Tutunamayanın Varoluşsal Çıkmazı: Selim Işık’ın Kimliği Üzerine Bir İnceleme
Selim Işık, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında, modern bireyin toplumsal normlara uyum sağlayamama halini temsil eden bir karakterdir. Onun “tutunamayan” kimliği, bireyin kendi varoluşunu sorguladığı, toplumun dayattığı anlam kalıplarıyla çatıştığı bir zihinsel ve duygusal durum olarak ortaya çıkar. Bu kimlik, özellikle varoluşçuluk kuramı çerçevesinde derinlemesine açıklanabilir; çünkü varoluşçuluk, bireyin özgürlüğüne, anlamsızlıkla yüzleşmesine ve kendi anlamını yaratma sorumluluğuna odaklanır. Ancak, Selim’in durumu yalnızca varoluşçulukla sınırlı kalmaz; postmodernizmin parçalanmış kimlik anlayışı ve sosyolojik yabancılaşma kavramları da onun tutunamama halini anlamak için güçlü bir zemin sunar.
Varoluşun Ağırlığı
Selim Işık’ın tutunamayan kimliği, varoluşçuluğun temel soruları etrafında şekillenir: İnsan neden var, hayatın anlamı nedir ve birey bu anlamı nasıl inşa eder? Jean-Paul Sartre’ın “varoluş özden önce gelir” önermesi, Selim’in durumunu anlamak için kilit bir noktadır. Selim, toplumun ona sunduğu hazır kimlikleri –memur, eş, arkadaş– reddeder; çünkü bu roller, onun içsel sorgulamalarına yanıt vermez. Varoluşçuluğa göre, birey özgürdür ve bu özgürlük, aynı zamanda bir yükümlülüktür. Selim, bu özgürlüğü taşıyamamanın sancısını yaşar. Örneğin, roman boyunca sürekli geçmişe dönmesi, çocukluk anılarına sığınması, geleceğe dair bir anlam yaratma çabasının başarısızlığını gösterir. Albert Camus’nün absürd kavramı da Selim’in tutunamama halini aydınlatır. Camus’ye göre, insan anlam arar, ancak evren bu arayışa kayıtsızdır. Selim, bu absürd karşısında ne Sisyphos gibi direnmeyi seçer ne de intiharla teslim olur; onun trajedisi, bu iki uç arasında sıkışıp kalmasıdır. Varoluşçuluk, Selim’in kimliğini, bireyin kendi anlamını yaratma sorumluluğuyla yüzleşememesinin bir yansıması olarak çerçeveler.
Parçalanmış Kimliklerin İzinde
Postmodernizm, Selim Işık’ın tutunamayan kimliğini anlamak için başka bir perspektif sunar. Postmodern düşünce, büyük anlatıların çöktüğü, kimliklerin sabit olmaktan çıktığı bir dünyayı tarif eder. Selim, bu parçalanmışlığın canlı bir örneğidir. Romanın çok katmanlı yapısı, onun zihnindeki kaosu yansıtır: iç monologlar, mektuplar, hayali diyaloglar ve anlatının sürekli kesintiye uğraması, Selim’in bütünlüklü bir benlik kuramamasıdır. Postmodernizmin vurguladığı gibi, Selim’in kimliği sabit bir özden yoksundur; o, farklı roller ve maskeler arasında gidip gelir. Örneğin, Turgut Özben’le ilişkisi, onun hem bir dost hem de bir yansıma olarak var olduğunu gösterir. Ancak bu parçalanmışlık, Selim için özgürleştirici değil, yıkıcıdır. Toplumun beklentileriyle kendi iç dünyası arasında bir köprü kuramayan Selim, postmodern bireyin kimlik krizini temsil eder. Bu bağlamda, postmodernizm, Selim’in tutunamama halini, modern dünyanın anlam ve kimlik krizinin bir sonucu olarak açıklar.
