Anti Psikiyatrist David Cooper’in Psikanalize Getirdiği Eleştiriler
David Cooper’ın “Çılgınlığın Dili” adlı eserindeki kaynaklara göre, psikanalize yönelik eleştiriler çok katmanlı ve derindir; psikanalizin hem teorik temellerini hem de toplumsal işlevini hedef alır. Bu eleştiriler, psikanalizin baskıcı sistemlerin bir aracı olarak nasıl işlediğini ve bireyin özerkliğini nasıl engellediğini vurgular.
İşte psikanalize getirilen başlıca eleştiriler:
- Familialist İdeolojiyi Pekiştirmesi ve Özerkliği Engellemesi:
- Psikanaliz, aile deneyimi modelini (özellikle aktarım kavramı aracılığıyla) incelikle pekiştirir. Bu, “en kötü psikanalitik tuzaklardan” biridir, çünkü ailevi yaşam biçimlerini güçlendirir ve bireyin özerkliğe yönelmesini engeller.
- Yazar, “ailenin karşısında” olmadığını belirtse de, “gerçek hayat ve iş sorunlarının kişinin ve ailesinin veya aile benzeri başkalarının kişisel sorunlarına indirgenmesine” karşıdır.
- Psikanaliz, “orgazmik olmayan insanların aptallaştırılması için aile koruyucu bir üretim sistemi” üreterek “para-faşist bir ideolojik araç” haline gelir. Bu, genç “sol entelektüelleri” anlam kaymalarıyla (glissements) kendine çekme yeteneğine sahiptir.
- Kapitalist sistemde aile, bireyleri itaatkarlığa, özerkliklerinden vazgeçmeye ve umutlarını kaybetmeye koşullandıran bir “baskıcı şiddet aracı” olarak işlev görür. Psikanaliz, bu ailenin ideolojisini güçlendirerek, bireyin bu baskıcı yapılardan kurtulmasını zorlaştırır.
- Ödipus kompleksi gibi kavramlar aracılığıyla, psikanaliz burjuva çekirdek aile modelini yeniden üretir ve çocukların biyolojik ebeveyn şematizasyonunun dışında kendi ilişkilerini kurma hakkını engeller. Bu durum, deliliğin “aileselcilikten özerkliğe doğru bir hareket” olarak tanımlanmasıyla çelişir.
- Bazı psikanalistlerin “çılgın söylemi”ni “ana dile” (aile deneyimiyle koşullandırılmış) bir kopuş olarak görmelerine karşın, yazar bunun, ailenin dayattığı sınırlamalardan özerkliğe doğru bir “depassement” (aşma) olduğunu savunur.
- İletişimde Gerçek Diyalogu Engellemesi ve Normalleştirici İşlevi:
- Psikanalizin “neredeyse diyalogu”, prensipte diğer kişinin (analizanın) “başının üzerinden geçer”. Bu, psikanalistin “sembolik düzen” ve “fallus” gibi soyut kavramlar aracılığıyla analizanın deneyimini “güzel ve düzgün bir gramere” indirgediği anlamına gelir.
- Psikanalitik durumun örtük amacı “normalleşme ve uyumculuktur”. Bu, madun “çılgın söylemini” normal ve banal bir dile dönüştürmeye çalışır, oysa “çılgın söylem” sistemli düşünceyi dağıtır ve kelimeleri eyleme dönüştürür.
- Psikanaliz, dilin radikal denormalizasyonuna karşı çıkar, oysa “delilik dili” tam da bunu yapar; “normal dilin gizemini ortadan kaldırır” ve “konuşmayı biçimsizleştirir”.
- Tıbbi Gücün ve Uzmanlığın Bir Aracı Olması (Psiko-Teknoloji):
- Psikanaliz, “psiko-teknoloji” adı altında psikiyatri, psikoloji ve alternatif terapilerle birlikte anılır ve kitle iletişim araçlarının yanıltıcı teknikleriyle ve Kissinger tipi ödül-ceza politikalarıyla aynı kategoriye konur. Yazar, “teknolojinin insanlar için değil, şeyler için” olduğunu vurgular.
- Psikanalistler, “sözleşmeli bir karşılaşmama” ve “sahte ve çarpıtıcı çocukluk deneyimi”ne dayanan “ağır bir savunmacı teori” olmadan işleyemezler. Bu pratik, “aşırı baskıcı bir normalleşme”ye yol açar.
- Psikanaliz, “bilim insanları” tarafından uygulandığında “kişisel olmayan siyasal bir hor görmeyle” muamele görmelidir, çünkü “pek çok insan sanki gerçekmiş gibi davranır”.
- Reich’ın “cinsel ekonomisi” örneği üzerinden, cinselliğin “profesyonel uzmanlığa ve özellikle tıbbi güce aşağılayıcı bir şekilde boyun eğdirilmesi” eleştirilir. Bu, psikanalizin cinselliği ve insan deneyimini tıbbi bir kategoriye indirgediğini ima eder.
