Batı Hayranlığının Psikodinamiği Mi ? : Türkiye Üzerine Psikanalitik Bir Bakış
Türkiye gibi Doğu ve Batı medeniyetlerinin kesişim noktasında yer alan toplumlarda, Batı’ya yönelik algı karmaşık bir yelpazede seyreder: yer yer hayranlık, yer yer eleştiri, yer yer de tam bir karşıtlık… Ancak Batı hayranlığı, özellikle Tanzimat’tan bu yana modernleşme ve çağdaşlaşma çabalarının önemli bir dinamikini oluşturmuştur. Peki, bu hayranlığın psikodinamik kökenleri neler olabilir? Freud’un “İd” ve “Ego” kavramları, “bastırma” ve “maskelenme” mekanizmaları üzerinden bu kompleks ilişkiye nasıl ışık tutabiliriz?
Tarihsel Arka Plan: “Çağdaşlaşma” ve “Geri Kalmışlık” Algısı
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar, Batı’nın askeri ve teknolojik üstünlüğü, Türk aydınları ve yöneticileri arasında bir “geri kalmışlık” algısı yaratmıştır. Bu algı, Batı’yı “ilerlemenin”, “medeniyetin” ve “rasyonelliğin” sembolü haline getirmiştir. Batı’ya yetişme ve onun değerlerini benimseme arzusu, sadece teknik ve bilimsel bir taklitçilikten öte, Batı’nın yaşam biçimini, kültürünü ve hatta siyasi düşüncesini benimseme çabasına dönüşmüştür.
Bu tarihsel süreçte, Batı’nın “üstün” konumu, Türk toplumunun kolektif bilincinde ve bilinçdışında derin izler bırakmıştır. Psikanalitik bir mercekle bakıldığında, bu durum, bir idealizasyon sürecine işaret edebilir. Güçlü ve başarılı görülen bir “öteki”nin (Batı) idealize edilmesi, kişinin kendi yetersizlik algısını dengelemeye yönelik bir savunma mekanizması olarak işleyebilir.
İd, Ego ve Batı Hayranlığı
Freud’un “İd”i, bireyin ilkel, doğuştan gelen dürtülerini ve duygusal ihtiyaçlarını temsil eder. Makalede de bahsedildiği gibi, İd’in kendisi bilinçlidir; yani temel duygular ve bedensel ihtiyaçlar, bilişsel olarak işlenmeden önce hissedilir. Türkiye’nin geleneksel toplumsal yapısı içinde şekillenen İd’sel arzular ve kültürel miras, Batı’nın getirdiği modernleşme rüzgarlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Örneğin, geleneksel aile yapısı içindeki aidiyet, topluluk bağları ve duygusal yoğunluk gibi İd’sel ihtiyaçlar, Batı’nın bireyciliği ve rasyonelliğiyle çatışabilir.
“Ego”, İd’in ham enerjilerini işleyerek onları dış dünya gerçekliğine uygun hale getiren, algılayan ve düşünen yapıdır. Türkiye’de Batı hayranlığının psikodinamiğinde, Ego’nun merkezi bir rol oynadığı söylenebilir. Batı’nın “ilerlemişlik” ideali karşısında, kendi “geri kalmışlık” algısıyla yüzleşen Ego, bu idealize edilmiş Batı figürüne uyum sağlamak için çaba gösterebilir. Bu durum, Solms’un makalesinde bahsettiği “otomatikleşme” ve “maskelenme” mekanizmalarıyla açıklanabilir:
- Maskelenme: Türkiye’de bireyler, Batılı normlara (örneğin, giyim, konuşma tarzı, sosyal davranışlar) uyum sağlamak için bilinçli veya bilinçdışı bir maske takabilirler. Tıpkı otistik kadınların sosyal beklentilere göre rol yapması gibi, Türk aydınları veya bireyleri de Batı’nın kabul edeceği “modern” bir kimlik sergileme eğiliminde olabilir. Bu maskeleme, kişinin kendi kültürel İd’iyle (geleneksel değerler, duygusal bağlar) Batı’nın rasyonel, bireyci Ego ideali arasındaki çelişkiyi örtbas etmeye yönelik bir savunma olabilir.
