Türk Romanında Dikenli Bir Karakter – İRFAN KARAKOÇ

Anladığımız insana düşmanlık besleyemeyiz.
(Oscar Wilde)

Düşmanlarımızı asla anlayamayız.
(Kirpi Reşat)

Kirpi, Sulhi Dölek’in 1997 yılında yayımlanan ve “Türkiye İş Bankası 1996 Yılı Edebiyat Büyük Ödülü”nü alan romanı. Roman, 2008 yılında aynı adla bir sinema filmine de uyarlandı. 1948 yılında İstanbul’da doğan Sulhi Dölek, 1989 yılına kadar Deniz Kuvvetleri’nde yüksek mühendis olarak çalışmış ve yarbay rütbesiyle emekli olmuştur. 2005 yılında kaybettiğimiz yazar; roman, öykü, deneme, oyun gibi birçok yazın türünde eserler vermiş, ayrıca üç senaryosu da televizyon dizisi olarak çekilmiştir (Tanzimattan Bugüne… 334).
Bu ara bilgilerden sonra romana odaklanabiliriz artık. Kirpi romanının tüm metni, romanın başkarakteri Reşat Sapmaz’ın poliste verdiği ifadeyi içerir. Okur, Reşat Sapmaz’ın başından geçen olayları, çalışma hayatını ve ev yaşamı hakkındaki bilgileri, Sapmaz’ın kendi kişiliğini de açıklayacak ayrıntılarla ve rahat bir anlatımla emniyette verdiği bu kapsamlı ifadeden öğrenir. Romanın anlatıcısı da yine Reşat Sapmaz’dır. Roman on altı bölümden oluşur. Bu başlıklar romanın olay örüntüsünü de gösterir bir nitelik taşırlar: İntikam Soğuk da Yenir, Kimse Beni Ezip Geçemez, Akhilleus’un Topuğu, Aslan Yürekli Reşat, İlk Çatışma, Uzayda Yaşam Var Mı?, Ava Giden Avlanır, Heitor Villa Lobos Sorunu, Vega Astrolojik Ve Spiritüel Danışma Hizmetleri Ltd., Esrarengiz İkili, Bilgi Kuvvettir, Tahir Yaman’ın Çiçek Bahçesi, Yıldızların Olumsuz Etkisi, Cinler Yalan Söylemez, Zurnanın Zırt Dediği Yer, Yabancılara Ayıp Oluyor.
Reşat Sapmaz, günlük hayatta karşılaştığı veya tanıdığı bazı kişilerle sürekli kişisel çekişmelere giren, çoğunlukla işsiz, orta yaşlı, evli ve iki çocuk sahibi biridir. Reşat Sapmaz’ın lakabı “Kirpi”dir. Ona bu lakabının verilmesinin nedeni, lisede saçlarının kirpi gibi dik olmasının yanında, arkadaşları tarafından kendisine bir haksızlık yapıldığında er geç bir yolunu bulup onlardan yaptıklarının acısını çıkarmasından dolayıdır. Onun emniyete götürülmesinin sebebi ise, yine bir kişisel çekişmeden ötürü bazı olayların zincirleme bir biçimde açığa çıkmasıdır. Reşat Sapmaz’ın bir postane kuyruğu sırasında tartıştığı Tahir Yaman’dan intikam almak için yaptıkları, Tahir Yaman’ın da aynı biçimde bunlara cevap vermesi, birçok gizli ve yasadışı olayların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat bu olaylar, romanın, yani verilen ifadenin sonunda açıklanır.
Reşat Sapmaz, ifadesinde yer yer çocukluğuna da dönerek hayatı hakkında bilgiler verir. Haksızlığa dayanamamasını en önemli kişilik özelliği olarak göstererek, bu özelliğinden dolayı başına gelen olayları, intikam hakkındaki düşüncelerini, gördüğü haksızlıklar karşısında nasıl intikam aldığını birer birer anlatır. Fakat meydana gelen bu olaylarla, bazı tesadüfler dışında onun hiçbir ilgisi yoktur. Sapmaz’ın çeşitli planlar kurup intikam aldığı kişiler arasında ablası, üniversitedeki sevgilisini elinden alan ev arkadaşıyla (eski) sevgilisi, araba vapuru kuyruğunda önüne geçen bir sürücü, ev sahibi, asker arkadaşı Salih, küçük oğlunun servis şoförü, kayınbiraderi Murat, komşusu Hasan Efendi ve postane kuyruğu sırasında tartıştığı Tahir Yaman bulunmaktadır. Fakat Tahir Yaman kendisi gibi inatçı ve kendisine yapılanları unutmayan bir yapıya sahiptir. Bu nedenle, Reşat Sapmaz kendi tabiriyle “ava giderken avlanmış”tır (55). Roman, bu iki karakterin intikam alma yarışı sırasında açığa çıkan olaylarla son bulur.
Sulhi Dölek’in romanları üzerine yapılmış az sayıdaki incelemelere bakıldığında, daha çok yazarın kullandığı mizahi üsluba dikkat çekilmiş, mizahı kullanarak yaptığı sosyal eleştirinin

