Antik Kültürler ve Ortaçağ – Renato De Filippis
Antik Kültürler ve Ortaçağ
Renato De Filippis
Erken ortaçağda bilgi sürekli olarak klasik kaynaklarla kıyas halinde gelişir. Antikçağdan kalan ve Yunan ile Roma felsefeleri hakkında doğrudan bilgi sağlayan metinlerin ortaçağa kadar ulaşmasının yanı sıra Yeni-Platoncu yazarlar ile Aristotelesçi yorumcuların dolaylı etkisinin de önemini kabul etmek gerekir. Pagan bilgi dağarcığını yeni kültürel ihtiyaçlara daha uygun bir şekilde özetleyen ansiklopedi yazarlarının katkısı temel önem taşır.
Klasik Eserlerin Ortaçağa Ulaşması
Hıristiyan ilmi ve klasik kültür
Avrupa kültürü, yaygın olarak erken ortaçağ adı verilen VI. yüzyıldan XI. yüzyıla kadar olan dönemde Hıristiyan ilmi ile klasik ilmin karşılaşmasından ortaya çıkar. Ender olarak rastlanan entelektüel tutuculuk örnekleri dışında, bu dönemin âlimleri pagan bilgi birikiminin değerinin tamamıyla bilincindedir ve bu bilgi birikimini bir yandan Vahiy’e uyarlamayı, bir yandan da Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası siyasal ve kültürel dağılma döneminde muhafaza etmeyi amaçlar. Felsefeye gelince, muhafaza işlemi elyazmalarının kopyalanması ve gerekli olduğu yerlerde klasik yazarların tercüme edilmesi anlamına gelir: Ancak Yunancanın yaygın olarak bilinmemesi ve araştırmalardaki çöküş dönemi, klasik kültürün “yeniden keşfedildiği” XIII. yüzyıla kadar felsefe üzerine sayısız metinin kaybolup gitmesine yol açar. Erken ortaçağda Aristoteles’le (MÖ 384-322) ilgili bilgiler, Severinus Boethius (y. 480-525?) tarafından VI. yüzyılda tercüme edilmiş ve yorum getirilmiş olan mantık eserleriyle sınırlıdır. Platon’un (MÖ 428/427-348/347) sadece Yeni-Platoncu yazar Calcidius (IV. yüzyıl) tarafından Latinceye tercüme edilip yorumlanmış Timaios18 adlı eserinin bir kısmı bilinir. Menon ile Phaidon’un19 çok da tanınmayan ilk tercümeleri daha sonraki döneme aittir (XII. yüzyıl ortaları) ve Sicilyalı başdiyakon Henricus Aristippus (?-y. 1162) tarafından yapılmıştır. Yeni Platonculuk hakkında birçok bilgi Boethius’un yanı sıra Marcus Tullius Cicero’nun (MÖ 106-43) De Re Publica [Cumhuriyet] adlı eserinin VI. kitabındaki felsefi bir inceleme olan Somnium Scipionis’i [Scipio’nun Rüyası] yorumlayan yazar Ambrosius Theodosios Macrobius’tan da (IV-V. yüzyıl?) elde edilmiştir. Bunların yanı sıra Cicero’nun da felsefe ve retorik konulu yazıları ve Lucius Annaeus Seneca’nın (MÖ 4-MS 65) ahlaki eserleri; erken ortaçağın Stoacılık, Epikürizm, Skeptisizm, Akademik Probabilizm gibi, hakkında bölük pörçük ve eksik bilgi sahibi olunan birçok akımı için büyük bilgi kaynakları haline gelir.
