Kant’ın Aydınlanması ve Foucault’nun Kendilik Kaygısı: Öznellik Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme

1. Aydınlanmanın Tanımı ve Kant’ın Çerçevesi

Kant, Aydınlanma’yı insanın kendi aklını kullanma cesareti olarak tanımlar. Ona göre, bireyin otoriteye körü körüne bağlılıktan kurtulması ve aklıyla özgürce düşünmesi, modern öznelliğin temel taşıdır. Bu, bireyin kendi aklına güvenerek dışsal otoritelerden bağımsız bir şekilde hakikati aramasını gerektirir. Kant’ın yaklaşımı, bireyi evrensel aklın bir temsilcisi olarak konumlandırır ve öznelliği rasyonel bir çerçevede ele alır. Bu tanım, bireyin kamusal alanda akıl yoluyla özgürleşmesini ve toplumsal ilerlemeyi hedefler. Ancak, Kant’ın Aydınlanması, bireyin kendi içsel süreçlerinden ziyade, aklın evrensel bir rehber olarak işlev görmesine odaklanır. Bu bağlamda, bireysel özgürlük, aklın disiplinli kullanımıyla sınırlıdır. Kant, bireyin kendi sınırlarını tanımasını ve ahlaki bir özerklik geliştirmesini savunurken, bu özerkliğin toplumsal normlarla uyumlu olmasını bekler. Bu, bireyin özgürlüğünü kısıtlayıcı bir çerçeve olarak görülebilir mi? Kant’ın Aydınlanması, bireyi evrensel bir ahlak yasasına tabi kılarak öznelliği dışsal bir düzenle bağlar.

2. Foucault’nun Kendilik Kaygısı ve Öznelliğin Yeniden İnşası

Foucault’nun kendilik kaygısı kavramı, Antik Yunan ve Roma’daki etik pratiklere dayanır ve bireyin kendisiyle kurduğu ilişkiyi merkeze alır. Bu yaklaşım, bireyin kendi varlığını bir sanat eseri gibi şekillendirmesini, yani kendini bilinçli bir şekilde inşa etmesini önerir. Foucault, bireyin toplumsal normlara karşı eleştirel bir mesafe alarak kendi öznelliğini oluşturabileceğini savunur. Bu, Kant’ın evrensel akıl anlayışından farklı olarak, bireysel ve öznel bir etik arayışı vurgular. Kendilik kaygısı, bireyin kendi arzuları, düşünceleri ve pratikleri üzerinde çalışmasını gerektirir. Foucault’ya göre, bu süreç, bireyin toplumsal güç ilişkilerinden bağımsızlaşmasını sağlar. Ancak, bu bağımsızlaşma, bireyin tamamen özgür olduğu anlamına gelmez; çünkü birey, hala toplumsal ve tarihsel bağlamların şekillendirdiği bir alanda hareket eder. Foucault’nun yaklaşımı, bireyin öznelliğini sürekli bir yeniden inşa süreci olarak görür ve bu, Kant’ın sabit ve evrensel aklını sorgular. Foucault, bireyin kendini oluştururken toplumsal normlara karşı bir direnç geliştirebileceğini öne sürer.

3. Kant ve Foucault Arasındaki Temel Çatışma

Kant’ın Aydınlanması ile Foucault’nun kendilik kaygısı arasındaki temel farklılık, öznelliğin nasıl inşa edildiği sorusuna verdikleri yanıtlarda yatar. Kant, öznelliği evrensel aklın rehberliğinde sabit ve rasyonel bir çerçevede tanımlar. Bu, bireyin özgürlüğünü aklın disiplinine tabi kılar ve bireysel farklılıkları arka plana iter. Foucault ise öznelliği dinamik ve bireysel bir süreç olarak ele alır. Ona göre, birey, kendi öznelliğini toplumsal güç ilişkilerine karşı bir dirençle inşa eder. Kant’ın evrensel aklının aksine, Foucault’nun yaklaşımı bireyin tarihsel ve toplumsal bağlamda şekillenen bir öznellik geliştirdiğini savunur. Bu çatışma, bireyin özgürlüğünün sınırları üzerine bir tartışma açar. Kant, özgürlüğü aklın evrensel kurallarına uyumla tanımlar; Foucault ise özgürlüğü, bireyin kendi varlığını yeniden inşa etme sürecinde bulur. Bu iki yaklaşım, bireyin toplumsal normlarla ilişkisini farklı şekillerde ele alır: Kant, normlara uyumu bir erdem olarak görürken, Foucault normlara eleştirel bir mesafe koymayı önerir.