başarısı ön plana çıkarılmıştır. Fakat, Dölek’in romanlarında “komik” ve “eleştirel” unsurlarla inşa ettiği söylemi yüklenen roman karakterleri üzerinde pek durulmamıştır. Bu eksiklikten hareketle bu yazıda, Kirpi romanının başkarakteri olan Reşat Sapmaz’ın psikolojik profili, psikanalitik kuramlar ve eleştiri yöntemlerinden de yararlanılarak incelenmeye çalışılacaktır. Romanın biçimsel yapısının bu incelemeyi kolaylaştırıcı bir kurguyla oluşturulması, yapılacak “analiz”leri ve metnin psikanalitik eleştiriyle okunmasını tetikler mahiyettedir.
Sapmaz’ın emniyette verdiği ifadeye onu dinleyenlerin –sadece ikinci bölümde gülmeleri dışında (13)– hiçbir müdahalede bulunmamış olmaları, analiz edilenin uyması gereken temel bir kural olan “serbest çağrışım”ı hatırlatmaktadır. Böylelikle polislerin bir müdahalede bulunmamaları, serbest çağrışımın oluşması için gerekli olan “yansızlık” kuralının bir zorunluluğunu da sağlamıştır. Sapmaz’ın bu ifadesinden, dolayısıyla anlatıcının üslubundan hareket edilecek olursa, Saffet Murat Tura’nın Günümüzde Psikoterapi adlı kitabında belirttiği “analiz edilenin bilinç alanında yer alan anılarını, fikirlerini, duygularını hiçbir sansürden geçirmeden dile getirmesi esasına dayan[an]” (29) serbest çağrışım yönteminin –elbette tam anlamıyla olmasa da– gerçekleştiği görülecektir. Suçlu olmadığına inanan ve bu nedenle rahat bir üslupla, hiçbir baskı altında olmadan anılarını, başından geçen olayları, fikirlerini ve duygularını sanki bir “divan”da uzanmış gibi dile getiren Reşat Sapmaz, olayları aklına estiği sırayla, atlamalarla anlatır: “Eski defterleri karıştırmam size anlamsız görünebilir. Bunların konumuzla doğrudan ilgisi olmadığını biliyorum ama, sabırlı olun. Eğer beni yeterince iyi tanırsanız, bu üzücü olaylar zincirinin meydana gelmesinden pek fazla sorumlu tutulamayacağımı anlarsınız” (Dölek 11).

Sapmaz’ın yer yer heyecanlı, olayların anlatımında ayrıntılı ve dağınık bir konuşma üslubunu benimsemesi ise, duygularını sansürden geçirmesi şüphesini azaltmaktadır. Böylelikle Reşat Sapmaz’ın verdiği bu ifadeden “ön bilincinde yer alan malzemeyi” (Tura 29) kolaylıkla izleme olanağını da elde etmiş oluruz.
Bu noktada Reşat Sapmaz’ın kişisel profilindeki bazı özellikleri inceleyebiliriz. Örneğin şu sözler, onun aşırı kuşkucu yanını önemli bir biçimde ortaya çıkarır:

Bazı şeyleri kafama taktığım doğru. Gururuma düşkünüm. Biri kırıcı bir laf etse, hatta ters bir bakış atsa, bunu günlerce kafamda evirip çeviririm. Uykularım kaçar. Bir yandan ona hak ettiği karşılığı vermek için çırpınırken, bir yandan da soruların pençesinde kıvranırım: Acaba bununla ne demek istedi?.. Bir açığımı mı gördü?.. Bana ne garezi var?.. Arkamdan kuyumu mu kazıyor?.. Patronumsa, beni kovmayı mı düşünüyor?.. İş arkadaşımsa, beni harcamak mı istiyor?.. Tanımadığım biriyse, aslında bir yerlerden tanışıyoruz da ben mi anımsamıyorum?.. Kimi zaman kuruntudur bunlar. Ama çoğunlukla da haklı çıkarım. Çünkü sezgilerim güçlüdür. Düşmanca titreşimleri kolay algılarım. (Dölek 8)

“Kirpi”nin Soğuk Yemeği: İntikam
Reşat Sapmaz’ın “intikam” duygularının nedenini anlamaya çalışmadan önce, intikam hakkındaki düşüncelerini de gözden geçirmek, bize onun “sorunlu” kişiliği hakkında bazı ipuçları vermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Sapmaz, kendisini “besleyen” bu duyguyu çocukluğundan hatırladığı şu gözlemle açıkça anlatır:

Küçükken […] ahşap evin önünde oynardım. Yaşlı kadın, gözü gibi baktığı bir camgüzeli saksısını yazın her sabah pencere önüne çıkartırdı. Her sabah bir örümcek, aynı örümcek, pencerenin pervazıyla camgüzelinin dalları arasında ağını örmeye başlardı. O örerdi, ben seyrederdim. Özenli, aralıksız bir çalışmayla gün biterken bitirirdi ağı. Akşam ezanında yaşlı kadın saksıyı içeri alır, örümcek de ertesi sabah her şeye yeniden başlamak zorunda kalırdı. İşte ben hayranlıkla izlediğim o örümcek kadar sabırlı ve inatçıyım. Aramızdaki tek fark birimizin küçük sineklerle, birimizinse intikamla beslenmemiz. (9)

Sapmaz, bir “besin” olarak bahsettiği bu duygunun, bekletildiğinde daha lezzetli olduğunu da söyler: “Kim demiş intikam sırf sıcak olarak yenilirse güzel bir yemektir diye?.. Onu tuzlamayı, tütsülemeyi, dondurmayı, salamura etmeyi hiç denediniz mi?.. Her biri değişik tatlarda ve her biri de yeterinde doyurucu oluyor. Üstelik uzun bekleyişlerin insanın iştahını daha da açtığını düşünürseniz!..” (9).
Reşat Sapmaz’ın anlattıklarına göre intikam duygusunu ortaya çıkaran tek sebep, onun haksızlığa tahammül edememesidir: “Tek kusurum var, ona da kusur denmez ya, haksızlığa gelemiyorum. Bana yapılan bir kötülüğü asla yapanın yanına bırakmam. Karşılığını vermek için bazen usun süre beklemem gerekse bile!…”(8). Kendisine kasıtlı yapılan küçük veya büyük bütün haksızlıkların hesabı ise er geç sorulacaktır:

Uğradığım haksızlığı asla unutmam. Ağımı örüp haftalarca, aylarca, gerekirse yıllarca beklerim. Derken bir gün telcikler ansızın titreşmeye başlar. Mahmur bekleyişimden uyanıp hızla üstüne çullandığımda avım neye uğradığını şaşırır. Kimisi suçunu anımsayamaz bile. Aramızda geçmiş olan olay, bazen başkalarına küçük ve önemsiz görünebilir. Ama kötülüğün küçüğü büyüğü olmaz. Kasıtlı yapıldıysa, hesabı sorulmalıdır. Herkes benim gibi yapsa, dünya çok daha adil ve huzurlu bir yer olurdu (9).