Yeni Platonculuk Etkisi: Dionysios Areopagites
Johannes Scotus Eriugena’nın Yunancadan tercümeleri
Antikçağ felsefesinin erken ortaçağ üzerindeki etkisi çok büyük ölçüde olmasa da, dolaylı olarak gelişir. Karolenj döneminde yaşayan Johannes Scotus Eriugena’nın (810-880) deneyimi diğerlerinden apayrıdır: IX. yüzyılda pek kimsenin bilmediği bir dil olan Yunanca bilmesi sayesinde, Bizanslı teolog Maximos Confessor’un (y. 580-662) yazılarını ve Atina senatosunun üyesi olup, Elçilerin İşleri’ne (17,19-34) göre Aziz Paulus’un bir vaazını dinledikten sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Dionysios Areopagites (V. yüzyıl) adıyla yazılmış anonim eserleri tercüme eder ve inceler. Hıristiyanlığa uyarlanmış Yeni-Platonculuğun etkisinde kalmış olan Dionysios’un yazıları böylece bu felsefi akımla ilgili erken ortaçağda sahip olunan bilgilerin ana kaynağı haline gelir. Özellikle De Divinis Nominibus [İlahi İsimler Üzerine] eserinin kötülüğe ayrılan bölümü, bu akımın öncüsü olan Plotinus’un (203/204-270) felsefi mirası konusunda en güvenilir kaynaklardan biri sayılan Proklos’tan (412-485) neredeyse kelimesi kelimesine alınmıştır. Dionysios’un De mystica theologia [Mistik Teoloji Üzerine] kitabı, Yeni-Platoncular için temel önem taşıyan ve Johannes Eckhart (y. 1260-1328) ile Rheinland mistiklerini etkileyecek olan, Tanrı’nın varlığın ötesinde olduğu, varlıkla özdeşleşmediği fikrini ele alır. Dolayısıyla Johannes Scotus, Dionysios okumakla dolaylı bir yolla da olsa Yeni-Platonculuğun temeline ulaşır ve bu bilgileri en büyük eseri olan ve kilise tarafından şüpheyle karşılanan De divisione Naturae’da [Doğa’nın Sınıflandırılması Üzerine] işler. Nitekim Yeni Platonculuk bazı temel felsefi sorunlar için (her şeyden önce türümcü [emanationist] bir süreç yoluyla tarif edilen yaratılış sorunu) Hıristiyan inancına bir alternatif oluşturan akılcı cevaplar sunar.
Diğer Yeni-Platoncu Etkiler
Porphyrius
Ortaçağ yazarları için ilham kaynağı oluşturan diğer Yeni-Platoncu düşünürlerin başında gelen Porphyrius (233-y.305) Plotinus’un müritlerinden biridir. Aristoteles’in mantığına temel bir giriş sunan İsagoge [Giriş] adlı kısa yazısı Boethius tarafından Latinceye tercüme edilir. Didaktik açıdan iddiasının sınırlı olmasına rağmen bu eser tümeller sorununun temelini oluşturur; Porphyrius ilk satırlarda herhangi bir taraf tutmadan klasik filozofların varoluş ve düşüncelerin doğası meselelerine önerdiği çözümleri ortaya koyar. Ortaçağda bu meselelerin ele alınması Porphyrius’un bu düşüncelerine dayanır.
Iamblichus
Yeni-Platoncu akımın başlıca temsilcilerinden biri olan Iamblichus’un (y. 250-y. 325) etkisi daha sınırlıdır: Iamblichus bir yandan Platon ile Pythagoras (MÖ VI. yüzyıl) arasında bir uzlaşma sağlamaya çalışırken, diğer yandan paganizmi Hıristiyan saldırılarından koruyacak akılcı bir gerekçe sağlamak amacıyla paganizmin öğretilerini felsefi-bilimsel bir sistem içerisine yerleştirme ihtiyacı hisseder. Iamblichus yazılarında Platoncu felsefenin temelde teoloji anlamına geldiği fikrinin üzerinde durur; bu felsefenin yanında Aristoteles’in eserleri gerçeğe erişim sağlayan bir tür giriş işlevi görür. Böylelikle ortaçağ düşünürleri arasında Platon’un theologus [teolog], Aristoteles’in de logicus [mantıkçı] olduğu fikri yaygın olarak kabul edilir.
Johannes Philoponus
Antikçağın felsefi düşüncelerinin aktarılmasında çok önemli bir rol oynayan Johannes Philoponus’un (VI. yüzyıl) düşünceleri ise erken ortaçağda bilinmez. Doğuştan Hıristiyan olan Yeni-Platoncu düşünür Ammonius Hermiae’ın (y. 440-y. 520) müridi olan Philoponus, MS II. yüzyıldan itibaren Mısır’da aktif olan ünlü İskenderiye Okulu’nun ileri gelen temsilcilerinden biridir. Justinianus’un Atina Okulu’nu kapatarak pagan felsefesine fiilen son verdiği 529 yılında Philoponus, Hıristiyanlığın yaratılış kavramını savunarak Aristotelesçi felsefenin temellerinden birini yıktığı De aeternitate mundi contra Proclum [Proklos’a Karşı Dünyanın Ebediyeti Üzerine] kitabını yayımlar. Philoponus tarafından öne sürülen savlar Bonaventura da Bagnoregio (y. 1221-1274) tarafından yeniden ele alınacak ve İbn Rüşd’ü savunanlara karşı kullanılacaktır. Philoponus’un Aristoteles’i konu alan yorumları çok daha geç tarihte tanınacak, ama onlardan etkilenecek olan Arap ve Yahudi filozoflar, skolastikler için önemli karşılaştırma noktaları oluşturacaktır.
