AFORİZMALAR ve FELSEFİ NOTLAR-2 / Nejdet Evren
I. Acının dili yok, yürek çarpar ve kirletilmiş dünyanın rengi yenik düşer direnen canlara…
II. Sadece sizin için geçerli olduğunu düşündüğünüz evrensel ölçü ya da değer salt bu nedenle noksan, çürüktür...
III. Faşizmin ne olduğunu bilmeden yaşamak çağdaş bilinç düzeyi ile örtüşmez…Tüm diktatörlüklere hayır diyebilmeli insan, bu çığlığı atamıyorsa, utanmalı…
IV. Kötünün iyisine doğru bir eğilme yaşanıyor, geçmişsiz ne an ne de gelecek olmaz; lakin kötünün iyisi kötüden iyidir, basamaklar sıralı ise…
V. Bir matematik hesabı var ve bir de karşılık bulan realite/gerçeklik…Realitede karşılık bulmayan matematik denkleminin ne bir çözümü ne de anlamı olamaz…Egonun kısırlaştırdığı politik körlük realiteden kopmuş yanılgıdır; özgücüne güvenen her kimse başka bir güç aramaz…Emekçinin sınıfsal yaklaşımı ve dayanışması emekçiden yanadır; ilk adım, ilk basamak aşılmadan ikinci adım atılamaz…Neo liberalizme hayır…
VI. Bir denklem, basit, sıradan sayılanın çözeceği ve çözdüğü bir denklem; artık hiçbir şeyin öncekinin olmadığı, süreçlerin gizlenemediği, ancak dikkat ve özen gerektiren…
VII. Toplum vicdanında karşılık bulmayan paradigma iflasa mahkumdur; oldu bittiye getirerek, dün ve günü ayrıştırarak gelecek asla kurgulanamaz. İnsanın temel belirleyeni tercih yapabilmesidir, yanı sıra haksıza her koşulda hayır diyebilmesidir. İflas etmiş paradigmanın inandırıcılığı olmaz, neo- liberalizm iflas etmiştir, ne refah ne de eşitlik ve özgürlüğü gerçekleştirememiş, tam tersine eşitsiz zenginlik ve yoksulluk, toprağında kölelik yaratmıştır; bu yazgı değil, değiştirebilir insan…
VIII. İnsan taşıyabileceği kadardır…
XIX. Yol ayrımına gelinmişse tereddüt etmek boşadır; yarın bugünü aşmalı ve tereddüt etmek bugünü dünden kaybetmektir…Ne korku, ne de endişe duymadan oligarşiye hayır diyebilmek o kadar zor değil, kaybedilecek olan kaybedilenden daha değerli değildir….İnsan tercih yapabilecek entelektüel birikim sayesinde farklılaşmıştır, onu vahşi yaşamdan ayıran tek öge budur; ne kıyafet, ne de teknoloji…
X. Kendini bilmeyen birine kendini tanıtmak kadar saçma, gereksiz, boş bir uğraş olamaz….Her şeyin bir değeri varsa bunlardan biri her şeyin satın alınamayacağı, diğeri de her değerin satılamayacağıdır…
XI. Dost olanı olmayandan ayrıştıran tercihe minnet etmeli; yollar ayrılabilir, kavşaklar çakışabilir, hiç biri gelecek kuşak kadar değerli değildir; geleceği kucaklayamayanın günü sahiplenmesi mümkün olamaz…
XII. Öz gücün neyse o kadarsın; ne ötesine bak ve ne de ötekine yaslan….Bizans oyunlarının Roma İmparatorluğu’ndan kaldığını, emek-özgürlük ile alakalı olmadığını, köleci bir sistemin sömürgeci dokusu olduğunu unutma…
XIII. Önce bir birikim vardı, entelektüel bir birikim ve sonra törpülendi; geride kalan sefalet, cehalet, aymazlık umudun üstünü örttü, bir çıkış için aydınlık bir duruş yeterliydi…Dinozorların böylesi bir refleksleri kalmamıştı, kuşaklara yer açmadan onlara bel bağlamışlardı…Tılsımlı bir el değecek ve bir rüya gibi sahte gerçek, gerçek sahte olacaktı…Bilgi olmadan, birikim olmadan entelektüel bir tartışma nasıl olsun…Aydın olanın da cehalete ve aymazlığa doğru sürüklenişine, sağa kaymasına tanık oluyoruz, faşizm içimizde…
XIV. Utanma duygusunu yitirmiş, körkütük sefalet ve bilgisizce anlamadan, tartışmadan, yargıya varmadan biat eden kitlelerin, doğal afet denilen ki olmadıkları halde depremden, selden ve tornadodan daha yıkıcı olduğu bir gerçek; insan ayağa kalkmadıkça, insan direnmedikçe, insankarşı koymadıkça doğa zaten gereğini yapıyor, öyle ise insan farklı olduğunu kanıtlamak zorundadır…Biat eden insan değildir….