Oysa Reşat Sapmaz intikam aldığı olayları anlatırken her durumda kendisinin haklı olduğunu iddia etmesine rağmen, metindeki bazı bölümler kendi yaptığı haksızlıkları da fark edemediğini, göreceli bir kavram olan “hak” anlayışını intikam duygusunu beslemek için kullandığını görürüz. Küçük oğlunun okul servisinin şoförüyle arasında geçen bir olay hakkında kayınpederiyle konuştuğu şu sahne, onun hak anlayışı üzerinde durmamıza iyi bir örnektir:

Yanına gittim. “Biliyorsun ki ben haklıydım baba” dedim.
“Hiçbir şey duymak istemiyorum” diye homurdandı. “Nefesimi boşuna tüketmek de istemiyorum. Sen hiç değişmeyeceksin nasıl olsa. Konuşmanın hiç yararı yok.”
“Ama konuşmaya kendin başladın!”
“Ben seninle değil, çiçeklerimle konuşuyordum.”
“Öyle mi?.. Ne söylüyordun çiçeklerine peki?..”
“Senin bazen ne kadar acımasız olabildiğini.”
Her zaman böyle yapıp kalbimi kırardı. “Neden hep yabancıların tarafını tutup öz damadına cephe alıyorsun baba” diye sordum. “Üstelik biliyorsun ki ben haklıydım.”
“Haklıymış!.. Senin yaptığın zalimlik!.. Koskoca adamın sabah sabah kapımıza gelip hüngür hüngür ağlaması, bizi bütün komşulara rezil etmesi çok mu hoşuna gitti?”

“Şoförün bu kadar duyarlı biri çıkacağını nerden bileyim?.. Hem ne yani?.. Küstahlığını yanına mı bıraksaydım?..”

“Ne küstahlığı?.. Ne yaptı sana adamcağız?.. O da aile geçindiriyor. Hayat durmadan pahalanıyor, benzin pahalanıyor, yedek parça pahalanıyor. Mecbur kaldığı için, aylık taşıma ücretine biraz zam istedi alt tarafı.” (36-37)

Kayınbiraderiyle yaşadığı sorun da Sapmaz’ın hak anlayışını örneklemektedir: Kayınbiraderinin Reşat Sapmaz’a kaldıkları evin aidatını ödemesi gerektiğini söylemesi üzerine, çalıştığı işyerine aynı gün içinde kırk sekiz motosikletli kurye göndererek intikam alması karısıyla tartışmasına sebep olur. Oysa bu konuda kayınbiraderi haklı görünmektedir. Çünkü kaldıkları ev Reşat Sapmaz’ın değil, kayınpederinin evidir ve eve kira vermemekte, sadece aidatları ödemesi gerekmektedir.
Otto Kernberg, psikiyatrik inceleme alanındaki vakaları üç ana grupta ele almıştır. Bunlar: nevrotik, sınır ve psikotik kişilik örgütlenmeleridir. Kernberg, ara vakaları ifade edebilmek için de kişilik bozukluklarını klinik görünümleri bakımından üç düzeyde incelemiştir. Bu ayrımlar da yukarıdaki, üç kişilik örgütlenmesi bölümlemesine denk düşer (aktaran Tura 57-58). “Buna göre karakter patolojilerinde yüksek, orta ve alt düzey örgütlenmeler söz konusudur” (58). Yine Tura’nın, Otto Kernberg’den aktardığına göre “patolojilerin tabiatı bakımından üst düzeyden alt düzeye doğru şöyle bir hiyerarşi gözlenir: a) yüceltici, b) ketleyici ve fobik, c) tepki oluşturucu ve d) içgüdülerin nüfuz ettiği karakter özellikleri” (58).
Tura karakter patolojilerindeki orta düzey örgütlenmeyi ise şöyle özetler:
Orta düzeyde aslında sadistik üstben öncülü, bir üst düzeyde olduğundan daha katı, yasaklayıcı ve cezalandırıcıdır. Üstbenin diğer öncülü, yani ben ideali oldukça ilkeldir. Bu öncül büyük, güçlü, fiziksel olarak çekici olmak, ahlaki mükemmeliyet vs. talep eder. [….] Bununla birlikte üstben bütünleşmesi tam değildir, yani özellikle söz konusu iki öncül ve talepleri ılımlılaştırılıp yansızlaştırılmamıştır. Bu durumda hastalar suçluluk duyguları yaşamaktansa paranoid eğilimler gösterirler. Bir başka deyişle kendilerini çevreyi suçlamak ve tamamen iyi bir kendilik imgesini korumak zorunda hissederler. Duygularında hızlı bir değişim içindedirler; üzüntü ve suçluluk duygularından hızla öfkeye ve karşısındakini suçlamaya geçebilirler. Değer sistemleri oturmamıştır. İdden kaynaklanan dürtüler kısmen tepki oluşturma mekanizmasıyla bastırılmaya çalışılırken kısmen de doğrudan ifade edilirler. Cinsel ya da saldırgan ihtiyaçlar belli alanlarda “yapılaşmış itkisellik” şeklinde ortaya çıkabilir. (59)