Hippo piskoposu Augustinus da (354-430) Yeni-Platoncu düşünürlerin yazıları hakkında doğrudan bilgi edinir ve kendi felsefi bilgilerinin büyük kısmını onlardan ve ortaçağda çok okunan Kitabı Mukaddes yorumlarının ve okul kitaplarının yazarı, hatip Marius Victorinus’tan (IV. yüzyıl) elde eder. Platonculuk ve Yeni Platonculuk genelde geç antik dönemde Yunanistan civarındaki Hıristiyan kuramsal faaliyetlere nüfuz eder ve bu etki Batıya da yansır: Saygın ortaçağ uzmanı Etienne Gilson (1884-1978) bu dönemin felsefesini tarif ederken “Babaların Platonculuğu” ifadesini kullanır (La filosofia nel Medioevo (Ortaçağda Felsefe], İtalyanca çeviri, 1973, s. 110).
Afrodisiaslı Aleksandros ve Bilgi Sorunu
İkinci Aristoteles
Geç antikçağda yaşamış olup ortaçağda en çok tanınan, ama XII. yüzyıla kadar hiç tanınmamış olan Afrodisiaslı Aleksandros (MS IHIL yüzyıl) Yeni-Platoncu okullara üye olmayıp, İmparator Septimius Severus (146-211) döneminde, 198 ile 209 yılları arasında Aristotelesçi bir felsefe profesörüydü. Afrodisiaslı Aleksandros, “Aristoteles’in en büyük yorumcusuydu” (G. Reale, Storia Della Filosofia Antica, Vol.4: Le Scuole dell’eta Imperiale, 1978) ve tarihte “İkinci Aristoteles” olarak bilinir. Ortaçağda özellikle İskender’in hem Aristoteles’in Ruh Üzerine eserine getirdiği yoruma hem de kendi yazdığı De anima [Ruh Üzerine] ve De intellectu [Zihin Üzerine] eserlerinde sunduğu, psikoloji alanındaki teorilere ilgi duyulur.
Bilgi sorunu
Temel mesele, insan zihninin doğası, dolayısıyla da bilginin nasıl mümkün olduğuyla ilgilidir; Aristoteles’in bu konudaki belirsizlikleri (örneğin Ruh Üzerine’deki ünlü ve gizemli paragraf, 430a 11) XVI. yüzyıla kadar birçok farklı yorumun ortaya çıkmasına neden olmuştur ve âlimler Aleksandros’un yorumu üzerinde uzlaşamamıştır. Aleksandros Ruh Üzerine’yi yorumlarken üç farklı akıl olduğunu öne sürer: soyutlama yoluyla nesnelerin biçiminin tespit edilme imkanı anlamına gelen fiziksel veya maddi akıl; bu imkanın gerçekleşmesini temsil eden etkin akıl; ve maddi akla biçimleri ayırt etme ve ayrı olarak düşünme imkânı veren üretici akıl. Bu son akıl Aleksandros’a göre İlk İlkeyle özdeşleşir gibidir ve ışık nasıl görülebilecek olan her şeyin görünmesini sağlarsa, o da her şeyin bilinmesini sağlar; bu akıl en üst ve mükemmel anlamda bilmeye açık olandır ve ışık olmadan nasıl hiçbir şey görülemezse, o olmadan da hiçbir şey bilinemez. İlk iki akıl ise aynı insan aklının iki farklı “anını,” belli bir bilginin edinilmesinden öncesini ve sonrasını temsil eder.
Aleksandros görüşlerine açıklık kazandırmak için üretici akim “maddi aklın bilgi açısından habitusu” olduğunu, yani maddi akla bilgi edinme imkânını vermek olduğunu, böylelikle tekrarlanan deneyimler sonucunda bilgiye “sürekli bir eğilim” (Latincedeki teknik terimin karşılığı) geliştiğini söyler. Ortaçağda yaşamış filozofların çoğunun bir tür aydınlanma olarak gördüğü üretici aklın müdahalesi sayesinde insan maddenin biçimlerini soyutlama imkânına sahiptir ve kendi maddi aklını aktif hale getirerek onu etkin akla “dönüştürür,” böylelikle gerçek bilgiye ulaşır.
