Nöroçeşitlilik ve Üretkenlik Miti: Kapitalizm Bedenimizi ve Zihnimizi Nasıl Standartlaştırır?

İlk yazımızda, otizme “hastalık” demenin ya da “sendrom” olarak etiketlemenin, aslında kapitalist ideolojinin insanı nasıl tanımladığıyla ilgili olduğunu konuşmuştuk. Şimdi ise konuyu biraz daha gündelik hayattan örneklerle, daha yakından inceleyelim: Kapitalizm, bedenimizi ve zihnimizi neden bu kadar standartlaştırmaya çalışıyor ve farklı olana neden “problem” gözüyle bakıyor?


Giriş

Bir düşünün: Bir fabrika sahibisiniz ve seri üretim yapıyorsunuz. Her parçanın aynı olması, aynı anda aynı işi yapması, en az fireyle en çok ürünü çıkarması gerekir, değil mi? Kapitalizm de insan emeğine, yani bize, tam da bu gözle bakar. Bizim bedenlerimiz ve zihinlerimiz, bu büyük üretim çarkının dişlileri gibidir. Eğer bir dişli diğerlerinden farklı dönerse, çark aksar. İşte nörolojik çeşitliliğin, yani otizmin veya diğer farklı beyin işleyişlerinin, kapitalizm için neden bir “problem” haline geldiğinin temel nedeni budur. Kapitalizm, kârını artırmak için herkesin aynı hızda, aynı şekilde düşünen, aynı kurallara uyan, “verimli” birer dişli olmasını ister. Peki, bu nasıl işler?

Kapitalizm Neden Hepimizi Aynı Yapmak İster? Fabrika Ayarları ve “İdeal İşçi”

Kapitalist sistemde “zaman paradır” felsefesi esastır. Bu yüzden her şeyin hızlı, kesintisiz ve öngörülebilir olması beklenir.

  • Seri Üretim Mantığı İnsan Bedenine Yansır: Bir fabrikada her çalışanın aynı anda, aynı işi belirli bir ritimde yapması beklenir. Otizmli bir bireyin duyusal hassasiyetleri yüzünden gürültülü bir ortamda odaklanamaması, ani parlamalardan rahatsız olup işini kesintiye uğratması ya da belirli bir duyusal girdi almadan (örneğin sallanma) rahatlayamaması, bu “ideal” işçi profiline uymaz. Sistem, bu farklılığı bir “aksaklık” veya “verimsizlik” olarak görür.
  • “Molalar Verimsizliktir”: Kapitalizm, sürekli ve kesintisiz üretimi yüceltir. Otistik bir bireyin duyusal aşırı yüklenmeden sonra sakinleşmek için 15 dakika karanlık ve sessiz bir odaya ihtiyacı olması ya da odaklanmak için belirli aralıklarla hareket etmesi, “zaman kaybı” ve “verimsizlik” olarak algılanabilir. Bu durum, onun kapitalist işgücü piyasasında dezavantajlı konuma düşmesine yol açar.
  • Örnek: Diyelim ki bir çağrı merkezindesiniz. Her müşteriye aynı “pozitif” ve “standart” tonlamayla, aynı hızda cevap vermeniz beklenir. Otistik birinin robot gibi seri ve empatisiz konuşmaması, ya da duyusal yüklenmeden rahatsız olup kulaklık takmak istemesi, kapitalist “verimlilik” ölçütlerine göre “yetersizlik” olarak damgalanabilir. Oysa bu, onun farklı bir iletişim stilidir.

Farklı Beyinler, “Arızalı” Damgası: Otizm Neden “Problem” Ediliyor?

Otizmli bir beynin dünyayı farklı algılaması, sosyal ipuçlarını farklı işlemesi, kapitalist sistemin katı normlarına çoğu zaman uymaz. Bu farklılık, sistem için bir “problem” olarak görülür, çünkü o birey “düzeltilmezse” standart çarka tam oturmuyor.

