Sevgi de Politiktir : Sevgi, Kişisel Duygudan Toplumsal Sorumluluğa

Sevginin kişisel alanın ötesine geçerek toplumsal bir sorumluluk biçimi olarak algılanması, modern dünyanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Bu anlayış, hem bireysel hem de kolektif iyiliğin anahtarını barındırır.

Geleneksel olarak sevgi, romantik ilişkiler, aile bağları veya yakın arkadaşlıklar gibi özel ve kişisel alanlara hapsedilmiş, çoğunlukla duygusal bir deneyim olarak görülmüştür. Ancak bu sınırlı tanım, sevginin dönüştürücü ve birleştirici gücünü göz ardı eder. Gerçek sevgi, sadece iki kişi arasındaki bir duygu değil, aynı zamanda toplumsal dokunun temelini oluşturan, eyleme dönüşen bir sorumluluk biçimidir.

Sevginin toplumsal bir sorumluluk olarak düşünülmesi, bireyin kendi dar çevresinin ötesine geçerek, içinde yaşadığı topluma, diğer insanlara ve hatta çevreye karşı bir ilgi, şefkat ve eylem borcu hissetmesi anlamına gelir. Bu, Eric Fromm’un “sevme sanatı”nda vurguladığı gibi, pasif bir duygu halinden ziyade, aktif bir çaba, bilgi, özen, saygı ve sorumluluk gerektiren bir eylemdir.


Sevginin Toplumsal Bir Sorumluluk Olarak Boyutları:

  1. Empati ve Anlayışın Gelişimi: Toplumsal sorumluluk olarak sevgi, öncelikle öteki’nin deneyimini anlamaya çalışmakla başlar. Farklı kültürlerden, inançlardan, sosyoekonomik arka planlardan gelen bireylerin yaşadıklarını empatiyle kavramak, önyargıları kırmak ve ortak insanlık paydasında buluşmaktır. Bu, sadece kendi çevremizdekileri değil, tanımadığımız veya bizden farklı olanları da içeren bir anlayış geliştirmeyi gerektirir.
  2. Adalet ve Eşitlik Arayışı: Gerçek sevgi, adaletsizliğe ve eşitsizliğe kayıtsız kalamaz. Eğer bir toplulukta bazı bireyler veya gruplar dezavantajlıysa, sömürülüyorsa veya temel haklarından mahrum bırakılıyorsa, sevgi duyan bir birey veya topluluk buna karşı harekete geçme sorumluluğu hisseder. Bu, sadece yardım etmek değil, aynı zamanda sistemik sorunları ele almak ve daha adil yapılar inşa etmek anlamına gelir. Örneğin, dezavantajlı gruplar için kaynakların seferber edilmesi, eğitime erişimin sağlanması veya ayrımcılıkla mücadele edilmesi, sevginin toplumsal bir eylem biçimi olarak tecelli etmesidir.
  3. Kolektif İyilik ve Dayanışma: Kapitalizmin teşvik ettiği radikal bireyciliğin aksine, toplumsal sorumluluk olarak sevgi, “ben”den “biz”e geçişi ifade eder. Kendi çıkarlarının ötesinde, topluluğun genel iyiliğini gözetmek, ortak sorunlara birlikte çözüm bulmak ve karşılıklı destek ağları kurmak bu yaklaşımın temelidir. Komşuluk dayanışması, gönüllülük faaliyetleri, afet durumlarında seferber olma veya ihtiyaç sahipleri için kaynak seferberliği, sevginin kolektif eyleme dönüşmesidir.
  4. Kapsayıcılık ve Farklılığa Saygı: Sevginin toplumsal sorumluluğu, farklılıklara hoşgörü göstermenin ötesine geçer; farklılıkları bir zenginlik olarak kabul etmeyi ve herkesin kendini ait hissedebileceği kapsayıcı ortamlar yaratmayı hedefler. Bu, otizm spektrumundaki bireylerden etnik azınlıklara, LGBTİ+ bireylerden engelli bireylere kadar her kesimin toplumun tam ve eşit bir parçası olmasını sağlamak için bilinçli çaba göstermektir.
  5. Gelecek Nesillere Sorumluluk: Toplumsal sevgi, sadece şimdiki nesli değil, gelecek nesilleri de kapsar. Çevreye duyarlı olmak, sürdürülebilir yaşam biçimleri geliştirmek, doğal kaynakları korumak, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma sorumluluğunu üstlenmek, sevginin gezegensel boyutudur.

Sonuç: Sevginin Politik Bir Güç Olarak Yeniden Keşfi

Sevginin kişisel bir duygudan toplumsal bir sorumluluğa evrilmesi, pasif bir iyi niyetten aktif bir değişime doğru atılan bir adımdır. Bu, bireysel dönüşümün toplumsal dönüşümle el ele gittiği bir süreçtir. Psikoterapi pratiğimizde de gördüğümüz gibi, bireyin kendisiyle kurduğu sevgi ve şefkat dolu ilişki (öz-şefkat), başkalarıyla kurduğu anlamlı ve sorumlu ilişkilere zemin hazırlar.

Kapitalizmin gölgelerinin giderek belirginleştiği bir dünyada, sevginin toplumsal bir sorumluluk olarak yeniden tanımlanması, daha adil, daha eşitlikçi, daha şefkatli ve daha sürdürülebilir bir gelecek inşa etmemiz için en güçlü motivasyon ve en temel ilke olacaktır. Bu, sevginin gerçek anlamda politik bir güç olarak yeniden keşfedilmesidir.