Zamanın Akışında Varoluşsal Çatışmalar: Bergson’un Süre Kavramı Çerçevesinde Quentin Compson ve Bernard’ın Karşılaştırması

Bu metin, Henri Bergson’un “süre” (durée) kavramını merkeze alarak, William Faulkner’ın Ses ve Öfke romanındaki Quentin Compson ile Virginia Woolf’un Dalgalar romanındaki Bernard’ın zaman algılarını ve varoluşsal çatışmalarını derinlemesine incelemektedir. Bergson’un süre kavramı, zamanı niceliksel bir ölçü birimi olmaktan çıkararak, bireyin bilinç akışında öznel, sürekli ve bölünmez bir deneyim olarak tanımlar. Quentin ve Bernard, modern edebiyatın karmaşık kahramanları olarak, zamanın birey üzerindeki etkilerini ve varoluşsal sorgulamaları farklı bağlamlarda yansıtır. Bu karşılaştırma, onların zaman algılarının, toplumsal ve bireysel dinamiklerle nasıl şekillendiğini ve Bergson’un felsefesiyle nasıl kesiştiğini ortaya koyar.


Bergson’un Süre Kavramının Temelleri

Henri Bergson’un süre kavramı, zamanı mekanik bir çizgisel süreçten ayırarak, insan bilincinin sürekli akışkanlığına vurgu yapar. Bergson’a göre, süre, saatlerle ölçülen kronolojik zamanın (temps) aksine, bireyin öznel deneyiminde birbiriyle iç içe geçen anların birikimidir. Bu, bilinç akışının kesintisizliğini ve her bireyin zamanı algılama biçiminin benzersizliğini ifade eder. Quentin Compson ve Bernard, bu kavramın edebi yansımaları olarak, zamanı yalnızca bir dışsal gerçeklik olarak değil, aynı zamanda içsel bir mücadele alanı olarak deneyimler. Quentin’in zamanla çatışması, geçmişin ağırlığı ve ailenin çöküşüyle şekillenirken, Bernard’ın zaman algısı, kimlik arayışı ve dilin sınırlarıyla örülür. Bergson’un süre anlayışı, her iki karakterin de zamanı bir akış olarak değil, bir tür varoluşsal düğüm olarak algıladığını gösterir. Bu düğüm, onların bireysel trajedilerini ve evrensel insanlık hallerini anlamak için bir anahtar sunar.


Quentin Compson’ın Zamanla Mücadelesi

Faulkner’ın Ses ve Öfke romanında Quentin Compson, zamanı bir yük olarak algılar ve bu algı, onun varoluşsal krizinin temelini oluşturur. Quentin’in bilinci, Bergson’un süre kavramıyla uyumlu olarak, geçmiş, şimdi ve geleceğin kesintisiz bir akışta birleştiği bir alandır. Ancak, Quentin için bu akış, özgürleştirici olmaktan çok boğucudur. Ailesinin çöküşü, özellikle kız kardeşi Caddy’nin “düşüşü”, Quentin’in zaman algısını geçmişe sabitler. Saat tik taklarıyla sembolize edilen kronolojik zaman, onun için bir hapishane gibidir; bu nedenle saatinin camını kırar, ancak bu eylem bile onu zamanın akışından kurtaramaz. Bergson’un süre kavramı, Quentin’in bilincindeki bu kaotik akışı anlamlandırmada etkili bir araçtır; çünkü onun zaman deneyimi, dışsal olaylardan çok içsel bir çöküşün yansımasıdır. Quentin’in intiharı, zamanla uzlaşamamasının nihai göstergesidir; süre, onun için bir kurtuluş değil, bir yok oluş alanıdır.


Bernard’ın Zaman ve Kimlik Arayışı

Virginia Woolf’un Dalgalar romanında Bernard, zamanı ve varoluşu dil aracılığıyla anlamlandırmaya çalışan bir karakterdir. Bergson’un süre kavramı, Bernard’ın bilinç akışını ve zaman algısını çözümlemede önemli bir çerçeve sunar. Bernard, hayatındaki anları bir hikâye olarak bir araya getirme çabasıyla, zamanın sürekli akışını kavramaya çalışır. Ancak, bu çaba, dilin sınırlılıklarıyla karşılaşır; çünkü süre, kelimelerle tam olarak ifade edilemez. Bernard’ın zaman algısı, Quentin’inkinden farklı olarak, daha çok kimlik ve toplumsallık üzerine yoğunlaşır. O, diğer karakterlerle olan ilişkileri ve kendi benliğinin sürekli değişen doğası üzerinden zamanı deneyimler. Bergson’un süre anlayışı, Bernard’ın bu akışkan benlik algısını destekler; çünkü onun bilinci, geçmiş ve şimdiki anların birbiriyle iç içe geçtiği bir süreklilik içinde var olur. Bernard, Quentin gibi zamanla çatışmaz, ancak zamanın akışında kendi varlığını sürekli sorgular.


