Yahudiler ve Farslılar Arasında Tarihsel ve Çağdaş Gerilimlerin Derinlikleri

Antisemitizm mi, Siyonizm Karşıtlığı mı?

İran’ın Yahudilere yönelik söylemi, yüzeyde Siyonizm karşıtlığı olarak sunulsa da, bu söylemin antisemitizmin modern bir biçimi olup olmadığı sorusu karmaşık bir tartışmayı beraberinde getirir. İran rejimi, resmi söyleminde İsrail devletini ve Siyonist ideolojiyi hedef aldığını vurgularken, bu söylem sıklıkla Yahudi kimliğine yönelik genellemelerle bulanıklaşır. Tarihsel olarak, antisemitizm, Yahudileri dini, etnik veya kültürel bir grup olarak toptancı bir şekilde ötekileştirirken, Siyonizm karşıtlığı, İsrail’in politikalarını ve Filistin meselesindeki duruşunu eleştirir. Ancak İran’ın söyleminde, “Siyonist” terimi bazen Yahudilikle özdeşleştirilerek, eleştirinin sınırları belirsizleşir. Bu durum, söylemin pratikte antisemitik yankılar uyandırmasına yol açar. Örneğin, İran medyasında Yahudilere yönelik tarihsel stereotiplerin (örneğin, “komplocu” veya “güç düşkünü” gibi) kullanılması, eleştirinin yalnızca siyasi bir hareketle sınırlı olmadığını gösterir. Bu ayrım, İran’ın iç politikasında bir propaganda aracı olarak işlev görürken, uluslararası alanda da rejimin meşruiyetini sorgulatan bir ikilem yaratır. Söylemin bu bulanıklığı, iki toplum arasındaki güven eksikliğini derinleştirir ve diyalog ihtimalini zayıflatır.

Pers-Yahudi Tarihsel Buluşmaları

Yahudiler ve Farslılar arasındaki ilişki, Pers İmparatorluğu’nun Babil Sürgünü’nden kurtardığı Yahudilere uzanan bir geçmişe sahiptir. Pers Kralı Büyük Kiros’un MÖ 6. yüzyılda Yahudilere Kudüs’e dönüş izni vermesi, Yahudi anlatılarında bir “kurtuluş” momenti olarak yer eder. Ancak bu tarihsel olay, modern İsrail-İran ilişkilerinde bir diyalog zemini olarak kullanılmaz. Bunun nedeni, her iki tarafın da tarihsel anlatıları seçici bir şekilde yeniden inşa etmesidir. İsrail, Pers İmparatorluğu’nun bu jestini bir dostluk sembolü olarak görmek yerine, modern İran’ı bir varoluşsal tehdit olarak çerçeveler. İran ise, Şii İslam’ın mesiyanik anlatılarıyla şekillenen kimliğinde, İsrail’i Batı emperyalizminin bir uzantısı olarak tanımlar. Bu karşılıklı algılar, tarihsel bir ortaklığın potansiyelini gölgeler. Kiros’un Yahudilere sunduğu özgürlük, bugünün jeopolitik gerilimlerinde unutulmuş bir anlatı olarak kalır; zira her iki taraf da geçmişi, mevcut düşmanlıklarını meşrulaştırmak için kullanır. Bu durum, tarihin nasıl bir ideolojik alet haline gelebileceğinin çarpıcı bir örneğidir.

Mesiyanik Anlatıların Çarpışması

İran’ın Şii mesiyanizmi ile İsrail’in Siyonist ideolojisi, her iki toplumun da “son zamanlar” mitolojisini besleyen güçlü anlatılar sunar. Şii İslam’da, Mehdi’nin dönüşü ve adaletin tesisi, teolojik bir beklenti olarak merkezîdir. Bu anlatı, İran’ın dış politikasında, özellikle İsrail’e karşı duruşunda, bir tür evrensel adalet arayışı olarak yansır. Öte yandan, Siyonizm, Yahudilerin anavatanlarına dönüşünü ve “vaat edilmiş topraklarda” bir devlet kurma idealini tarihsel ve dini bir hak olarak görür. Her iki anlatı da, kendi toplumlarını bir tür “seçilmişlik” misyonuyla donatır ve karşı tarafı bu misyonun antitezi olarak konumlandırır. Bu teolojik rekabet, yalnızca siyasi bir çatışmadan ibaret değildir; aynı zamanda iki toplumun kimliklerini tanımlayan derin bir anlam arayışını yansıtır. İran’ın “direniş ekseni” söylemi ile İsrail’in “varoluşsal savunma” retoriği, bu mitolojilerin modern siyasetle nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Ancak bu anlatılar, uzlaşmaz bir karşıtlık üreterek, iki toplum arasındaki gerilimi sürekli bir “kıyamet” beklentisine dönüştürür.