XV. Önce düşünmeli, irdeleyerek yanlışın nerede olduğunu görmeli ve buna göre çözüm geliştirmeli…Ezber yok…Rakamlar ne söylerse söylesin insan rakamlardan ibaret değil…Haksız ve hukuksuza anında karşı koymayanın geleceğe dair kurgusu da inandırıcı olamaz..ilanihaye teslimiyet çizgisi de bir çözüm değilse, net, kararlı ve açık olmalı; her şeye rağmen bir kararlılık..
XVI. #Kültür Devrimi# ni anımsamak ve bir basamak olsa da onu aşmak gerek…Burjuva hukuk ve demokrasi anlayışına hapsolmadan, özgürlükçü ve katılımcı demokrasinin zeminini hazırlamak gerek, yatay demokrasi zor değil, üstelik tüm diktatörlüğe karşı ise…
XVII. Güncel oyalanmalarla geriliyor ve rahatlıyoruz, oysa ki varoluş güncel değil ve uzun erimlidir; her karşı duruş buna göre şekil almalı…Sosyalist sol etnik kimliği aşmalı, emeğin sekülerleşmesi entelektüel aydının sorumluluğundadır, tüm emekçileri bir araya getirmeli ve diğerine yaslanmadan yürümeli..sosyal demokrasi artık varolmayacak, gerek de yok…çünkü sosyalist demokrasi var….
XVIII. Bir tiyatro sahneleniyor ve bir daha ve bir daha…Kusur sahnede mi, seyircilerde mi? Kusur seyircide, kusur aynı sahneyi aynı keyifle defalarca izleyip hiçbir şey yapmamasında….Yarım yüz yıl öncesinin sosyal hukuk devletinin hala olabileceği yanılgısında….Neo liberalizmin kat ettiği yol yok sayılamaz, radikal demokrasi belki de son çıkış, şunu netleştirmek gerek, aldatmaya, aldatılmaya hayır…net olmalı….
XIX. Her görüntü gizlenen içsel ve yaratılmak istenen dışsal bir algı için vardır; dışsal algıya kapılıp yanılmak içsel gerçeği görmeye engel olur; bu nedenle sebep-sonuç ilişkisine bakmak ve görselin kime ne kazandırıp kime ne kaybettirdiğini görmek ve anlamak gerekir; sosyal demokrasinin içinde gizli statüko bu şekilde görünemez olabilmekte, toplumsal muhalefeti sönümlendirmektedir….
