“Acaba Otistik miyim?” Otizm ve Kendini Kabul
Kutunun İçindeki Ben: Otizm Şüphesiyle Yaşamak
Hayat, bazen bir bilmece gibi gelir; cevaplar net değil, sorular ise zihni bir labirentte dolaştırır. Çocukluğumdan beri, kendimi hep “farklı” hissettim. Ailem, arkadaşlarım, hatta öğretmenlerim, bende bir “sorun” olduğunu ima etti. Şakaları anlamadım, açık sözlülüğüm kabalık sayıldı, el yazım “özensiz” bulundu. Saatlerimi, günlerimi, hatta yıllarımı kendimi “düzeltmeye” adadım. Şakaları ezberledim, konuşmamı yumuşatmaya çalıştım, vücut dilini öğrenmek için kitaplar okudum. Ama ne kadar çabalasam da, aynadaki yansıma hep aynı soruyu soruyordu: “Neden uyum sağlayamıyorum?” Bu soru, beni bir kutunun içine hapsetti—Schrödinger’in Kedisi gibi, aynı anda hem otistik hem de otistik olmayan bir haldeydim.
Çocukluğum, ailenin “tuhaf çocuğu” olarak geçti. Yemek masasında şakalar havada uçuşurken, ben kelimelerin ardındaki anlamı çözmeye çalışırdım. “Neden gülüyorlar?” diye düşünürdüm, ama cevap bulamazdım. Seçiciydim; bazı sesler, dokular, tatlar bana dayanılmaz gelirdi. Annem, “Fazla hassassın,” derdi; arkadaşlarım ise şakalarımı “mahvettiğim” için hayal kırıklığı yaşardı. Kendimi düzeltmek için çabaladım: yürümemi, konuşmamı, hatta gülüşümü bile pratik ettim. Terapi odaları, moda dergileri, sosyal ipuçları üzerine dersler… Yine de, bir parçam hep eksik, hep “kırık” hissetti. Çevremdeki mesaj açıktı: “Sen yanlışsın, değişmelisin.” Ama değişemiyordum.
Zamanla, bu çabalar beni yordu. Bir gün, uyum sağlamaktan vazgeçtim. “Tuhaf” yanımı, “nerd” tarafımı kucakladım. Bilimkurgu kitaplarına, karmaşık bulmacalara sığındım. Ve bir mucize oldu: benim gibi “farklı” insanlarla tanıştım. Onlarla konuşurken, ilk kez anlaşılmış hissettim. Yıllar sonra fark ettim ki, en yakın arkadaşlarımın çoğu otistikti. Bu bir tesadüf müydü? Yoksa, bilinçsizce, beni gerçekten anlayan insanları mı bulmuştum?
Kendimi kabul etme yolculuğum, bir anda değil, yavaş yavaş, adeta bir yapboz gibi şekillendi. Takım sporlarında başarısız olduğumu kabul etmek, ilk adımdı; ailemin beklentilerinden kurtulmak, bana nefes aldırdı. Yine de, konuşmamı “düzeltmek” için terapilere devam ettim, modaya uygun giyinmeye çalıştım. Ama asıl dönüm noktası, otizm hakkında okumaya başladığımda geldi. Özellikle kadınlarda otizmin farklı göründüğünü öğrendim: sosyal zorluklar, yoğun ilgi alanları, hassasiyetler… Bunlar, sanki hayatımın bir haritasıydı. Kendi kendime testler yaptım, otistik insanlarla konuştum. Otistik toplulukta kendi kendine teşhisin kabul gördüğünü gördüm. Ama yine de şüphelerim bitmedi: “Ya otistik değilsem? Ya sadece uyumsuz bir tuhaf isem?”
Bu belirsizlik, beni Schrödinger’in Kedisi gibi hissettirdi. Kuantum fiziğindeki bu düşünce deneyi, bir kedinin bir kutuda aynı anda hem canlı hem ölü olduğunu söyler—ta ki kutu açılıp gerçek görülene kadar. Ben de öyleydim: hem otistik hem otistik olmayan bir halde, zihnimde iki gerçeklik bir aradaydı. Otistik olsam, yıllarca “düzeltmeye” çalıştığım hayatımla nasıl barışacaktım? Bu bilgiyi kiminle paylaşmalı, kime saklamalıydım? Otistik değilsem, neden bu kadar farklıydım? Neden arkadaşlarım hep otistikti? Bu sorular, beni kutunun içinde tutsak etti.
Sonunda, bir karar verdim: Kutuyu açacaktım. Otistik olsam da olmasam da, önemli olan “kırık” olmadığımı kabul etmekti. Farklıydım, ama bu farklılık, beni ben yapan şeydi. Şüphelerim hala var; kendi kendime koyduğum teşhis, her zaman tam bir kesinlik sunmuyor. Ama bu belirsizlikte sıkışıp kalmak yerine, kendimi olduğum gibi sevmeyi seçtim. Belki otistikim, belki değilim—ama gerçek bir insanım ve bu kutudan çıkarak, kendim olmanın özgürlüğünü yaşamak istiyorum.
Kendimi kabul etmek, hayatımı rayına oturtmuyor; hala zorluklar var. Ama artık biliyorum ki, “düzeltilecek” bir hata değilim. Toplumun “normal” tanımı, benim gerçeğimi tanımlamak zorunda değil. Belki de hepimiz, bir şekilde, kendi kutularımızda yaşıyoruz—şüphe ve inanç arasında, kim olduğumuzu keşfetmeye çalışarak. Benim için, kutuyu açmak, sadece bir başlangıç. Ve bu başlangıç, kendimle barışmanın, farklılıklarımı kucaklamanın ilk adımı.
Yorum
Bu deneme, bir kişinin “Acaba otistik miyim?” sorusuyla yaşadığı içsel yolculuğu anlatıyor. Yazar, çocukluğundan beri farklı hissetti: şakaları anlamadı, “tuhaf” bulundu, ailesi ve arkadaşları ona “sorunlu” gibi davrandı. Yıllarca kendini değiştirmeye çalıştı—konuşmasını, hareketlerini, sosyal becerilerini “düzeltmek” için uğraştı—ama bu onu sadece yordu. Sonra pes etti ve “farklı” yanını sevdi, otistik arkadaşlar edindi. Otizm hakkında okudukça, kendi deneyimlerine uyduğunu fark etti, ama hala emin değil: “Otistik miyim, yoksa sadece garip miyim?” Bu belirsizlik, onu bir kutunun içindeki kediye benzetiyor—hem otistik, hem değil. Sonunda, bu şüphede sıkışmak yerine, kendini olduğu gibi kabul etmeye ve “kutuyu açmaya” karar veriyor. Mesajı şu: Otistik olsak da olmasak da, hepimiz “yetersiz-eksik” değiliz; sadece kendimiziz ve bu yeter.