Saffet Murat Tura’nın Kernberg’den yararlanarak özetlediği ve orta düzey kişilik örgütlenmesi için belirttiği bu karakter patolojilerinden hemen hemen tamamı Reşat Sapmaz’ın kişiliğine uymaktadır. Katı, yasaklayıcı ve cezalandırıcı davranışlar nerdeyse onun bütün hayatını şekillendirir. Ona göre, insanlar yaptıkları haksızlıkların cezasını ne derecede olursa olsun mutlaka görmelidirler. Bu cezalandırmayı devlet yap(a)mıyorsa, “kendisi gibi” insanların bunu yapması gerekir. Böylelikle “dünya çok daha adil ve huzurlu bir yer ol[acaktır]” (Dölek 9). Kavga ettiği ve sonunda intikam aldığı kişiler hakkında kullandığı; “acımasızca” (12), “para önemli değil, avımı kaçırdım” (15), “hedef” (17), “hasmım” (17), “düşmanım” (17), “adamın burnu sürtmüş” (49), “dersini aldı” (51) gibi sözcükler de onun sadistik bir üstbene sahip olduğunu düşündürmektedir. Tura’ya göre, bu düzeyde üstbenin diğer öncülü olan ben ideali, olabildiğince ilkeldir. İlkel ben ideali ise büyük ve güçlü olmak, ahlaki mükemmeliyet gibi şeyler talep eder (59). Aynı şekilde Reşat Sapmaz’ın ifadesi boyunca kendisini övmesi, başkalarının ağzından meziyetlerini anlatması, genel kültüre sahip ve zeki bir kişi olduğunu belirtmesi ise aşırı büyüklenmeci tavrının, güçlü olma isteğiyle kendini kandırmasının önemli delilleri sayılabilir:

Ben bir insanım. Hem de belli bir hayat görüşü, ince sayılabilecek zevkleri olan bir insanım. Son zamanlarda pek vakit bulamıyorum ama, eskiden çok okurdum. Dostoyevski’nin Budala’sını iki defa okudum söz gelimi. Hüseyin Rahmi’nin, sonra adaşım Reşat Nuri’nin bütün romanlarını okudum. Çoğunlukla radyoda ne çalarlarsa onu dinlerim ama, aslında müziğin her türünden hoşlanırım. Babamın bir gramafonu, bir yığın eski plağı vardı. Münir Nurettin’lerle, Sadettin Kaynak’larla falan büyüdüm. Beethoven’ın, Mozart’ın, şimdi isimleri aklıma gelmeyen öteki büyük klasik bestecilerin de yabancısı değilim. Ayrıca eskiden güzel karikatür çizerdim. Hatta iki üç tanesi bir mizah dergisinin “Çiçeği Burnunda Karikatürcüler” köşesine çıkmıştı da ablam benimle “Sen sebze misin?” diye dalga geçmişti. “Kabakların çiçeği burnunda olur.” Bunu yanına bırakmadım tabii. Ablamın çıplak karikatürleri mahallede aylarca elden ele dolaştı. Aslında damarıma basılmadığı sürece sakin, dost canlısı ve neşeliyimdir. Arkadaşlar esprilerime bayılır.

Bunları kendimi övmek için söylemiyorum. Sadece sıradan biri olmadığımı anlayasınız diye!.. (21)
Bu kendini kandırma ve aşırı büyüklenmeci tutumu, asker arkadaşı Salih’le olan ilişkisinde de ortaya çıkar. İşsiz kaldığı bir dönemde, reklam ajansı sahibi olan arkadaşının yanına giden Sapmaz, arkadaşının onu işe alamayacağını birçok yolla hissettirmesine rağmen durumu anlamaz ve arkadaşının onu övdüğünü şöyle anlatır:

Onun deyişiyle fırlama bir zekâm ve hınzırca bir konuşma tarzım olduğu için metin yazarlığı yapabilirdim. Bir gidişimde gençliğimde çizdiğim karikatürlerden bazılarını yanımda götürdüm. Bunlara bakar bakmaz, benim grafiker de olabileceğim kanısına vardı. Ayrıca etkileyici basın danışmanlığı deneyimim, insanlarla ilişkilerimin sıcaklığını kanıtlıyor, bu da benden daha iyi bir müşteri temsilcisi bulunamayacağını gösteriyordu. Öte yandan, beni çok yönlü ve kültürlü bulduğu için, belki de yaratıcı yönetmen olarak değerlendirmeliydi. Bu görevlerin her birinde öbüründen daha başarılı olacağımdan kuşkusu yoktu. (33)

Her zaman büyük ve güçlü olma düşüncesi, Reşat Sapmaz’ın iş beklentisinde de görülmektedir. Kendi ifadesiyle “rasgele bir üniversiten rasgele bir diploma almayı zar zor becer[en]” (7) Sapmaz, günlerini yapabileceği işlerle değil, büyük şirketlerin rahat ve bol para kazandıracak “önemli pozisyonlar[ın]dan birine” (68) hemen hiçbir iş tecrübesi olmadan “kapağı atabilmek” (68) hayaliyle geçirir: “Aradığım gibi yüksek ücretli ve rahat bir iş bulmam kolay değildi. Koca koca ilanlarla duyurulan önemli pozisyonlardan birine kapağı bir atabilsem, çok başarılı olur ve paraya para demezdim, biliyorum” (68). Bir iş başvurusundan cevap geldiğini öğrenince yine hayallere dalar: “Sonunda talihim dönmüştü. Bu işe girmeyi başarırsam, kararlı ve özverili çalışarak kısa zamanda firmanın en üst düzey yöneticilerinden biri olacağıma kendi kendime söz verdim. Hatta belki günün birinde şirketin hisselerinin bir bölümünü de ele geçirirdim” (84).
Sapmaz iş konusunda böyle gerçekdışı hayaller kurarken, yaptığı işlerin aslında ahlaki yönden problemli olduğunu da fark edememektedir. Çünkü para kazandığı işler, çoğunlukla arkadaşları ve akrabalarını kullanarak yaptığı bazı aracılık ve komisyonculuklardan ibarettir. Bunlar da; babasının arkadaşının evini kayınpederinin arkadaşına satması, kayınbiraderinin çalıştığı şirketin boyasını yaptırtması, kısa bir süre çalıştığı inşaat şirketinin makinelerini arkadaşının şirketine sigortalatması gibi aracılıklardan aldığı komisyonlardır. Üstelik bu aracılıklar sonunda her iki taraftan alınan yüklü paralar, dolandırıcılık denebilecek pay almalar şeklindedir:

