David Cooper: Delilik bir hastalık değil
David Cooper’ın “The Language of Madness” adlı eserinden aldığım bilgilere dayanarak, kitabın temel argümanlarını ve anahtar kavramlarını detaylı bir şekilde açıklayacağım. Yazar, bu eserde deliliği, psikiyatrinin işleyişini, toplumsal baskıyı ve devrimci değişim ihtiyacını eleştirel bir mercekle incelemektedir.
Kitabın Amacı ve Genel Bakış
Kitabın “Forewarning” bölümünde belirtildiği üzere, yazarın temel amacı bizi ezen şeylerin kaçınılmazlığına olan inançsızlığı yaratmaya yardımcı olmaktır. Cooper, her birimizin kendi deliliğimiz ve kendi yolumuz olduğunu, başkalarının yolunu takip etmememiz gerektiğini vurgular. Ona göre, deliliğin dili, özellikle şizofreni veya diğer psikiyatrik etiketlerle teşhis edilen “özel bir insan ırkına” atıfta bulunmaz; aksine, her birimizin içinde az ya da çok bulunan delilikten bahseder. Bu “delilik”, sadece sözlü ifadelerle değil, aynı zamanda deneyim boyunca akan “deli söylem” olarak adlandırılan bir eylem türüyle de ifade edilir. Kitap, bu evrensel deliliğin politik doğasını ve toplumsal dönüşümdeki rolünü araştırmaktadır.
Temel Kavramlar ve Eleştiriler
- Delilik ve Politik Doğası: Cooper’a göre delilik, normal varoluş yapılarının neredeyse tamamen yıkılması ve daha az yabancılaşmış (yani, “ötekiliğin” içselleşmiş güçleri tarafından yönetilmeyen) bir varoluş biçiminin yeniden yapılandırılması olasılığıdır. Bu süreç, “parçalara ayrılma-yeniden bütünleşme” veya “ölüm-yeniden doğuş” olarak tanımlanır (Appendix I). Deliliğin, politik bir ifade ve sosyal bir mülk olduğu, toplum tarafından bizden çalındığı ve politik olarak geri alınması gerektiği belirtilir (Bölüm 1). Cooper, kendi geçici delilik deneyiminden bahseder ve bunun normal alışkanlıkları durdurarak ve varoluşu yeniden yapılandırarak dünyayı farklı bir şekilde deneyimlemesini sağladığını anlatır. John the Baptist hikayesi, deliliğin politik muhalefet olarak nasıl susturulduğunun çarpıcı bir örneğidir; John’un “düşünce bozukluğu” olarak adlandırılan söylemi, aslında mevcut sisteme karşı bir “gerçek” ifade etme çabasıdır (Bölüm 1).
- Radikal İhtiyaçlar: “What are Radical Needs?” başlıklı bölümde, yazar, insanların “sahip olma” (yemek, barınma gibi niceliksel ve pasif ihtiyaçlar) ile “farklı olma eylemi” (öz ifade, otogestion, ölüme sahip çıkma gibi niteliksel ve aktif ihtiyaçlar) arasında bir ayrım yapar (Bölüm 2). Yazar, özellikle kapitalist toplumlarda, ikincil kabul edilen ihtiyaçların bile aslında nefes almak kadar hayati olduğunu vurgular. Orgazm ve delilik, bu “farklı olma eylemi” ihtiyaçlarının iki önemli ifadesidir ve bireysel dönüşümle toplumsal devrimi bütünleştirme potansiyeli taşır (Bölüm 1, Bölüm 2).
- Orgazmik Politika: Cooper, orgazmı, cinsel deneyimin zirvesinde “zihnin iptali” olarak tanımlar. Bu anın, tüm deneyimin boşaltılması olduğu ve bireysel benliğin bile ortadan kalktığı bir durum olduğu belirtilir. Orgazmik cinsellik, kapitalist zamanın ve onun baskıcı yapılarının yok edilmesini, bedenin kendi “sonsuz değişken saatlerinin” yeniden keşfedilmesini gerektiren devrimci bir eylemdir (Bölüm 3). Bu, üreme odaklı, ticari cinselliğin reddi anlamına gelir ve yerine güvene dayalı, sahiplenici olmayan ilişkilerin konulmasını önerir.
- Psikiyatri ve Kapitalizm Eleştirisi: Modern psikiyatrinin, kapitalizmin yükselişiyle el ele geliştiği ve bu sistemin kontrolünü reddeden insanların umutlarını, korkularını, neşelerini ve umutsuzluklarını yok etmenin temel bir aracı haline geldiği savunulur (Bölüm 5). Psikiyatri, burjuva düzeninin baskıcı bir aygıtı olarak görülür ve teşhis, gizli dosyalama, zorunlu alıkoyma ve fiziksel tedaviler gibi teknikleri, tıbbi gücün bir sembolü olarak işlev görür. Cooper, psikanalizi de “indirgemeci teorisinin gizemleştirilmesi” ve “aileci ideolojisi” nedeniyle eleştirir. Ona göre, psikanaliz, genç sol entelektüelleri manipüle ederek “para-faşist bir pekiştirici ideolojik aygıt” haline gelmiştir (Bölüm 1, Bölüm 5). Diğer “alternatif terapiler” de benzer şekilde, kişisel kurtuluş ideolojisiyle depolitizasyon stratejileri sunarak sistem tarafından kolayca geri kazanılabilir olarak görülür.