- Gayrimeşru Otomatikleşme / Bastırma: Modernleşme ve Batılılaşma süreci, geleneksel değerlerin ve pratiklerin bastırılmasına yol açabilir. Batı’nın dayattığı “rasyonel” ve “bilimsel” düşünce biçimleri karşısında, geleneksel bilgelik veya duygusal ifadeler “geri kalmış” veya “mantıksız” olarak algılanıp bilinçdışına itilebilir. Bu, Solms’un bahsettiği gibi, “Ego’nun sorunlarla başa çıkamadığı” durumlarda ortaya çıkan “gayrimeşru otomatikleşme” örnekleri olabilir. Bastırılan bu kültürel veya duygusal materyal, ileride “bastırılmışın geri dönüşü” olarak farklı şekillerde (örneğin, köklerine aşırı bir dönüş, kimlik çatışmaları, toplumsal gerilimler) kendini gösterebilir.
Oryantalizm ve Batı Hayranlığının Gölgesi
Edward Said’in Oryantalizm kavramı, Batı’nın Doğu’yu kendi çıkarları ve üstünlük algısı doğrultusunda nasıl inşa ettiğini gösterir. Bu inşa, Doğu’yu “akıldışı”, “duygusal”, “ilkel” ve “mistik” olarak tanımlarken, Batı’yı “rasyonel”, “ilerici” ve “medenileşmiş” olarak konumlandırır. Bu oryantalist bakış açısı, Doğu toplumlarında bir aşağılık kompleksi yaratabilir ve Batı’ya yönelik hayranlığı pekiştirebilir.
Psikodinamik açıdan, oryantalist söylem, Türk toplumunun kolektif Egolarında bir tür “ideal benlik” ve “idealize edilmiş öteki” algısı oluşturmuştur. Batı, ulaşılması gereken mükemmel bir benlik olarak algılanırken, kendi “Doğulu” İd’i (geleneksel, duygusal, irrasyonel addedilen yönleri), aşağılanan veya gizlenmesi gereken bir parçası haline gelebilir. Bu durum, bireyin kendi kimliğinin parçalarını reddetmesine veya sürekli bir “Doğu-Batı ikilemi” içinde kalmasına yol açabilir.
Sonuç: Entegrasyon ve Bütünleşme Arayışı
Türkiye’deki Batı hayranlığının psikodinamiği, sadece yüzeysel bir taklitçilik değil, aynı zamanda derinlerde yatan kimlik çatışmalarının, bastırılmış kültürel ve duygusal öğelerin ve idealize edilmiş bir “öteki”ne duyulan arzunun bir yansımasıdır.
Bu kompleks ilişkide terapi ve bireysel/toplumsal düzeyde farkındalık, şu noktalarda durabilir:
- Bastırılmışın Yüzeye Çıkarılması: Psikanalitik terapi, kişinin kendi kültürel ve duygusal “İd”inden gelen, Batı hayranlığı adına bastırılmış veya maskelenmiş arzuları ve duyguları anlamasına yardımcı olabilir.
- İdealizasyonun Sorgulanması: Batı’ya yönelik aşırı idealizasyonun ardındaki savunma mekanizmalarını (örneğin, kendi yetersizlik hissini dengeleme) fark etmek ve bu idealize edilmiş figürün gerçekliğini sorgulamak.
- Entegrasyon ve Bütünleşme: Toplumun ve bireylerin, kendi Doğu’lu ve Batı’lı yönlerini karşıtlıklar olarak değil, tamamlayıcı parçalar olarak entegre etmelerine yardımcı olmak. Bu, kültürel kimlikte daha sağlıklı ve bütüncül bir denge bulma yoludur.
Batı hayranlığı, sadece bir tercih değil, aynı zamanda toplumun derinlerindeki çatışmaları ve uzlaşma arayışlarını gösteren karmaşık bir psikodinamik süreci yansıtır. Bu süreci anlamak, Türkiye’nin kendine özgü kimlik yolculuğunda önemli bir adımdır.