Yeraltı Bukowski’nin Trajedisi ve Zaferi midir?
Charles Bukowski’nin yazınsal evreni, melankolinin ve kaybın gölgelerinde gezinirken, mitolojideki yeraltı dünyası temasıyla derin bir akrabalık kurar. Hades’in karanlık krallığı, Orpheus’un Eurydice’i kurtarmak için indiği o dipsiz kuyu, insan ruhunun kayıp ve umutsuzlukla yüzleştiği bir metafor olarak belirir. Bukowski’nin şiirlerinde, özellikle aşkın yitirilişi ve umudun soluklaşması, bu mitolojik yolculuğun modern bir yankısı gibi okunabilir. Orpheus’un lirik çaresizliğiyle Eurydice’i geri kazanma çabası, Bukowski’nin barlarda, sigara dumanında ve yalnız gecelerde kaybolan sevgililere yazdığı dizelerde kendini gösterir. Her iki anlatıda da, insan, ulaşılmaz olanı kovalarken kendi kırılganlığıyla yüzleşir.Hades, mitolojide sadece ölümün değil, aynı zamanda ruhun en karanlık köşelerinin mekânıdır. Orpheus’un yeraltına inişi, sevgiyi geri alma umuduyla başlar, ancak sonunda geriye sadece yas ve boşluk kalır. Bukowski’nin dünyasında da aşk, çoğu zaman bir anlık parıltıdır; bir barda tanışılan bir kadın, bir gecelik tutku ya da bir şiirde yakalanan geçici bir huzur. Ancak bu anlar, tıpkı Orpheus’un Eurydice’i gibi, kaçar. Bukowski’nin “kayıp aşk” teması, Orpheus’un yeraltından boş dönmesiyle eşleşir: Her ikisi de, arzuladıkları şeyi ellerinde tutamamanın acısını taşır. Örneğin, Bukowski’nin “Love Is a Dog from Hell” adlı eserindeki şiirler, aşkın hem bir kurtuluş vaadi hem de kaçınılmaz bir yıkım olduğunu haykırır. Bu, Orpheus’un şarkısının trajik yankısıdır; her nota, hem bir umut hem de bir veda taşır.Yeraltı dünyası, aynı zamanda, insanın kendi gölgesiyle yüzleştiği bir aynadır. Bukowski’nin şiirlerinde umutsuzluk, sadece dışsal bir kayıp değil, aynı zamanda içsel bir hesaplaşmadır. Onun karakterleri, tıpkı Hades’in koridorlarında dolaşan ruhlar gibi, kendi varoluşsal boşluklarıyla boğuşur. Bu, bir barda viskiyle geçirilen bir gece olabilir ya da bir otel odasında yazılan yalnız bir dize. Orpheus’un yeraltına inişi, Bukowski’nin melankolisinde, bir şiirin satırları arasında kaybolmakla eşdeğerdir: Her iki yolculuk da, insanın kendi acısıyla barışmaya çalıştığı bir çabadır. Ancak Bukowski, Orpheus gibi geri dönmeyi değil, o karanlıkta kalmayı seçer; çünkü onun için hakikat, ışığın değil, gölgelerin içindedir.Mitolojik yeraltı, aynı zamanda bir dönüşüm alanıdır; Orpheus, Eurydice’i kaybeder ama şarkılarının gücüyle tanrıları bile etkiler. Bukowski’nin kayıp aşkları ve umutsuzluğu da onun sanatının yakıtıdır. Şiirleri, Hades’in karanlığından damıtılmış bir nektar gibi, acının içinden güzellik çıkarır. Onun dizeleri, Orpheus’un liri gibi, kaybın acısını evrensel bir şarkıya dönüştürür. Bu bağlamda, Bukowski’nin melankolisi, mitolojik bir yeraltı yolculuğu olarak görülebilir: Her şiir, Hades’in kapılarından bir geçiştir; her dize, Eurydice’in kaybolan gölgesine bir selamdır. Ancak Bukowski, Orpheus’tan farklı olarak, yeraltını terk etmeye çalışmaz; o, karanlığın içinde evini bulur ve oradan konuşur. Bu, onun hem trajedisi hem de zaferidir.