[Ç]ok kısa bir süre emlakçılık yapmıştım. Son yıllarda bana gerçek anlamda para kazandıran tek tük uğraşlarımdan biri bu olmuştu. Yaptığıma gerçek anlamda emlakçılık denemezdi aslında. Rahmetli babamın arkadaşlarından birinin Teşvikiye’deki yedi katlı evinin, kayınpederimin arkadaşlarından birine satılmasında aracılık etmiş ve her iki taraftan aldığım komisyonlarla belli bir parasal rahatlığa kavuşmuştum. (35-36)

Sapmaz’ın son yaptığı iş de yine insanları aldatma ve insanların bazı duygularını sömürme üzerine kuruludur. Vega Astrolojik ve Spiritüel Danışma Hizmetleri Limited Şirketi’nde medyum olarak çalışan Sapmaz, profesyonelce yalanlar söyleyerek hayatını kazanır ve bu işten “kısa bir süre için” çok memnun kalır.

Sadistik Yapılanma ve Şiddete “Sapmak”
Reşat Sapmaz’ın “normal olmayan” özelliklerinden biri de, rakiplerine şiddet uygulama isteğidir. Sadece istek ve hayal aşamasında kalsa da bu düşünceler sorunlu bir kişilik örgütlenmesine işaret eder. Örneğin araba vapuru kuyruğunda önüne geçen pahalı bir Japon arabasına sahip sürücü hakkında, üstelik sürücüyle hiçbir diyaloğa girmemişken düşündükleri “ürkütücü”dür:

İşte o zaman gözünüzü kan bürümez mi?.. Çelimsiz vücudunuzda gizli bir Herkül gücü olmasını dilemez misiniz?.. Adamı tek elinizle gırtlağından yakalayıp havaya kaldırsanız gözlerinin şaşkınlıkla nasıl da yuvalarından uğrayacağını hayal etmez misiniz?.. Yere yıkıp üstünde tepindiğinizi, kalın kafasını arabasının kaportasına vura vura dağıttığınızı düşlemez misiniz?.. (13-14)

Aynı olayı tekrar yaşadığındaki hisleri yine şiddet içermektedir: “İçimden gene neler geçiyordu!.. Birinci vitese takıp gazı sonuna kadar kökleyerek bu bencil ve düşüncesiz adamın

arabasına toslamayı düşündüm” (14). Reklam ajansı olan arkadaşının onu işe almaması karşısında ise şunları düşünür: “Aklımdan, süslü kâğıt açacağıyla elini masaya çivilemek, sonra da ajansını yakmak geçti [….] Kendimi tutamayıp saldırganlaşacağımdan, en azından dönüp kıçına okkalı bir tekme atma isteğime yenileceğimden korkarak, aceleyle ayrıldım” (34).
Reşat Sapmaz’ın bu kadar saldırgan bir yapıya sahip olmasında etkili olan veya onun saldırganlığını tetikleyen unsurun, metnin verilerine göre aşırı gurur olduğu söylenebilir. Çünkü Sapmaz’ın uğradığını düşündüğü haksızlıklar karşısındaki davranışlarında, ailesinin zarar görmesinden çok kendi gururu, ezilen kişiliğiyle ilgili kaygılar rol oynamaktadır: “Elbette olanlardan üzüntü duyuyorum ama, suç bende değil. Göz göre göre kendimi ezdiremezdim ya!…” (7) sözleri bu kaygıların açığa çıkmasının en önemli göstergelerindendir.
Küçük ve güçsüz görülmek/görünmek onun için en büyük sorundur. Karşı karşıya kaldığı durumlarda kendisini, ailesi veya diğer insanların gözünden değerlendirip tepkiler vermektedir. Kendisini sürekli ezilmiş ve küçümsenmiş görmesi de intikam hislerini tetiklemekte, onu daha da saldırganlaştırmaktadır:

Bu tür insanlar hep birbirine benziyor. Davranışları atak, kıyafetleri havalı, konuşmaları sabırsız, bakışları küçümsercesine… Küçük görülmeye dayanamam. Hele karımın ve çocuklarımın önünde küçük düşürüldüysem, elimden bir şey gelmediyse, susup yutkunmak zorunda kaldıysam iyice zıvanadan çıkarım. Nefretim yüreğimde yumaklaşır. Böyle anlarda tek avunma yolum, başıma gelen haksızlığın acısını önünde sonunda çıkaracağımı bilmemdir (14).