4. Günümüzde Öznelliğin Anlamı

Günümüzde öznellik, bireyin hem bireysel hem de toplumsal bağlamda kendini nasıl konumlandırdığı sorusuyla şekillenir. Teknolojik gelişmeler, sosyal medya ve küresel iletişim ağları, bireyin kendini ifade etme ve inşa etme biçimlerini dönüştürmüştür. Birey, bir yandan kendi kimliğini dijital platformlarda inşa ederken, diğer yandan bu platformların algoritmik yapıları tarafından şekillendirilir. Bu durum, Foucault’nun kendilik kaygısını yeniden düşünmeyi gerektirir; çünkü bireyin kendi varlığını inşa etme süreci, artık yalnızca bireysel bir çaba değil, aynı zamanda teknolojik ve toplumsal güçlerin etkisi altındadır. Kant’ın evrensel akıl anlayışı ise, modern dünyada bireyin rasyonel karar alma süreçlerinin karmaşıklaşmasıyla sorgulanır. Günümüz öznelliği, bireyin hem özgürleşme hem de kontrol mekanizmalarına tabi olma arasındaki gerilimde şekillenir. Birey, kendi öznelliğini inşa ederken, aynı zamanda veri ekonomisi ve gözetim mekanizmaları tarafından yönlendirilir. Bu, öznelliğin hem bireysel hem de kolektif bir boyutta ele alınmasını gerektirir.

5. Öznelliğin Geleceği ve Yeni Sorular

Öznellik, gelecekte yapay zeka, biyoteknoloji ve nörobilim gibi alanlardaki gelişmelerle yeniden tanımlanabilir. Bireyin kendi bilincini ve kimliğini inşa etme süreci, biyolojik ve teknolojik müdahalelerle nasıl değişecek? Kant’ın evrensel aklının yerini, bireyin kendi biyolojik ve dijital varlığını şekillendirme çabası alabilir mi? Foucault’nun kendilik kaygısı, bireyin bu yeni teknolojilere karşı eleştirel bir mesafe geliştirmesini sağlayabilir mi? Günümüz dünyasında, bireyin öznelliği, yalnızca kendi içsel süreçleriyle değil, aynı zamanda dışsal teknolojik ve toplumsal yapılarla şekillenir. Bu, bireyin özgürlüğünün sınırlarını yeniden düşünmeyi gerektirir. Öznellik, bireyin kendi varlığını inşa etme çabasıyla, toplumsal ve teknolojik yapıların ona dayattığı kimlikler arasında bir gerilim olarak ortaya çıkar. Bu gerilim, bireyin hem özgürleşme potansiyelini hem de yeni kontrol mekanizmalarına tabi olma riskini barındırır.

6. Öznelliğin Toplumsal ve Bireysel Boyutları

Öznellik, bireyin kendi varlığını inşa etme süreciyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumsal bağlamda anlam kazanır. Kant’ın Aydınlanması, bireyin toplumsal normlara uyum sağlayarak özgürleşebileceğini savunurken, Foucault’nun kendilik kaygısı, bireyin bu normlara karşı eleştirel bir duruş sergileyerek özgürleşebileceğini öne sürer. Günümüzde bu iki yaklaşım, bireyin toplumsal rollerle kendi bireysel arzuları arasındaki çatışmada yeniden ele alınabilir. Örneğin, birey, toplumsal beklentilere uyum sağlayarak bir kimlik inşa edebilir, ancak bu kimlik, onun kendi arzularını bastırmasına yol açabilir. Foucault’nun yaklaşımı, bireyin bu beklentilere karşı kendi öznelliğini inşa etme sürecini vurgularken, Kant’ın yaklaşımı, bireyin toplumsal düzen içinde ahlaki bir özne olarak konumlanmasını önerir. Bu iki yaklaşım, günümüz bireyinin kimlik arayışında hem bireysel hem de kolektif boyutları anlamak için bir çerçeve sunar.

7. Öznelliğin Teknolojik Dönüşümü

Teknolojik gelişmeler, öznelliğin tanımını ve pratiklerini kökten değiştirmiştir. Yapay zeka ve algoritmalar, bireyin karar alma süreçlerini ve kimlik inşasını etkiler. Sosyal medya platformları, bireyin kendini ifade etme biçimlerini dönüştürürken, aynı zamanda bireyi veri ekonomisinin bir parçası haline getirir. Bu durum, Foucault’nun kendilik kaygısını yeniden düşünmeyi gerektirir; çünkü bireyin kendi varlığını inşa etme süreci, artık yalnızca bireysel bir çaba değil, aynı zamanda teknolojik sistemlerin bir ürünüdür. Kant’ın evrensel akıl anlayışı, bu bağlamda bireyin özerkliğini sorgular; çünkü bireyin kararları, algoritmik yönlendirmelerle şekillenir. Öznellik, bu yeni teknolojik bağlamda, bireyin kendi varlığını inşa etme çabasıyla, teknolojik sistemlerin ona dayattığı kimlikler arasında bir gerilim olarak ortaya çıkar. Bu gerilim, bireyin özgürlüğünün sınırlarını yeniden tanımlamayı gerektirir.