- Yabancılaşma ve Bilinç: Yabancılaşma, bir orijinal birliğin insan deneyiminin bölünmesi olarak açıklanır. Marx’ın görüşüne göre, bu bölünme toplumun sömürülen ve sömüren sınıflara ayrılmasından ve özel mülkiyetten kaynaklanır. Yazar, bilincin kendisinin de bir tür yabancılaşma olduğunu, nesneleştiren bilincin ve nesneleştirilmiş organizmanın orijinal birliğini böldüğünü belirtir. Sanatsal ve delilik yoluyla ifade, bu bölünmeyi aşma ve birliği yeniden kurma yollarıdır (Bölüm 4).
- Otogestion ve Yeni Toplum: Otogestion (kendi kendini yönetme), güç yapılarını ele geçirmeyi ve kendi hayatını ve işini yönetmeyi ifade eder. Bu, sadece fabrikaları işçilerin devralması değil, aynı zamanda hayatın her alanına uygulanan bir ilkedir. Otogestion, merkezi devlet iktidarına karşı bir mücadeledir ve işçilerin kendi üretim birimlerini devralmasını, azınlıkların ifade özgürlüğünü ve gücü elinde tutanların sorumluluklarını hatırlatmayı içerir (Bölüm 5). Cooper, komünizmin, bireylerin kendi “kovuklarına” sahip olabileceği bir toplum olması gerektiğini ima eder, Sovyetler Birliği’ndeki bir çiftin ormanda bir sığınakta yaşama özlemini anlatırken (Bölüm 4).
Önerilen Çözümler ve Alternatifler
Cooper, politik devrimle birlikte sosyal devrimin de eş zamanlı olarak gerçekleşmesi gerektiğini savunur. Sosyal devrim, kurumsal baskının tüm biçimlerine karşı bir mücadeledir ve yabancılaşmadan kurtulmanın bir yoludur (Bölüm 2). Anti-psikiyatri ve non-psikiyatri kavramları, bu mücadelenin temel taşlarıdır. Anti-psikiyatri, psikiyatrik kurumlar içindeki baskıya karşı sistematik bir eylemdir (Appendix II). Non-psikiyatri ise, deliliğin toplumun her yerine yayılan yaratıcılık ve kendiliğindenlik kaynağı olarak görülmesini ve bir “hastalık” olarak değil, bir “hastalık” olarak kabul edilmemesini gerektirir. Bu, psikiyatri dışındaki eylem biçimleriyle tüm psiko-teknolojinin kaldırılmasını içerir.
Uluslararası Ağ (International Network), bu tür bir non-psikiyatrik yaklaşımı teşvik eden, merkezi olmayan bir “anti-organizasyon” olarak tanımlanır. Bu ağ, mental sağlık çalışanları, psikiyatrilerden etkilenen nüfus, avukatlar ve komün üyeleri gibi çeşitli grupları bir araya getirerek baskıya karşı mücadele etmeyi ve alternatifler yaratmayı hedefler (Appendix II). Monica Elkaim’in Brüksel’deki çalışmaları, bu “non-psikiyatrik” müdahalenin somut bir örneğidir; sorunları bireysel veya ailesel “psikopatoloji” olarak görmek yerine, politik dayanışma yaratmak için grupları bir araya getirir (Bölüm 5).
Sonuç
David Cooper, “The Language of Madness” adlı eserinde, deliliği, modern psikiyatrinin bir yaratımı ve toplumsal baskının bir yansıması olarak radikal bir şekilde yeniden tanımlar. Ona göre, delilik bir hastalık değil, kapitalist sistemin ve onun kurumsal yapılarının dayattığı yabancılaşmaya karşı bir direniş ve dönüştürücü bir güçtür. Gerçek özgürleşme, sadece ekonomik ve politik devrimle değil, aynı zamanda kişisel ve kolektif bilincin dönüşümüyle, yani sosyal devrimle mümkündür. Bu, psikiyatrinin ve diğer psiko-teknolojilerin “normalleştirici” etkisine karşı, deliliği bir yaratıcılık ve özerklik kaynağı olarak yeniden sahiplenmeyi gerektirir. Kitap, umudun nihai bir son değil, sürekli ve amansız bir mücadele olduğunu ve bu mücadelenin arzulananın kalıcı yaratımı olduğunu vurgulayarak son bulur.