XX. Fransız İhtilali’nden bu yana burjuva demokrasisi geçerli; bu da kuvvetler ayrımına dayanır, yargı, yürütme ve yasama…Bunlar eşit kuvvetler sayılır…Dolayısı ile yargının verdiği karara yasama ve yürütme uymak zorundadır…Bir yargı verdiği kararın uygulanmaması karşısında yaptırım uygulayıp kararının uygulanmasını zorlamıyorsa, uygulanmamasına sessiz kalıyorsa burjuva hukuku düzleminde yargı olma gücüne sahip değil demektir; öyle ise neden var olduğunun bir açıklaması, izahı olmalı, zira gözü bağlı bir yargı ve adalet tanrıçası var… Ama adı Nanşe değil…
XXI. Direnci kırmak psikolojik savaşın bir yöntemi ise, buna karşı koymak devrimci bir duruşun yöntemidir; seçimler ve istatistikler ve de kamuoyu yoklamaları ile realite gerçekle örtüşmediği gibi, algı yaratarak bir yenilgi tablosu çizmek tam anlamıyla teslimiyettir…İzole etmeye yönelen karşı devrimci paradigmaya kanmamalı…Özgücüne inan….
XXII. “bağımlılık” bir açıdan vazgeçilemez olmayı ifade ediyor. “güven” duygusu sürekli yinelenen bir olgu olarak “bağımlılık” tan uzaklaşmak durumundadır. Bu nedenle onu, bağımlılık olarak yorumlayamayız. Güvensizliğin yarattığı kaotik yapı güven ile olumsuzlanmak istenmektedir. Güven duygusu bu çelişki üzerinde/ zemininde varlık kazanır ve çelişkisi asla bitmez. Aldatmayı keşfetmiş ve buna meyil eden insanın bu olgu karşısında tutunacağı bir zemine ihtiyacı olacaktır; “güvenmek”, aldatılmamak…bunu kendisi için ister; diğeri için aynı edimde bulunur mu, belli olmaz…
XXIII. İnsan kendi yalanına inanır, başka sığınağı olmadığından…Sığınak, dört duvar, tutsaklık önce insanın kendinde başlar; yoksa hiç kimse bir diğerini kuşatamaz…
XXIV.
I. Ölçmek bir karşılaştırma yapmaktır ve her zaman bir şeye/olguya karşı yapılan bir değerlendirmedir. Ölçünün soyutlanarak bir birim haline gelmesi ölçme ediminin amacını ve içeriğini değiştirmez; sadece bunu, yöneldiği amacı daha kısa yoldan gerçekleştirmesine olanak sağlar. Bu nedenledir ki her ölçme edimi bir olguyu temel alır ve ona göre bir değerlendirmeyapar. Hangi olgunun esas alınacağı mutlak surette bir ereğe/amaca hizmet eder; bu amacı da ölçüm yapan edim belirler. Soyutlanan ölçü biriminin insan yaşamını kolaylaştırdı inkar edilemez ve ancak materyal ölçmenin sosyal ölçmelere uyarlanması ciddi sorunlar yaratmaya eğilimlidir. Uzunluk, mesafe, yoğunluk, hacim gibi nesneler ve uzaklıklar arasında kullanılan tüm ölçümler maddeyi ve uzamları daha iyi algılamaya ve bunlar arasındaki süreçleri analiz ederek bir takım sonuçlara varmayı sağlarlar. Bu edimlerin tümü maddi dünyada bir karşılık bulur; oysa ölçümlerin sosyal alana zerk edilmesi anından itibaren bilgide bir kirliliğin başladığı hemen görülecektir. İnsanın bir ölçüsü var mıdır? Bu ölçü nasıl bir ölçü olabilir? Boyu, ağırlığı, kütlesi ile ölçülebilir ve fakat tüm bu ölçülerinsanı insan olarak tanımlamaya yetebilir mi? İnsan tanımı da kendi başına bir ölçüdür; bu tanımlama diğer canlılara karşı yapılmış olan bir ölçme edimidir ve insan ürünüdür. Kendini yarattığı günden beri bu ölçüyü her alanda kullanarak canlılar aleminde piramidin en üstüne yerleşmiştir. İnsanın diğer canlılardan üstün olmayı gerçekleştirdiği bir realite ve fakat bu durum onun daha değerli olduğu anlamına gelir mi? Ölçme biçiminden değer biçimine geçildiğinde yine insan yaratısı ikinci bir ölçme biçimi ile karşı karşıya kalınır; değer ölçüsü…Sosyolojik olay ve olguları matematiksel ölçülerle çarpıp, toplamak, bölüp çıkarmak neredeyse olanaksızıdır; buna rağmen ölçü kullanmak insanın en büyük keşiflerinden olup onu/ölçüyü hayatın her alanında kullanma eğilimini göstermesine neden olmuştur. Kamuoyu araştırmaları, tahminler, anketler hepsi sosyolojik insanı ölçüp sınıflandırmaya ve buna göre bir takım sonuçlar çıkartarak çıkan sonuçları kullanmaya yönelik edimler değil midir?
