B. Crocé, Rönesans ve Tarih-Yazımında Devrim

B. Crocé, Rönesans ve Tarih-Yazımında Devrim

Daha önceki sayfalarda göstermeye çalıştığımız gibi, Ortaçağ dünyası, genel hatları itibariyle, aşkın değerlerin (Civitas Dei), yerel değerlere (Civitas Diaboli) egemen olduğu bir ikilem dünyasıydı ve bu dünyada tarihçilik de ilahiyatın aracı durumuna düşmüştü. Oysa B. Crocé’ye göre Rönesans’la birlikte bu “aşkın” dünya anlayışı giderek terk ediliyor ve düşünce dünyevileşiyordu. “Hristiyan aşkınlığı yadsımak, diyor Crocé, Rönesans’ın işi oldu. Bu dönem (…) tarih-yazıcılığının sekülerleştiği dönemdir. Gerçekten de tarih-yazıcılığındaki bu yeniliğin ilk örnekleri olan Leonardo Bruni ve Poggio Bracciolini’nin eserlerinde ve aynı modele uygun tüm diğer eserlerde (ki bunlar arasında Machiavelli ve Guicciardini’nkiler özel bir ışıkla pırıldıyor), artık –örneğin– mucizelere rastlanmıyor(du).”[1]

Crocé’ye göre, Rönesans tarihçilerinin dünyasında “Hristiyan inancındaki Allah ve onunla beraber de mitoloji ve –Ortaçağ kavramlarının henüz çekirdek halinde yakalayıp kabullendikleri– ilerleme, ereksellik ve rasyonellik gibi fikirler ortadan kalkıyordu”. Onların yerini ise “kısmen de olsa Romalıların Rastlantı Tanrısı (Fortuna) alıyordu.”[2] Başta Machiavelli olmak üzere tüm Rönesans düşünür ve tarihçilerine egemen olan görüşe göre, tarih belli beşerî olayların yinelenmesinden ibaretti: Yaşam ve ölüm, iyilik ve kötülük, mutluluk ve keder, yükseliş ve çöküş bu tarih anlayışında hep birbirini izliyordu. Kısaca bu tarih görüşü ilerlemeci değil, döngüsel bir tarih anlayışı idi. “Bu anlayışa göre, diyor B. Crocé, tarih bir ilerleme değil, bir döngüdür; evrimin değil, kendisine düzenlilik ve tekdüzelilik veren döngünün doğal kuralını izler; bu da ereğinin kendi dışında olmasına ve kendisinin de, sadece, zevk için ya da soyut gerçekleri süslemek amacıyla iyiyi ve yararlıyı teşvik etmekte kullanılabilecek ham bilgiler sunmasına yol açar.”[3]

Crocé’ye göre “ilerleme” fikrini yadsıyan Rönesans tarihçileri, gerçeği, Yunan ve Romalı tarihçiler gibi, tarihî anlatının dışında arıyorlardı ve bu da tarih anlayışlarının zayıf noktasını teşkil ediyordu. Bunun anlamı şuydu: Tıpkı Ortaçağ tarih anlayışı gibi, Rönesans tarih anlayışı da bir “ideal”i yıkan, fakat onun yerine başka bir “ideal” getiren bir tepkinin ürünüydü. Bu anlayışta Allah idealinin yerini İnsanlık ideali, Ortaçağ’ın ruh sorunlarının yerini de doğa nesneleri alıyordu. Örneğin önde gelen Rönesans tarihçilerinden F. Guicciardini, pozitivizmin habercisi bir yaklaşımla, “doğa-üstü” şeylerle uğraşan filozofları eleştiriyor, hatta onları “deli” sayıyordu.[4] Ünlü eserinde tarihçilik anlayışını Ciceron’dan aldığı şu cümlelerle ifade etmiştir: “Olgular zaman akışının doğru bir şekilde izlenmesini ve mekânların da betimlenmesini gerekli kılıyor. Tarihçi, bu olguların önemli ve anımsanmaya değer oldukları durumlarda, bunların nasıl hazırlandıklarını, nasıl yapıldıklarını ve nihayet ne sonuç verdiklerini bilmek için, önce bu girişim hakkında ne düşündüğünü ortaya koymalı; olayla ilgili ne söylendiği ve ne yapıldığı ile yetinmeyerek nasıl söylendiğini ve yapıldığını da göstermeli; sonuca gelince, bunda rastlantıların (fortuna), bilgeliğin ve cüretin paylarını da belirterek, bunun nedenlerini doğru bir şekilde sergilemeli; çok parlak bir şöhrete sahip olsalar dahi, şahısların eylemlerini –yaşam ve karakterlerini de resimleştirecek derecede– anlatmalı. Öte yandan üsluba gelince, hukuk türüne özgü kuruluktan, forumlarda bilenmiş düşüncenin sivri hatlarından eser olmayan, düzenli ve yumuşak bir biçimde yayılan, akıcı ve geniş bir üslup aramalı.”[5] Bu anlayışta sonsuz olgu demetleri ön plana çıkıyor, bunlar ders verici şekilde, “insanlık yararı” yönünde yorumlanıyordu. Aynı bağlamda, “nasıl Ortaçağ skolastiği, Aristo’nun izinde, bilimin nesnesinin ‘genel’ler (‘evrensel’ler) olduğu ilkesine dayandıysa, Campanella da bilimin nesnesi özel şeylerdir diyecektir.”[6]

Hegelci bir filozof olan B. Crocé, kendi tarih felsefesini “mutlak idealizm”, “mutlak tarihselcilik” (historicism); Rönesans tarihçilik anlayışını ise “sekülerleşme” ve “rastlantı” gibi kavramlarla ifade ediyordu. Ona göre tarih-yazımı bir bilim değil felsefe idi ve kendi felsefesinin dayanaklarını Kant idealizmine karşı Hegel’de aramıştı. Crocé, İtalyan Marksistlerini (bu arada Gramsci’yi) bu yönüyle etkilemiş, fakat “tarihselcilik” anlayışı 1960’larda, özellikle Althusser ve arkadaşları tarafından sert eleştirilere konu olmuştur. Buna karşılık yine tarihle felsefe arasındaki ilişkileri inceleyen başka bir filozof, Ernest Cassirer, Kantçı perspektiften hareket ediyor ve Rönesans tarihçiliğiyle ilgili yorumunun ipuçlarını da Kant’ta arıyordu.


Taner Timur,
Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi
YORDAM KİTAP