Kayınpederiyle tartıştıktan sonra kendisini şu şekilde savunması ise, yine göreceli bir kavram olan “gurur”u aşırı önemsediğini gösterir: “Damadının herkese eyvallah diyen, sırtına vur lokmasını al cinsinden biri olması daha çok mu hoşuna giderdi? İnsan bir yerde gururunu korumayı bilmeli!..” (51). Oğlunun kendisiyle konuşmak istediği konunun eşcinsellik olduğunu zannedince kayınpederine verdiği tepki de, başkaları karşısında sürekli “kendi” imajını kontrol eden bir kişilik özelliğini betimler:

Benim eski kafalı olduğumu mu düşünüyorsun yoksa?.. Hayır!.. Ben de en az senin kadar çağdaş düşünceliyim. Eşcinselliğin de yaşamın bir gerçeği olduğunun farkındayım. Bunu bulaşıcı bir hastalık ya da ne bileyim utanılacak bir sakatlık gibi görmüyorum. Herkesin cinsel tercihi kendisini ilgilendirir. Ama oğlumdan başka herkesin!.. Oğlumun ne olduğu beni çok yakından ilgilendirir. Düşünsene, onu ben yetiştirdim!.. Herkes neler söyleyecek… (64)

Kernberg, üstben bütünleşmesinin tam olmadığı durumlarda hastaların, suçluluk duyguları yaşamak yerine, çevreyi suçlamak ve tamamen iyi bir kendilik imgesini korumak zorunda hissettiklerini belirtir (aktaran Tura 59). Reşat Sapmaz da yaptığı tartışmalarda, iş başvurularında, arkadaşlarıyla, komşularıyla ve ailesiyle ilişkilerinde sürekli kendisinin doğru davrandığı, ters giden durumlarda ise suçlunun hep karşı taraf olduğu düşüncesindedir. Hatta işsizliği, evle ilgilenmemesi, küçük çekişmelerle vaktini geçirmesi gibi konular hakkında kayınpederiyle ve karısıyla aralarında geçen tartışmalarda, üzüntü ve suçluluk duyduğu kısa bir andan sonra hızla öfkelenmesi ve onları suçlaması (Dölek 36-41) yine Kernberg’in karakter patolojilerindeki orta düzey örgütlenme semptomlarını hatırlatmaktadır. Sapmaz’ın intikam duygusu çevresindeki saldırganlığının “yapılaşmış itkisellik” şeklinde ortaya çıkması da bu savı desteklemektedir.
Reşat Sapmaz’ın sadece kendisini önemseyerek bunu davranışlarına yansıtması, doğal olarak ailesiyle, arkadaşlarıyla ve diğer insanlarla ilişkilerini de etkilemiştir. Karısı ve kayınpederiyle tartışmalarına da bu davranışları neden olmaktadır. Karısı, kayınpederi hatta çocukları her fırsatta onun kendilerini ve evi ihmal ettiğini söylemekte (47), o ise kendini ideal “koca-oğul-baba” pozisyonlarında görmektedir. Aynı şekilde arkadaşlarıyla ilişkisi de sorunludur. Çıkara dayalı bir arkadaşlık kurması, onların iş yaşamlarındaki zorluklarını anlayamaması, duygusal hiçbir bağlılık gösterememesi, etrafındaki herkesin ondan uzaklaşmasına neden olmakta, fakat o bunları fark edememektedir.

Sapmaz’ın çevresiyle ilişkilerindeki bu sorunları, yine orta düzey karakter patolojisi örgütlenmesinin ayırt edici özellikleri arasında görürüz, Tura’nın verdiği bilgilere göre bu kişiliklerde:

Nesne ilişkileri kısmen sabittir; başkalarıyla derin ilişkiye girebilirler, ancak bu ilişkiler yoğun bir çift-değerlilik ve çatışma içerir. Pasif-agresif kişilikler, sadomazoşistik kişilikler, çocuksu (ya da histeroid) kişiliklerin bir bölümüyle narsistiklerin bir bölümü orta düzeyde yer alır (59).

Kernberg orta düzey karakter patolojisi örgütlenmesi grubunu sınır durumla eşleştirmiş (aktaran Tura 58), narsisizme de sınır durum içerisinde ayrı bir önem vermiştir. Fakat narsisistik karakterlerin ayrı bir grup oluşturması veya genel sınır durum kategorisi içinde değerlendirilmesi konusu tartışmalıdır. Tura bu tartışmayı şöyle özetler:

Kohut’a göre narsisistik karakterlerde ne kadar patolojik olursa olsun bir pekişmiş kendilik […] gelişmiştir. Masterson da narsisistikleri sahte kendilik […] çerçevesinde ele almakla birlikte sönmüş sahte kendilik […] olarak nitelediği sınır durumlardan ayırarak, şişmiş sahte kendilik […] kategorisinde yorumlar. Öte yanda Kernberg’e göre narsisistik karakterler özel karakter savunmaları ve büyüklenmeci kendilik […] sayesinde daha yüksek bir düzeyde işlev görmelerine rağmen, sonuç olarak sınır kişilik örgütlenmesi dâhilinde kalır. (54)

Böyle geniş ve iç içe geçmiş bir kümeler toplamı oluşturan kişilik bozuklukları semptomları, birtakım göstergeleri, teşhis için bazı sınırlar içine sokmamızı zorlaştırmakta, bu zorluk özellikle bir yazınsal metindeki karakterin psikolojik yapısını ortaya çıkarma söz konusu olduğunda daha da artmaktadır. Fakat eldeki davranış verilerine göre, Reşat Sapmaz’ın bu geniş psikopatoloji yelpazesi içinde orta düzey karakter patolojisi örgütlenmesi içinde veya (ayrı olarak) narsisistik kişilik özellikleri grubunda yer aldığı söylenebilir.
Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm adlı kitabında Otto Kernberg, bu kişiliklerin özelliklerini belirtirken, Reşat Sapmaz’ın davranış özelliklerini de sıralar gibidir:

Narsisistik kişiliklerin başlıca özellikleri, büyüklenmecilik, aşırı bencillik ve başka insanlardan hayranlık ve takdir elde etmeye çok hevesli olmalarına karşılık, başkalarına karşı çarpıcı bir ilgi ve eşduyum yokluğudur. Bu hastalar, kendilerinin sahip olmadığı şeylere sahip görünen ya da hayatlarından memnun görünen kişilere çarpıcı bir biçimde yoğun haset duyarlar. Bu hastalar duygusal derinliğe sahip olmadıkları ve başka insanların karmaşık duygularını anlayamadıkları gibi, kendi duygularında da farklılaşma yoktur, hafif parlamalar olur ve sonra duygu dağılır. Özellikle içten üzüntü ve yas dolu özlem duyguları hissetmezler; depresif tepkiler yaşayamamaları, kişiliklerinin temel bir özelliğidir. (200)

