: ölüm, Heidegger’in iddia ettiğinin aksine Dasein’ın bütünlüğünü teşkil etmediğinden, zihinsel özürlü olmayan herkes ölümü ve ölümün habercisi olan hastalıkları, ayrışık, Ben’e yabancı bir şey olarak deneyimler. Ben’in ölümle tam bir karşıtlık oluşturan kendini koruma ilkesi olduğu ve Ben’in ta kendisi olan bilincin ölümü massedemeyeceği gibi mahir bir gerekçeyle temellendirilebilir bu. Ancak bilinç deneyimi bu gerekçeyi yeterince beslemez; ölüm karşısında beklendiği gibi ona meydan okumaz.

Hegel’in varolan her şeyin kendi kendine tükeneceği önermesini tasdik etmez özne. Elden ayaktan düşme işaretleri vermeye başlamış yaşlı insan da önünde sonunda mutlaka öleceği gerçeğini, günümüze özgü dış musibetlerle aynı olumsallığın emarelerini taşıyan, fiziksel yapısının neden olduğu bir musibet olarak görür. Bu da nesnenin önceliğinin idrakine kontrpuan teşkil eden spekülasyonu güçlendirir: tinin, ancak her şeyi yiyip yutarak ölüme mahkûmiyeti tekrar üretmediğinde özgürleşecek bağımsız, katışıksız bir uğrak içerip içermediğine dair spekülasyonlar artar. Bu uğrak olmadan, aldatıcı kendini-koruma menfaati bile, Kant’ın benimsediği haliyle ölümsüzlük düşüncesinin mukavemetini açıklamada yetersiz kalacaktır. Elbette söz konusu mukavemet, hem elden ayaktan düşen bireylerde hem de insan türünün tarihinde yavaş yavaş zayıflar gibi görünmektedir.

Ölümü dikenlerinden arındırmayı vaat etmiş nesnel dinlerin çoktan beridir gizlice tasdik edilen çöküşünden sonra kesintisiz deneyimin de toplum tarafından çökertilmesiyle ölüm tamamen yabancı bir şeye dönüşmüştür.
(s.334-335)

Theodor Adorno
Negatif Diyalektik
@Metiskitap