Doğalcılık ve Mistisizm
İnsanın ölümsüzlük boyutu
Aristoteles’i inceleyen âlimler geçen yüzyıl ortalarına kadar Aleksandros’un bu psikoloji temelli yorumunun katı doğalcılığa dayalı olduğunu öne sürer ve Aleksandros’un insan aklına ölümsüzlük atfettiğini kesin bir dille reddeder. Zaten Philoponus başta olmak üzere ortaçağda yaşamış birçok düşünür, Hıristiyanlığın ilkelerine bu kadar karşıt olan bu durumu düzeltmeye uğraşır. Ancak Aleksandros’un yazılarının daha dikkatli bir incelemesi sonucunda, yazarın insanın ölümsüzlük kazanması konusunda son derece özgün bir ihtimali kabul ettiği görülür: Maddi akıl, doğuştan ölümsüz olan Tanrı’yı düşündüğü zaman bir anlamda ona benzer. Dolayısıyla beden öldüğü zaman eriyip gitmeyen tek unsur, “ölümsüz ve yok olmaz Tanrı fikridir ve bu fikir Tanrı’yı düşündüğümüz zaman, aklımızın dışından kaynaklanır” (G. Movia, Alessandro di Afrodisiafra Naturalismo e Misticismo, 1970). Bu teorilere göre İskender Yeni-Platoncu kuramsal faaliyetlere yakındır (zaten Plotinus için bir ilham kaynağı teşkil eder) ve felsefesinin mistik yönünden dolayı zamanın akımlarına daha uygun bir konuma sahiptir (günümüzde ondan söz ederken “Yeni-Aristotelesçilik” denir).
Aleksandros’un savları Yeni-Platoncu Themistius (y. 317) ve Simplicius (y. 490-y. 560) tarafından benimsenince Arap filozoflar arasında çok rağbet görür ve hem De intellectu’nun Toledo’da yapılan Latince tercümesi, hem de Ruh Üzerine konusunda Yunanlar ve Araplar tarafından yazılan yorumlarda Aleksandros’a atıfta bulunulması sayesinde XII. yüzyıl sonlarında Batıda da tanınmaya başlar. Böylelikle Alksandros, akıl sorununun önemli bir rol oynadığı skolastik düşünce üzerinde büyük bir etki sahibi olur.
Ansiklopediler
Geç antikçağla erken ortaçağa özgü olan, antikçağın bilgilerini “tercüme etme, yorumlama, uzlaştırma, aktarma” ihtiyacı (E. Gilson, La Filosofia nel Medioevo, 1973) ilmin tamamın kapsayan ansiklopedilerin ve düzenli (ama genelde hatalı veya yüzeysel) derlemelerin oluşturulmasında kendini gösterir. Bu eserler entelektüel alanda derinlemesine incelemeden çok, artık bilgi dağarcığının tek emanetçileri olan ruhban sınıfının kabul edilebilir bir kültür düzeyine ulaşmasını amaçlayan bir dönemin entelektüel ihtiyaçlarını karşılamaya daha uygundur.
Ortaçağın en ünlü ansiklopedisi Afrikalı avukat Martianus Capella (etkin olduğu yıllar 410-439) tarafından hazırlanmıştır; dokuz ciltlik De Nuptiis philologiae et mercurii [Filoloji ile Merkür’ün Evlenmesi], Yeni-Platoncu akımların etkisinde kalmış olup XII. yüzyıla kadar en temel bilgi kaynaklarından birini oluşturur. Okuması çok daha kolay, ince bir rehber olan Flavius Aurelius Magnus Cassiodorus’un (y. 490-y. 583) Institutiones [Kurumlar] eseri ise sadece iki ciltten oluşur: Birincisi zorunlu dini bilgilere, ikincisi ise dindışı bilgilere ayrılmıştır. Ortaçağın en büyük ansiklopedisi ve Sevilla piskoposu İsidorus (y. 560-636) tarafından hazırlanmış olan yirmi ciltlik Etymologiae, klasik çağın bilgi dağarcığına duyulan ilginin bir göstergesidir. Bu türden eserlere duyulan ihtiyaç sonraki dönemlerde de kendini gösterecektir: İngiliz düşünür Muhterem Bede’nin (673-735) De natura rerum [Doğa Üstüne] adlı eseri VIII. yüzyıl başlarına, Alman piskopos Rabanus Maurus’a (y. 780-856) “Almanya’nın öğretmeni” unvanını kazandıran aynı adlı eser ise IX. yüzyılın ilk yıllarına aittir. Avrupa’nın yeni doğmakta olan kültürü, hepsi de antikçağın bilgi dağarcığına dayanan bu metinlerin desteğiyle bağımsız düşüncelere doğru ilk adımlarını atar.
EDİTÖR: UMBERTO ECO,
ORTAÇAĞ
BARBARLAR * HIRİSTlYANLAR * MÜSLÜMANLAR
Çeviri: Leyla Tonguç Basmacı
ALFA Basım