Alıntıda belirtilen semptomlardan bazılarını incelemiştik. Fakat Reşat Sapmaz’ın bütün davranışlarını en çok etkileyen ve onu saldırgan bir biçimde intikam almaya yönlendiren şeyin üzerinde düşünüldüğünde bunun; bir türlü sahip olamadığı, kendisini güçlü bir konumda gösterecek iyi bir iş, güzel bir araba, güzel bir sevgili ve zenginlik gibi unsurları elinde tutan kişilere beslediği “yoğun haset” duygusu olduğu görülecektir. Dikkat edilecek olursa Sapmaz’ın tartışıp intikam aldığı bir çok kişi, yukarıda sayılan ve gücü imleyen özelliklere sahiptir. Örneğin araba vapuru sırasında tartıştığı pahalı Alman ve Japon arabalarına sahip olan iki kişi, âdeta para gibi kokan milyarder ev sahibi, reklam ajansı açan asker arkadaşı, “onursuz” ve “pısırık” dediği fakat tekstil firması sahibi olduğunu sonradan öğrendiğimiz ortaokul arkadaşı Bahtiyar, ortaokulda kendisini üstün ve zeki gören fakat daha sonra sefil duruma düşmesi zevkle izlenen Timur, sevgilisini elinden alan üniversiteden arkadaşı Mete, evli olmasına rağmen bir metresi bir de sevgilisi olan Tahir Yaman, Reşat Sapmaz’ın yerlerinde olmak istediği ve Sapmaz için sahip olduklarıyla “güç”ü, “büyük olma”yı simgeleyen kişilerdir. Örneğin zenginlik Reşat Sapmaz’ın en çok vurguladığı konulardan biridir. İş sahibi olan arkadaşlarının çok para kazandıklarını, üstelik az emekle zengin olduklarını düşünmesi, özellikle tartıştığı kişilerde “zenginlik” vasfının olması onu şaşırtır ve olumsuz etkiler: “Böyle izbe bir işyerinde bu lüks arabayı alacak kadar çok para kazanılabilmesi inanılmaz bir şey” (Dölek 15).
Fakat Sapmaz’ın emniyetteki polislere söylediği şu sözler, durumu dikkat çekici bir biçimde özetlemektedir:

“Hafife alınacak biri olmadığımı siz de anlamış olmalısınız artık. Makam, mevki, servet, şöhret sahibi değilim diye; güçlü pazularım ya da sırtımı dayayacağım birileri yok diye, itilip kakılmaya razı mı olayım?..” (21).
Böylelikle Reşat Sapmaz; düşüncelerinde ürettiği ve sahip olamadığı zenginlik, fiziksel görünüm, şöhret ve toplumsal statü gibi güç simgeleri yerine, “zekice” ve “acımasızca” planlar hazırlayıp uygulamada kullandığı “intikam” duygusunu ikame etmekte, bu yolla kendi “ben”ini tatmin etmekte veya tamamlamaktadır.
Kernberg’in A. Reich’in “Narcissistic Object Choice in Women” adlı araştırmasından faydalanarak yaptığı “Narsisist kişilikli bazı hastalar, bilinç düzeyinde yoğun güvensizlik ve aşağılık hisleri duyarlar. Zaman zaman bu aşağılık ve güvensizlik hisleri, büyüklenmeci hisler ve tümgüçlü olma fantezileriyle dönüşümlü olarak yaşanır” (200) tespit, Sapmaz’ın bu davranış şeklini açıklayabilir niteliktedir.
Sapmaz’ın kendisini hayata bağlayan, onun varlığını, “tümgüçlü” durumda olduğunu hissettiren bir ikame duyguyla yaşaması, bu duyguyu sürekli canlı tutmanın yollarını aramaya ve onu beslemeye de itmiştir. Bu da, kendisine yapılanları unutmamak için aşırı gayret göstermeyle sonuçlanacaktır:

Bahtiyar kendisine yapılan kötülükleri unutabilir. Ben asla unutmam. Unutmamak için elimden geleni yaparım. Yaralarımın zamanla kabuk bağlayıp iyileşmesini izin vermem, onları sürekli kaşırım. Beni mutsuz eden her olayı kafamın içinde evirir çevirir, kaçınılmaz hesaplaşma anına kadar birçok kez yeniden yaşayarak canlı tutarım. Sık sık başvurduğum yöntemlerden biri ise, tarih kadar eskidir. Olup bitenleri yazıya dökerim. Uygarlığın yazı sayesinde gelişmesi boşuna mı?.. Sözler gibi duygular da uçar, yazılar kalır (Dölek 10).

