Uzun Plan Sekanslarda Zamanın Dokusu: Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba Filmi ve Bergsoncu Süre Kavramı

Nuri Bilge Ceylan’ın 1997 yapımı filmi Kasaba, uzun plan sekanslarıyla sinemasal bir “hiçlik zamanı” yaratır. Bu, Bergson’un süre (durée) kavramından farklı bir estetik ve ontolojik zemin sunar. Bergsoncu süre, bilinç akışının kesintisiz, niteliksel ve öznel bir deneyimidir; zamanın mekanik bölünmesine karşı çıkar. Ancak Kasaba’daki uzun plan sekanslar, bu akışkan süreyi değil, bir tür donmuş, ağırlaşmış zamanı hissettirir. Bu metin, Kasaba’nın hiçlik zamanını, Bergsoncu süre kavramıyla karşılaştırarak, sinemasal estetik, insan bilinci, toplumsal bağlam ve geleceğin teknolojileriyle ilişkisini derinlemesine inceler. Her bir boyut, filmin sessiz ama yoğun atmosferinde nasıl bir anlam bulur?

1. Uzun Plan Sekansların Estetik Grameri

Kasaba’nın uzun plan sekansları, zamanı bir akış olmaktan çok bir “bekleyiş” olarak sunar. Bergson’un süresi, içsel bilincin sürekli devinimidir; ölçülemez, sayısallaştırılamaz. Ancak Ceylan’ın sekansları, örneğin Saffet’in köydeki yalnız yürüyüşleri ya da karlı bir gecede ateş başındaki diyaloglar, zamanı neredeyse somut bir ağırlığa dönüştürür. Bu, bir “hiçlik zamanı”dır; olayların eksikliği, sessizlik ve durağanlık, izleyiciyi bir tür varoluşsal tefekküre zorlar. Bergson’da süre, bireyin içsel zenginliğini açığa vururken, Kasaba’da bu sekanslar, insanın çevresiyle ve kendi varlığıyla yüzleştiği bir boşluk yaratır. Bu estetik, modern sinemada nadiren görülen bir sabır talep eder; seyirci, zamanın akışını değil, onun duraklamasını deneyimler. Bu, sadece sanatsal bir tercih değil, aynı zamanda bir tür gerçeklik algısı inşa eder: Zaman, insanı saran bir yük gibi hissedilir.

2. İnsan Bilinci ve Zamanın Öznelliği

Bergson, süreyi bireyin bilincinde akan, öznel bir deneyim olarak tanımlar; her an, önceki anlarla birleşerek bir bütün oluşturur. Kasaba’da ise uzun plan sekanslar, Saffet’in bilincini değil, onun bilincinin sıkışmışlığını yansıtır. Örneğin, Saffet’in köydeki amaçsız dolaşmaları, Bergsoncu anlamda bir süreklilikten çok, bir tür döngüsel hapishane sunar. Bu, modern insanın anlam arayışındaki tıkanıklığını gösterir. Film, zamanı bir akış olarak değil, bir tür statik bekleyiş olarak resmeder. Bu bekleyiş, seyirciyi Saffet’in iç dünyasına yaklaştırırken, aynı zamanda onun çaresizliğini evrensel bir sorgulamaya dönüştürür. Bergson’un süresi, bireyi özgürleştiren bir akışken, Kasaba’nın zamanı, bireyi kendi varoluşsal sınırlarıyla yüzleştirir. Bu, sinemanın insan bilincini ele alışında radikal bir farktır.

3. Toplumsal Bağlamda Zamanın Ağırlığı

Kasaba’nın uzun plan sekansları, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir zaman algısını da sorgular. Film, bir Anadolu kasabasının yalıtılmışlığını ve durağanlığını yansıtır. Bergson’un süresi, bireyin iç dünyasında özgürce akarken, Kasaba’daki zaman, toplumsal yapıların ağırlığı altında ezilir. Saffet’in köydeki yalnızlığı, modernleşme ile geleneksel yaşam arasındaki gerilimi yansıtır. Uzun planlar, bu gerilimin içsel bir ritmini oluşturur; zaman, adeta kasabanın üzerine çöken bir sis gibidir. Bergson’un birey odaklı süresi, toplumsal bağlamda bir karşılık bulmazken, Kasaba’nın hiçlik zamanı, kolektif bir hareketsizliği ve değişime direnci ifade eder. Bu, filmin yalnızca estetik değil, aynı zamanda sosyolojik bir derinlik kazanmasını sağlar.

4. Teknolojik Gelecek ve Zamanın Dijital Yüzü

Geleceğin dünyasında, sosyal medya ve yapay zeka gibi teknolojiler, zaman algısını kökten dönüştürmektedir. Bergson’un süresi, dijital çağda parçalanmış, kesintiye uğramış bir deneyimle karşı karşıyadır. * Kasaba’nın uzun plan sekansları ise, bu hız çağında bir tür direniş sunar. Örneğin, metaverse gibi sanal gerçeklik ortamlarında zaman, kullanıcı odaklı ve manipüle edilebilir bir kurguya dönüşürken, Ceylan’ın sineması, zamanın ağır, gerçekçi ve kaçınılmaz doğasını vurgular. Saffet’in uzun yürüyüşleri, bir sosyal medya akışındaki anlık geçişlerin antitezidir. Bu, Kasaba’nın hiçlik zamanını, dijital çağın hiper-hızlı zaman algısına karşı bir tefekkür alanı olarak konumlandırır. Film, seyirciyi, teknolojinin dayattığı yüzeysel hızdan uzaklaştırarak, zamanın derinliklerine inmeye davet eder.

5. Felsefi Boyutta Zamanın Varoluşsal Yükü

Bergson’un süresi, varoluşsal bir özgürlük sunarken, Kasaba’nın uzun plan sekansları, varoluşsal bir yük hissettirir. Saffet’in sessiz, amaçsız hareketleri, insanın anlam arayışındaki çaresizliğini yansıtır. Bergson’da zaman, bireyin yaratıcı potansiyelini açığa çıkarırken, Kasaba’da zaman, bireyin bu potansiyeli gerçekleştiremediği bir boşluk olarak belirir. Uzun planlar, seyirciyi bir tür meditatif sorgulamaya iter: İnsan, kendi varoluşunu nasıl anlamlandırır? Bu sekanslar, felsefi bir duruş olarak, modern insanın anlam krizini gözler önüne serer. Film, Bergson’un optimist süre anlayışına karşı, daha karamsar bir zaman algısı sunar; ancak bu karamsarlık, seyirciyi kendi içsel yolculuğuna çıkmaya zorlar.