Toplumun Dışında
Selim’in tutunamayan kimliği, sosyolojik bir bakış açısıyla da ele alınabilir; özellikle yabancılaşma kavramı, onun toplumsal normlara uyum sağlayamama durumunu anlamak için güçlü bir araçtır. Karl Marx’ın yabancılaşma teorisi, bireyin emeğine, ürününe ve nihayetinde kendine yabancılaşmasını tarif eder. Selim, modern toplumun bürokratik yapısında bir memur olarak çalışırken, bu yabancılaşmayı derinden hisseder. Onun işine ve çevresine duyduğu tiksinti, emeğinin anlamsızlığıyla yüzleşmesinden kaynaklanır. Max Weber’in “demir kafes” metaforu da Selim’in durumuna ışık tutar; modern toplumun rasyonel, disiplinli yapısı, bireyin özgürlüğünü kısıtlar. Selim, bu kafesten kaçmaya çalışırken, toplumun ona sunduğu aidiyet duygusunu da reddeder. Sosyolojik açıdan, Selim’in tutunamaması, bireyin modern kurumlarla ve toplumsal normlarla bağ kuramamasının bir sonucudur. Bu, onun yalnızlığını ve anlamsızlık hissini derinleştirir. Sosyoloji, Selim’in kimliğini, bireyin toplumsal yapılar karşısındaki çaresizliğinin bir portresi olarak değerlendirir.
Dilin Sınırlarında
Selim Işık’ın tutunamayan kimliği, dilbilimsel bir perspektiften bakıldığında, dilin anlam yaratma süreçlerindeki yetersizliğiyle de ilişkilidir. Romanın anlatım biçimi, Selim’in zihnindeki kaosu yansıtır: cümleler yarım kalır, düşünceler dağılır, diyaloglar tamamlanmaz. Ferdinand de Saussure’ün dilbilim teorilerine göre, dil, anlamı sabit kılan bir sistemdir; ancak Selim, bu sistemi kendi iç dünyasını ifade etmek için kullanamaz. Onun “Olric” adlı hayali muhatabı, dilin sınırlarını zorlama çabasının bir yansımasıdır. Olric, Selim’in kendi kendisiyle konuşarak, toplumun dayattığı dil normlarından kaçma girişimidir. Ancak bu girişim, Selim’i daha da yalnızlaştırır; çünkü dil, toplumsal bir uzlaşı aracıdır ve Selim, bu uzlaşıya katılmaz. Dilbilimsel açıdan, Selim’in tutunamaması, bireyin kendi anlam dünyasını dil aracılığıyla başkalarına aktaramamasının bir göstergesidir.
Tarihsel Bağlamda Tutunamayan
Selim Işık’ın kimliği, Türkiye’nin modernleşme sürecinin tarihsel bağlamında da anlam kazanır. Tutunamayanlar, 1970’lerin Türkiye’sinde yazılmıştır; bu dönem, Batılılaşma ile geleneksel değerler arasındaki çatışmanın yoğun olduğu bir dönemdir. Selim, bu çatışmanın bireysel düzeydeki yansımasıdır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, bireyin kimlik algısını kökten değiştirmiştir. Selim, ne geleneksel toplumun ahlak anlayışına ne de modern toplumun rasyonel normlarına ait hisseder. Örneğin, onun çocukluk anılarında sıkça ortaya çıkan “eski” dünya, kayıp bir aidiyet duygusunu temsil eder. Ancak bu tarihsel bağlam, Selim için bir çözüm sunmaz; o, iki dünya arasında sıkışıp kalır. Tarihsel perspektif, Selim’in tutunamama halini, modernleşme sürecinin birey üzerindeki yıkıcı etkilerinin bir sonucu olarak değerlendirir.
Evrensel Bir Çıkmaz
Selim Işık’ın “tutunamayan” kimliği, modern bireyin evrensel bir çıkmazını temsil eder. Varoluşçuluk, onun anlamsızlık ve özgürlükle yüzleşmesini; postmodernizm, parçalanmış kimlik krizini; sosyoloji, toplumsal yabancılaşmayı; dilbilim, dilin sınırlarını; tarihsel bağlam ise modernleşme sürecinin etkilerini açıklar. Ancak bu çerçevelerin hiçbiri, Selim’in trajedisini tam anlamıyla çözmez; çünkü onun tutunamaması, tüm bu sorunların kesişim noktasında ortaya çıkar. Selim, bireyin kendi varoluşunu sorguladığı, toplumla çatıştığı ve kendi anlamını yaratamadığı bir dünyanın sembolüdür. Onun hikayesi, modern insanın yalnızlığını ve arayışını anlatan evrensel bir anlatıdır. Bu bağlamda, Selim Işık’ın kimliği, yalnızca bir roman karakteri olmaktan öte, insanlığın ortak bir durumunu yansıtır.



