Bastırılmış Arzular Yüzeye Çıkarsa Neden Bu Kadar Korkarız?

Bilinçdışının derinliklerine ittiğimiz bastırılmış arzuların veya düşüncelerin yüzeye çıkması ihtimali, pek çoğumuzda derin bir korku ve kaygı yaratır. Bu korku, sadece bireysel bir rahatsızlıktan ibaret değildir; psikanalitik ve sosyal psikolojik açılardan ele alındığında, oldukça karmaşık ve çok katmanlı nedenlere dayanır. Peki, neden bu “yasaklı” materyal ortaya çıktığında bu kadar ürkeriz?


1. Toplumsal Reddedilme ve Yargılanma Korkusu

Bastırılmış arzuların yüzeye çıkmasıyla ilgili en temel korkulardan biri, toplum tarafından reddedilme ve yargılanma endişesidir. Çocukluktan itibaren, hangi arzuların kabul edilebilir, hangilerinin “ayıp,” “yanlış” veya “kötü” olduğuna dair toplumsal normları öğreniriz. Bu normlar, ailemizden, okulumuzdan, dini inançlarımızdan ve genel kültürel çevremizden gelir.

  • İdeal Benlik ve Gerçek Benlik Çatışması: Her birimiz, toplumun onayını kazanmak için belirli bir “ideal benlik” inşa ederiz. Bastırılmış arzular, bu ideal benlikle çelişen, “karanlık” veya “kabul edilemez” gördüğümüz parçalarımızı temsil eder. Bu parçaların ortaya çıkması, ideal benliğimizin yıkılmasına ve başkaları tarafından “normal” veya “iyi” olarak algılanma durumumuzun tehdit altına girmesine neden olabilir.
  • Sosyal Dışlanma: İnsanlar sosyal varlıklardır ve ait olma ihtiyacı temeldir. Arzularımızın toplumsal normları aşması durumunda, dışlanma, alay edilme, hatta cezalandırılma korkusu devreye girer. Bu korku, bireyin hayatta kalma ve toplumsal uyum içgüdüleriyle derinden bağlantılıdır.

2. Ego’nun Kontrol Kaybı ve Bilinç Düzeyinde Bozulma

Psikanalitik açıdan, Ego’nun temel işlevlerinden biri, İd’den gelen ham dürtüleri ve arzuları gerçeklik ilkesine göre düzenlemek ve yönetmektir. Bastırma, Ego’nun bu dürtüleri bilinç düzeyinden uzak tutarak işleyebilme yöntemlerinden biridir. Bastırılmış arzuların yüzeye çıkması, Ego’nun bu kontrol mekanizmasının çökmesi anlamına gelebilir.

  • Bilinmeyene Duyulan Korku: Bastırılmış olan, bilinmeyen ve dolayısıyla tehditkar olandır. Bu materyal bilinçdışında tutulduğu sürece, Ego onu bir şekilde yönettiğini varsayar. Ancak yüzeye çıktığında, kontrolün kaybedildiği ve bilinmeyenin karşısında savunmasız kalındığı hissi oluşur. Bu, akıl sağlığını kaybetme veya “delirme” korkusuyla da yakından ilişkilidir.
  • Yoğun Duygusal Yük: Bastırılmış arzular genellikle yoğun bir duygusal enerjiyle yüklüdür. Korku, öfke, utanç, suçluluk gibi duygular bu arzularla birlikte yüzeye çıktığında, birey bu yoğunluğun altından kalkamayacağından veya duygusal olarak boğulacağından korkabilir. Bu, Solms ve Panksepp’in bahsettiği gibi, duygusal yükün bilişsel işlemeyi bozma potansiyeliyle de ilgilidir.

3. İçsel Çatışma ve Benlik Bütünlüğünün Tehdit Edilmesi

Bastırılmış arzuların ortaya çıkması, bireyin kendi içindeki farklı parçalar arasında derin bir çatışma yaratır. Bu çatışma, benlik bütünlüğünü tehdit edebilir.

  • Değer Sisteminin Sarsılması: Birey, bilinçdışında taşıdığı arzuların, kendi ahlaki veya kişisel değerleriyle taban tabana zıt olduğunu fark ettiğinde, benlik algısı sarsılabilir. Bu, kişinin kendisi hakkında bildiği her şeyin yalan olduğu hissine kapılmasına neden olabilir.
  • Kimlik Krizi: Bastırılmış arzuların ortaya çıkışı, kişinin kim olduğu, ne istediği ve nasıl bir insan olduğu konularında köklü bir kimlik krizine yol açabilir. Bu belirsizlik, ciddi bir kaygı ve korku kaynağıdır.

4. Geçmiş Travmalar ve Acıyla Yüzleşme

Bazı bastırılmış arzular veya düşünceler, geçmişte yaşanan travmatik deneyimlerle ilişkilidir. Bu materyalin yüzeye çıkması, o travmanın acısıyla, utancıyla veya korkusuyla yeniden yüzleşmek anlamına gelir.

  • Acıdan Kaçınma: İnsan doğası, acıdan kaçınma eğilimindedir. Bilinçdışına itilen acı veren deneyimler veya onlarla ilişkili arzular, bireyin geçmişte hissettiği acıyı tekrar deneyimlememesi için korunur. Bu “koruma,” bastırmanın temel bir işlevidir. Ancak bu materyal yüzeye çıktığında, kişi bu acıyla yeniden boğuşmak zorunda kalır.

Sonuç: Korkudan İyileşmeye Bir Yolculuk

Bastırılmış arzuların yüzeye çıkmasından duyduğumuz korku, insan ruhunun karmaşıklığını ve kırılganlığını gösterir. Bu korku, bizi toplumsal normlara uymaya, kendimizi kontrol altında tutmaya ve acı veren gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmaya iter. Ancak, psikanalitik terapi gibi süreçler, bu korkuyla yüzleşmeyi ve bastırılmış olanı güvenli bir ortamda işlemeyi hedefler.

Bu korkunun üstesinden gelmek, bireyin kendi bütünsel benliğini kabul etmesi, içsel çatışmalarını anlaması ve toplumun dayattığı normların ötesinde kendi otantik arzularıyla yüzleşmesi anlamına gelir. Bu süreç zorlu ve acı verici olsa da, nihayetinde daha büyük bir özgürleşme, benlik bilgisi ve ruhsal bütünlük potansiyeli taşır. Belki de bu korkuyla yüzleştiğimizde, kendi “delilik” sandığımız şeyin aslında en derin ve en otantik benliğimizin bir parçası olduğunu fark ederiz.