- Doktorların eğitimlerinin onları “dyadik (iki kişilik) veya istatistiksel (kişisel olmayan) sorunlar görmeye” ittiği belirtilir, ve “ne olduğu aradaki şeylerin onlar için önemli olmaması gerekir. İşte psikanaliz bu araya sızar”. Bu, psikanalizin tıbbın boş bıraktığı alanı, benzer indirgemeci bir yaklaşımla doldurduğunu gösterir.
- Ekonomik ve Politik Sistemle İlişkisi:
- Analitik durumun para, zaman gibi sözleşmeleri, analistin çalışma durumu ve yaşam biçiminde cisimleşen kapitalizmin kabulünü içerir. Bu, kapitalist gerçekliği kabul etmek değil, onu değiştirmek üzere bilinçlenmekle ilgilidir.
- Psikanaliz, “kitlesel bir endoktrinasyon programının” bir parçası olarak görülür; “yapay ihtiyaçlar üreten uzmanlar” tarafından yönetilen bu sistem, bireyin özerk ifadesini baskılar.
- Kapitalizmin krizi anlarında ideolojik kaçış yolları bulduğunu ve psikanalizin bu yollardan biri olduğunu iddia eder. Bu, “burjuva çekirdek aile ideolojisini” pekiştirerek “para-faşist bir ideoloji” oluşturur.
- Yazar, kapitalizmin Freud gibi “kuklaları” yarattığını, “kapitalist sistemin ortaya çıkan zorunluluklarını” yazan ve ardından “bütün koyun benzeri öğrenci okullarını” yayan binlerce aday arasından birini seçtiğini ileri sürer.
- Bireysel Suçluluk ve Patolojiye Vurgu Yapması:
- Psikanaliz, kişisel sorunları abartmaya ve bireyin “kişisel problemlerini” büyüteçle mikroskobik evrene ait olduğu yere göndermek yerine, onları bireysel düzeyde sabitlemeye meyillidir.
- “Suçluluk/suçlama tuzağı”ndan kaçınmak “devrimci ahlak” için önemlidir. Psikanalizin bireysel suçluluk duygusuna odaklanması, bireyin baskıcı sistemden duyduğu nefreti kişisel sorunlara indirgeyerek “enerji ve zaman israfına” yol açar.
- Şizofreniyi bir hastalık olarak değil, “bireyin deneyimindeki özgünlüğün bir sistem tarafından bastırılması” olarak görür. Psikanaliz ise bu durumu “patolojik” bir etiketle normalleştirme çabasındadır.
- “Gerçeği” Gizlemesi ve Yanıltıcılığı:
- Psikanaliz, “gerçeği kötü niyetle anlatan bir hakikat ya da iyi niyetle anlatılan bir yalan” olma seçeneğine sahiptir.
- “Paranoid hasta”nın “kendi gerçeğini” ifade etmeye çalıştığını, ancak psikanalizin bunu bireysel patolojiye indirgediğini belirtir. Kurumsal düzeyde ise psikanalizin “entelektüel-bilimsel-kültürel kuruluşun” “kalıcı gizemlendirme” lehine siyasi gerçeği kaçırdığını savunur.
- Yetersiz ve İndirgemeci Teorik Yaklaşım:
- Freudyen zihin modelini, buzdağının yalnızca “ucunun ucu” olarak gören ve “ölçülemeyecek kadar büyük bir bilinç buzdağını” göz ardı eden indirgemeci bir yaklaşım olarak eleştirir.
- Çocukluk deneyimini “Oedipus, primal sahne, thanatos vb.” gibi “doğuştan gelen fantazilere” indirgeyerek sistematik olarak çarpıtır.
- “Bastırılmış arzuları” “uygarlığın” iyiliği için bastırılmış olarak atfettiği için eleştirilir; oysa bu arzular “kurumsal baskının son derece görünür ve somut biçimlerine karşı kalıcı kişisel ve makro-sosyal devrim için” harekete geçirilmelidir.
- Biyokimyasal korelasyonların neden değil, sadece ilişkili olduğunu vurgular, oysa psikanaliz sıklıkla bunları nedensel göstergeler olarak kullanır.
Özetle, David Cooper’ın psikanalize yönelik eleştirileri, onun toplumsal kontrol, normalleştirme ve bireyin özerkliğini baskılama mekanizmalarında bir araç olarak işlev görmesi üzerine odaklanmaktadır. Psikanalizin, ailevi ideolojileri pekiştirerek, gerçek diyalog yerine yüzeysel etkileşimleri teşvik ederek, tıbbi uzmanlığı bir baskı aracı olarak kullanarak ve kapitalist sistemin çıkarlarına hizmet ederek bireyin ve toplumun gerçek özgürleşmesini engellediği iddia edilir.