İran’daki Yahudi Cemaatinin Varlığı

İran’daki Yahudi cemaati, rejimin anti-İsrail söylemine rağmen varlığını sürdürmektedir ve bu durum, hem hayatta kalma stratejisi hem de rejim için bir propaganda unsuru olarak değerlendirilebilir. İran’da yaklaşık 8.000-10.000 Yahudi’nin yaşadığı tahmin edilmektedir; bu cemaat, tarihsel olarak Pers toplumuna entegre olmuş, ancak rejimin ideolojik duruşu altında hassas bir denge kurmuştur. Yahudiler, İran’da dini azınlık statüsünde resmen tanınır ve bir milletvekiliyle temsil edilir. Ancak bu “koruma”, rejimin uluslararası alanda “hoşgörülü” bir imaj çizme çabasının parçası olarak görülebilir. Cemaatin liderleri, sıklıkla rejimin anti-Siyonist söylemini destekleyen açıklamalar yaparak, hayatta kalma stratejisi olarak rejime sadakat göstermektedir. Öte yandan, bu durum, rejimin Yahudilere yönelik söylemini yumuşatma ve antisemitizm suçlamalarını savuşturma aracı olarak işlev görür. Ancak cemaatin kısıtlı özgürlükleri ve sürekli gözetim altında olması, bu varlığın ne kadar özgür bir seçim olduğunu sorgulatır. İran’daki Yahudiler, hem kendi kimliklerini koruma çabası hem de rejimin siyasi manevraları arasında sıkışmış bir topluluk olarak varlığını sürdürür.

Medeniyet ve Barbarlık Algıları

Yahudi ve Fars toplumları, tarih boyunca birbirlerini “medeni” veya “barbar” olarak algılama eğiliminde olmuş mudur? Bu sorunun cevabı, tarihsel bağlama göre değişir. Pers İmparatorluğu’nun Yahudilere yönelik hoşgörüsü, Farslıların kendilerini “medeniyetin taşıyıcıları” olarak görme eğilimini yansıtırken, Yahudi anlatılarında Persler genellikle olumlu bir figür olarak yer almıştır. Ancak modern çağda, bu algılar tersine dönmüştür. İran, İsrail’i Batı’nın bir uzantısı ve “emperyalist barbarlık”ın temsilcisi olarak görürken, İsrail, İran’ı “terörist” ve “gerici” bir rejim olarak tanımlar. Bu karşılıklı ötekileştirme, her iki tarafın da kendi kimliğini “medeniyet”in temsilcisi, diğerini ise “kaos”un temsilcisi olarak çerçevelemesiyle yeniden üretilir. Dilbilimsel olarak, İran’ın “Büyük Şeytan” veya İsrail’in “terör destekçisi” gibi ifadeleri, bu algıların popüler söyleme nasıl sızdığını gösterir. Antropolojik açıdan, bu karşılıklı demonizasyon, her iki toplumun da kendi tarihsel anlatılarını ve kolektif kimliklerini koruma çabasını yansıtır. Ancak bu süreç, iki toplum arasında anlamlı bir diyalog kurma olasılığını ortadan kaldırarak, çatışmayı sürekli kılar.

Uzlaşmaz Anlatıların Gölgesinde

Yahudiler ve Farslılar arasındaki ilişki, tarihsel dostluk anlarından modern düşmanlıklara uzanan bir yelpazede şekillenmiştir. Antisemitizm ve Siyonizm karşıtlığı arasındaki bulanık sınırlar, tarihsel anlatıların seçici kullanımı, mesiyanik beklentilerin çatışması, İran’daki Yahudi cemaatinin karmaşık konumu ve medeniyet-barbarlık algıları, bu ilişkinin çok katmanlı doğasını ortaya koyar. Her iki toplum da, kendi kimliklerini tanımlarken diğerini bir karşıt olarak konumlandırmış ve bu süreçte, tarihsel ve kültürel zenginliklerini gölgeleyen bir düşmanlık anlatısı inşa etmiştir. Bu gerilim, yalnızca siyasi veya teolojik bir mesele olmaktan çıkarak, iki toplumun kolektif bilinçlerinde derin bir yara haline gelmiştir. Soru, bu yarayı iyileştirecek bir ortak zemin bulunup bulunamayacağıdır; zira tarih, her iki toplumun da bir arada var olabileceğine dair ipuçları sunarken, modern çağ bu umudu gölgede bırakmaktadır.