  • “Maskeleme”: Zoraki Bir Rol Yapma Sanatı: Otistik bireylerin “normal” görünmek için harcadığı akıl almaz çaba, kapitalizmin dayattığı bir performans yüküdür. Okulda, işte, sosyal hayatta sürekli bir “rol” yapma hali yaşarlar. Bu, bireyin kendi özgün benliğinden yabancılaşmasıdır.
    • Örnek: Göz teması kurmak size zor gelse de, “nezaketsiz” bulunmamak için gözlerinizi zorla açmak. Duyusal aşırı yüklenme yaşarken içsel bir panik fırtınası koparken dışarıdan “iyiyim” demek. Özel ilgi alanlarınızdan bahsetmemek çünkü “garip” veya “takıntılı” bulunur endişesi. Bu rol yapma, korkunç bir enerji emer ve yorucudur. Bu “maske”, kapitalist normlara uygun bir “persona” yaratma çabasıdır.
  • “Tedavi” Söylemi: Kimin Çıkarına? Otizmi “tedavi etmek” veya “normalleştirmek” isteyen yaklaşımlar, aslında o bireyi kapitalist sistemin istediği “ideal işçi” modeline uydurma çabasıdır.
    • Örnek: Bir çocuğun “stimming” (tekrarlayıcı hareketler, örneğin el çırpma) yapmasının “tedavi edilmesi” gerektiği düşüncesi. Oysa bu, çoğu zaman çocuğun kendini düzenleme yoludur. Sistemi rahatsız ettiği için mi “tedavi” ediyoruz, yoksa çocuğa gerçekten iyi geldiği için mi? Kapitalist sistem, rahatsız edici “farklılıkları” ortadan kaldırmak ister, çünkü bu farklılıklar onun standartlaşma ve verimlilik hedeflerini bozar.

Kapitalizmde “Değerli İnsan” Kimdir? Ve Nöroçeşitliliğin Cevabı

Kapitalizmde bir insanın değeri, ne kadar ürettiğiyle, ne kadar tükettiğiyle ve ne kadar sisteme “uyumlu” olduğuyla ölçülür. Engelliler, yaşlılar, hasta olanlar veya nörolojik olarak farklı olanlar, bu “üretkenlik” kriterine uymadıklarında “yük” olarak görülebilirler.

  • Nöroçeşitliliğin İsyankâr Sesi: Nöroçeşitlilik hareketi, işte bu “değerli insan” tanımına karşı çıkar. İnsan beyninin çeşitliliğinin bir zenginlik olduğunu, her beynin farklı ve özel katkılar sunabileceğini söyler. Bu, kapitalizmin standartlaştırma ve metalaştırma arzusuna karşı çıkan devrimci bir fikirdir. Bu hareket, otistik bireyin kendi otantik benliğiyle var olma hakkını savunur.
  • Örnek: Otistik bir bireyin detaylara olan inanılmaz dikkatini, kalıp tanıma yeteneğini veya bir konuya olan yoğun odaklanmasını, sadece bir “eksiklik” olarak değil, belirli alanlarda (örneğin yazılım, veri analizi, sanat, bilim) büyük bir avantaj olarak görmek. Bu, kapitalizmin “verimlilik” tanımının ötesine geçmek, insan emeğinin ve değerinin yalnızca ekonomik çıktılarla ölçülemeyeceğini savunmaktır.

Sonuç: Bedenlerimizi ve Zihinlerimizi Geri Almak İçin Mücadele

Yoksulluk tuzağı gibi, “normal” olma baskısı da kapitalist bir tuzaktır. Bu tuzak, bizi belirli bir kalıba sokmaya çalışır, kendi özgün beden ve zihin yapımızı “hatalı” ilan eder. Nöroçeşitliliğin savunuculuğu, bu nedenle sadece otistik bireylerin hakları için değil, tüm insanlığın kendi özgün varoluş biçimleriyle, standardize edilmiş bir sistemin tahakkümünden kurtulması için verilen daha büyük bir mücadelenin parçasıdır.

Bu, bedenlerimizi, zihinlerimizi ve değerimizi kapitalist üretim ilişkilerinin dar kalıplarından geri almak için verilen bir savaştır. Gerçek özgürleşme, sistemin “normal” dediği şeyin dışına çıkmaya, kendi farklılığımızı kucaklamaya ve sömürüden arınmış bir toplumda tam potansiyelimizle var olmaya cesaret ettiğimizde başlar.


“Yabancılaşmanın Gölgesinde Otistik Deneyim: İlişkiler, Emek ve Kimliğin Sınıfsal Boyutu”