II. Ölçü ve değerlendirme madalyonun iki-yüzü gibidir; birinin var olduğu yerde öteki de mutlaka vardır. Nüfus ölçümleri bölgelere, ülkelere ve kıtalara göre yapılır ve her nedense hepsi ”0” ile biter ve küsüratı hiç olmaz; çünkü insan “bir” den fazladır; onun birey olması/öznelliğinin kabulü ayrı onu “bir” sayısı ile sınırlandırmak ayı şeylerdir. İnsanın sayısal değerlere dönüştürülmesi, sayısal ölçümün nesnesi haline getirilmesi “aklın üstünlüğü” ne dayalı modernitenin onu öznelleştirmesi ile hem-zamanlı olarak başlatılmasının bir anlamı olmalıdır; kapitalizmin ihtiyaç duyduğu özgür köleler çağdaş olmalıydı. Sonuçta toplanıp çıkarılan, bölünüp çarpılan yığınlardan söz edilmesi kaçınılmaz olmuştur. Ve bu yığınlar küçük bir azınlığın sadece ihtiyaçları için değil keyfi edimleri için de hizmete koşulanlardan oluşmaktadır.
III. Ölçme ve değerlendirme başarı ya da başarısızlığın bunu yaratanın skalasında bir yarışa dönüşür; bu yarış bir kere başlatıldı mı durdurmak için tüm paradigmaların ters-yüz edilmesi gerekecektir; paradigmalar ise düşüncede/zihinde yer eden güçlü virüsler gibidir ve belki de en büyük devrim düşüncede/zihinde, kişinin kendinde yaratacağı devrimdir. Başarı ya da başarısızlık için bir ölçü konulur ve hem birey hem de toplumsal katmanlar sınıflaştırılmadan bu süzgeçten geçirilirler; ipi göğüsleyemeyen başarısız sayılır; ancak ipin konulduğu yer/çizgi gözlerden uzaklaştırılarak tartışma dışı bırakılır; adeta at-gözü ile bakılması sağlanır…Böylece yarışma adil ve herkesin kabul edebileceği bir düzlemde gerçekleşmişçesine sonuçlar yüksek sesle açıklanırlar; bu hem gizlemeyi/mistifikasyonu sağlar hem de yeniden yarışma arzusunu canlı tutar.Skalanın ölçüsü değiştirildiğinde ya da ipin yerinde bir oynatma yapıldığınsa sonuçlar tamamen değişecektir; bu değişiklik insanın sayısallaştırılmasını nasıl etkileyecektir? Ölçüleri değiştirmedeki amaç bunu belirleyen temel faktördür; bir bardaktaki suyun dolu olan kısmını mı boş olan kısmını mı değerlendirmeye benzeyen bir durumdur söz konusu olan; doluluğu yeterli görmek ile boşluğu başarısızlık olarak değerlendirmek aynı sonuca varacaktır; öyle ise dayatılan skala dışına çıkılarak boş kalan kısmı doldurma gereğini bir hedef, dolu olan kısmın yetersizliğini öz-eleştiri olarak görmek gerekecektir.
XXV. İnsan özgürleştirilmiş köle olsa da bundan aşkındır ve iradi bir canlıdır; asla sayısallaştırılamaz…
Nejdet Evren
-06.07.2023
Bir-çok zamanlar/Akarca