Sapmaz’ın yöntemi, gelişen olaylara bakıldığında gerçekten de etkilidir. Sevgilisini elinden alan arkadaşı Mete’den intikamını, günlüğüne bakıp hatırladıktan sonra alır: “Günün birinde eski günlüklerimi açıp hiç de gülünç olmayan o domuzluğun kayıtlarını okudum. Tüm bedenim yenilenmiş bir öfke dalgasıyla canlandı. Kanım damarlarımda daha sıcak, daha hızlı akmaya başladı. Karın kaslarım sağlıklı bir kin duygusuyla kasıldı. O kalleşe gününü gösterecektim” (11).
Reşat Sapmaz’ın küçük çekişmelerde bile intikam alma duygusu, onun saldırgan tutumu üzerinde de düşünmemize neden olmaktadır. “Haksızlık”a uğradığını düşündüğü anlardaki “öfke” ve “saldırganlık” duygularının yoğunlaşması dikkat çekici boyutlardadır. Arkadaşının kendisini işe almayacağını öğrendikten sonraki hisleri, onun saldırgan tutumunu örnekler: “Öfkenin lavları benliğimi yakıp kavurmaya başladı. Kulaklarım çınlıyor, şakaklarım zonkluyordu. Arkadaş bildiğim bu herif, beni onca zaman oyaladıktan sonra tezgâhtarlığa layık görüyordu” (34). Sapmaz nefretinin derecesini ve bazen kendini kaybedecek kadar öfkelendiğini, çılgına döndüğünü de şu sözlerle itiraf eder: “Sık sık günlüğümü açıp otoparkta geçen olay hakkında yazdıklarımı tekrar tekrar okuyordum. Bu bir aşı gibi öfkemi tazeliyor, nefretimi canlı tutuyor, saldırganlık duygularımı kırbaçlıyordu” (77).

Ben beladan elimden geldiğince kaçarım ama, bela üstüme üstüme geliyorsa ne yapabilirim?.. Damarıma basılınca bazen kendimi kaybettiğim doğru. Ama her davranış kendi koşulları içinde değerlendirilmeli. Kimin nerde ne yapacağı belli mi olur?.. Siz sakin bir insana benziyorsunuz ama, öfkeden çılgına döndüğünüz olmadı mı hiç?.. (13)

Öfkenin her durumda patolojik bir duygu olduğu elbette iddia edilemez. Hatta günlük hayattaki ilişkilerimizi düzenlemek açısından “öfkelenmek” sağlıklı bir kişiliğin göstergesidir. Fakat kendini kaybedecek derecede öfkelenen ve karşısındaki insana aşırı nefret duyarak, onu aldığı intikamla cezalandıran Reşat Sapmaz’ın davranışı bu düzeyde değerlendirilemez. Otto Kernberg de Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık adlı kitabında bu duruma işaret ederek, “nefret” ve “öfke” duygularının patolojik boyutunu normal davranış şekillerinden şu tanılarla ayırır:

Nefret her zaman patolojik değildir: Nesnel, gerçek bir fiziksel ya da psikolojik yıkım tehlikesine ve kişinin

ve sevdiklerinin yaşamına yönelik tehditlere yanıt olarak nefret, tehlikeyi ortadan kaldırmayı hedefleyen öfkenin normal bir ardılıdır. Ne var ki, intikam hırsında olduğu gibi, genellikle bilinçdışı güdülenmeler de işe karışarak nefreti yoğunlaştırır. Nefret kronik ve karakterolojik bir yatkınlık olduğunda, saldırganlık dürtüsünde bir psikopatolojiyi yansıtır. (44)

Reşat Sapmaz’daki nefret ve öfkenin, onun sadistik eğilimlerini imlediği de düşünülebilir. Çünkü sadistik eğilimde “[a]cı verme arzusu ve bundan duyulan haz temeldir” (45). Ve Kernberg’e göre “bu durum, böylesi acı çektirmekten duyulan libidinal heyecanla saldırganlığın örtülü bir yoğunlaşmasını temsil eder” (45). Sapmaz’ın ifadesinden öğrendiklerimize göre, rakiplerinden intikam aldığı, onlara verdiği zararları izlediği anlardaki duyguları ve aldığı haz onun sadistik eğilimlerini gösterir derecededir: “Soğuktan ve heyecandan titreyerek bir süre bekledim” [….] Parlak metalik boyanın üstünde çıtırdayarak açılan derin izler yüreğimi nasıl soğutuyordu, anlatamam” (17). “Ben zafer sarhoşluğu içinde uzaklaştım”(18). “Gene de, bütün kalbimle söylüyorum, bu işten aldığım keyif her şeye değecek kadar büyüktü” (30).
Sonuç olarak, Reşat Sapmaz’ın tüm metin boyunca çizilmeye çalışılan psikolojik portresi, onun daha çok Kernberg’in orta düzey karakter patolojisi sınıflandırması içinde belirttiği özelliklere uyduğunu göstermektedir. Kernberg’in sınır kişilik örgütlenmesiyle eşleştirdiği bu grup, özelde “patolojik narsisist” yapıya daha yakın durmaktadır. Fakat bir roman karakterinin kişilik örgütlenmesini çözmenin, tanısal sorunların daha da karmaşıklaştığı bir yelpaze içinde konumlandırmanın zorluğu, çizilen portrenin perspektif hatalarını mazur gösterecek boyuttadır. Reşat Sapmaz’ın bu kadar kompleks bir kişilikle romana yerleştirilmesi ise, metnin yazınsal değerini desteklemiş, olay örgüsünün gerilimini sürekli üst seviyede kalmasını sağlamıştır. Tüm bu tanılardan ve örneklerden hareketle, Sulhi Dölek’in Kirpi romanında mizah unsurunu başarıyla kullanmasının yanı sıra, kurguladığı Reşat Sapmaz karakteriyle de yazınsal açıdan önemli ve başarılı bir eser ortaya koyduğunu söylemek öznel bir yargı olmayacaktır.

Kaynaklar
Dölek, Sulhi. Kirpi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997.
“Dölek, Sulhi”. Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi. İstanbul: YKY, 2003.
Kernberg, Otto. Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluklarında Saldırganlık. Çev. M. Banu Büyükkal. İstanbul: Metis Yayınları, 2000.
__. Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm. Çev. Mustafa Atakay. İstanbul: Metis Yayınları, 1999.
Tura, Saffet Murat. Günümüzde Psikoterapi. İstanbul: Metis Yayınları, 2000.

Kitap-lık Dergisi
Temmuz Ağustos 2012