Toplumsal ve Bireysel Dinamiklerin Zaman Algısına Etkisi

Quentin ve Bernard’ın zaman algıları, içinde bulundukları toplumsal ve tarihsel bağlamlardan derinden etkilenir. Quentin, Amerikan Güneyi’nin aristokratik değerlerinin çöküşünü yaşayan bir birey olarak, geçmişin idealleştirilmiş anılarına tutunur. Bu, Bergson’un süre kavramıyla çelişir; çünkü Quentin, süreyi bir akış olarak değil, donmuş bir an olarak algılar. Öte yandan, Bernard, modernist bir dünyada bireyselliğin ve toplumsallığın çelişkileriyle yüzleşir. Onun zaman algısı, Woolf’un modernist estetiğiyle uyumludur; sürekli değişen bir benlik, dalgalar gibi akışkan ve öngörülemezdir. Bergson’un süre kavramı, her iki karakterin de zamanı bireysel bilinçleriyle nasıl şekillendirdiğini gösterir, ancak bu şekillendirme, toplumsal normlar ve beklentilerle karmaşıklaşır. Quentin’in trajedisi, toplumsal kodlara karşı koyamamasında yatarken, Bernard, bu kodları sorgulayarak zamanı bir yaratım alanı olarak kullanır.


Dilin Zaman Algısındaki Rolü

Dil, Quentin ve Bernard’ın zaman algılarını ifade etme biçimlerinde merkezi bir rol oynar. Quentin’in anlatısı, Faulkner’ın kaotik ve parçalı üslubuyla, Bergson’un süre kavramındaki akışkanlığı yansıtır; ancak bu akış, Quentin için bir anlam yaratmaz, aksine onu kaosa sürükler. Onun dil kullanımı, zamanı durdurma çabasının bir yansımasıdır; ancak bu çaba, dilin sınırlarıyla karşılaşır. Bernard ise, Woolf’un şiirsel ve ritmik anlatımıyla, zamanı bir hikâye olarak örme girişimindedir. Bergson’un süre anlayışı, Bernard’ın dil aracılığıyla zamanı yakalama çabasını destekler; çünkü süre, bilinç akışının dilde yeniden inşa edilebileceği bir alan sunar. Ancak, Bernard’ın sürekli değişen anlatıları, dilin zamanı tam olarak kavrayamayacağını da gösterir. Bu, her iki karakterin de zamanla ilişkisinde dilin hem bir araç hem de bir engel olduğunu ortaya koyar.


Zamanın Evrensel ve Bireysel Boyutları

Quentin ve Bernard’ın zaman algıları, Bergson’un süre kavramı üzerinden, insan varoluşunun evrensel sorularına işaret eder. Quentin’in zamanla çatışması, bireyin geçmişle uzlaşma çabalarının trajik bir yansımasıdır; bu, insanlığın tarihsel ve kolektif hafızasıyla da ilişkilendirilebilir. Bernard’ın zaman algısı ise, bireyin sürekli değişen benliğini ve evrendeki yerini sorgulamasını temsil eder. Bergson’un süre kavramı, bu iki karakterin deneyimlerini birleştiren bir çerçeve sunar; çünkü her ikisi de zamanı, bilinçlerinin bir yansıması olarak deneyimler. Ancak, Quentin’in zaman algısı bir çöküşe, Bernard’ınki ise bir yaratıma işaret eder. Bu karşıtlık, insan bilincinin zamanla kurduğu ilişkinin hem evrensel hem de son derece bireysel olduğunu gösterir. Bergson’un felsefesi, bu ikiliği anlamada bir köprü görevi görür.


Zamanın Anlamı Üzerine Son Düşünceler

Quentin Compson ve Bernard’ın zaman algıları, Bergson’un süre kavramıyla incelendiğinde, modern insanın varoluşsal çatışmalarını derinlemesine yansıtır. Quentin, zamanı bir yük olarak algılarken, Bernard, onu bir yaratım alanı olarak görür. Bergson’un süre anlayışı, her iki karakterin de bilincindeki zamanın akışkanlığını ve öznelliğini vurgulayarak, onların mücadelelerini anlamada güçlü bir araç sunar. Bu karşılaştırma, zamanın yalnızca bir dışsal gerçeklik olmadığını, aynı zamanda bireyin iç dünyasında yeniden şekillenen bir deneyim olduğunu gösterir. Quentin ve Bernard, modern edebiyatın en karmaşık kahramanları olarak, zamanın insan bilinci üzerindeki etkilerini sorgulamaya devam eder. Bu sorgulama, insan varoluşunun temel sorularına ışık tutar ve zamanın anlamını yeniden düşünmeye davet eder.